TEVRAT TORTULARI, İNCİL'E DE AKTARILDI MI? DEFORME VE SALDIRILARIN DEVAMI ! TANRI, EBEDİ EGEMENLİĞİNİ VE HAKİMİYETİNİ TEKRAR KAZANABİLİR Mİ?

13 Mayıs 2010 Perşembe

9.BÖLÜM

TEVRAT TORTULARI, İNCİL’E DE AKTARILDI MI?
DEFORME VE SALDIRILARIN DEVAMI !

TANRI, EBEDİ EGEMENLİĞİNİ VE HAKİMİYETİNİ,
TEKRAR KAZANABİLİR Mİ?

Tanrı, olacak olan her şeyi en başlangıcından beri en iyi şekilde biliyorsa; dünyamızın bu kaos, bozuk, yamuk, kahpe, haksız, günah ve kötülüklerle dolu duruma gelmesine neden müsaade etti? Neden yüzyıllardır “inleyen yaradılışa”: (Rom. 8:23) müdahale etmiyor?

“Ya Rab, büyüklük, güç, yücelik, zafer, görkem ve egemenlik sonsuzlarca Senindir! Sen her şeyden yücesin! Her şeye ebediyen Egemensin! Güç ve yetki Senin elindedir...! Herkesi yüceltmek veya alçaltmak Senin Elindedir...”(Bak. 1. Tarihler 29:10-13.) “Rabb’indir yeryüzü ve içindeki her şey...” (Mez. 24:1.) V.s

Bunlara benzer birçok ayetler, Tanrı’nın evrendeki ve dünyamızdaki ezeli ve ebedi EGEMENLİĞİNİ vurgulamaktadır. Buna rağmen, öbür tarafta: “Ey göklerde olan babamız, Egemenliğin GELSİN, gökte olduğu gibi YERYÜZÜNDE DE senin İRADEN OLSUN” (Matta 6:10.) deniliyor! Ayrıca: Şeytana: “... bu dünyanın İLAHI...EGEMENİ... ”(tanrısı) deniliyor. (2. Kor. 4:4.)

Yukarıdaki Tanrının ezelden ebede dek MUTLAK EGEMEN OLDUĞU ayetlerle bu ayetler nasıl bağdaşabilir? Ayetlerin YUKARIDAKİ kısmında: “TANRI tümüyle egemendir” aşağıdaki diğer ayetlerde ise, “Tanrının EGEMENLİĞİ YOKTUR! Çünkü “GELMESİ” için dua ediliyor!, Ayrıca, Tanrının EGEMENLİĞİ YERİNE; “ŞEYTANIN EGEMENLİĞİ HAKİM OLMUŞ” DURUMDA GÖSTERİLİYOR! Bu çelişki neden? Tarihteki hangi alçak, şerefsiz kişi, “Tanrının ebedi egemenliğinin yerini ŞEYTAN İLE DEĞİŞTİRDİ?

Ezelden ebede dek, evrende ve dünyamızda SÜREKLİ EGEMEN O L A N Tanrı’nın, ebedi Egemenliği nasıl tekrar dünyaya “GELEBİLİR?” Tanrının egemenliğinin bu dünyaya gelebilmesi için, önce BU DÜNYADA YOK OLMASI gerekmektedir. Burada bir çelişki söz konusudur. Tanrı’nın dünyamızda sürekli Hakimiyet ve Egemenliğini, hangi güç engelleyebilmiştir veya “YOK” edebilmiştir?

Dünyamızda SÜREKLİ Egemen olan Tanrı varken; Tanrının yanında bir toz kadar olan şeytan, Kutsal Kitabın bazı sözde ayetlerine göre; nasıl bu dünyanın “İLAHI, EGEMENİ” (tanrısı) olabiliyor? Tanrı yanında bir toz gibi olan Şeytan, dünyadaki TANRININ hakimiyetini ve EGEMENLİĞİNİ, Tanrı’nın elinden NE ZAMAN, NASIL KAPABİLMİŞTİR? Tanrı, şeytanın GÜCÜYLE BAŞ EDEMEZ Mİ OLMUŞTUR? Bu ne korkunç çelişki böyle? Bu ne aciz bir tanrı böyle?

TANRI, EGEMENLİĞİNİ YİTİRİP, TEKRAR KAZANIYOR MU?

Tanrı, bir zamanlar dünyadaki Egemenliğini, Hakimiyetini ve Yetkisini YİTİRDİ Mİ? Şeytana mı KAPTIRDI? Sonunda Tanrı “meleklerinin şeytanla savaşıyla” Egemenliğine, Hakimiyetine ve Yetkisine, tekrar, yeniden mi KAVUŞACAK? Aşağıdaki şu sözde ayetleri, sahte ayetleri, kim yazıp Kutsal İncil’in içine soktu?:

“Gökte savaş oldu. Mikael ve kendi melekleri, ejder olan şeytanla savaştılar. Şeytan ve melekleri galip olamadılar... Gökte büyük bir ses işittim: ALLAH’IMIZIN kurtarışı ve EGEMENLİĞİ ve Mesih’inin HAKİMİYETİ ŞİMDİ OLDU...” (Bak. Esinleme 12:7-10.) Tekrar: “Yedinci melek boru çaldı ve: DÜNYANIN EGEMENLİĞİ RAB’BİMİZİN ve Onun Mesih’inin OLDU...” (Esinleme 11:15.)

Tanrı’nın Egemenliği, nasıl “ŞİMDİ olabilir? Hani Tanrının EGEMENLİĞİ EBEDİ İDİ!!! Yoksa “Tanrının EGEMENLİĞİ” ZAMANLA şeytanla “değiş tokuş YAPILARAK YER Mİ DEĞİŞTİRDİ? Tanrını EGEMENLİĞİ verip alacak, kaybedip kazanacak, yoksun olup tekrar kavuşacak...” bir tür OYUNCAK MI İDİ?

TANRI KENDİ EGEMENLİĞİNDEN;
UFAK BİLE OLSA, BİR PARÇA KAPTIRIR MI?

Tanrı yanında bir toz gibi olan şeytan; Tanrı egemenliği veya yönetiminden, ufak bir parça dahi olsa, kapmaya, koparmaya, yönünü değiştirmeye, veya engellemeye gücü yeter mi? Tanrı egemenliğinin, dünyamıza gelmesini şeytan engelleyebilir mi? Kesinlikle hayır! Olmaz böyle bir şey! Değil mi? O halde, tüm evren ve tüm dünyamız, Tanrı’nın Egemenliği, Hakimiyeti, Yönetimi ve Denetimi altında ise; şeytan NASIL Bu DÜNYANIN HAKİMİ, EGEMENİ, REİSİ, İLAHI... olabiliyor?

Tanrı, şeytana dünyamızın Hakimiyetini, Egemenliğini veya yönetimini NE ZAMAN KAPTIRDI? Tanrı, şeytana kaptırdığı Egemenliğini, yüzyıllardır geri alamadı mı? Tanrı, şeytana kaptırdığı Egemenliğini geri alabilmesi için, melekleriyle şeytanla savaşması mı gerekiyor? Dünyadaki hangi güç, düşmanı yenilgiye uğratmadıkça, onun egemenliğinden bir şeyler kapabilir veya koparabilir? Düşman şeytan, ne zaman Tanrıyı yenilgiye uğratarak EGEMENLİĞİ Onun elinden koparabilmiştir?

Tanrı, şeytanla savaştıktan sonra mı “Hakimiyetini” geri alıyor? “Tanrımızın Egemenliği ve Mesih’inin Hakimiyeti ŞİMDİ OLDU...” gibi sözler, İncil’de nasıl yer alabilir? (Bak. Esin 12:7-10. 11:15.) Yani Tanrının savaşmasından önce EGEMENLİĞİ yoktu, ancak savaş sonucunda, ilerdeki “ŞİMDİ oldu” zamanında mı Tanrı Egemen olabilecek? “Düşmeyen ve kalkmayan” azalmayan ve fazlalaşmayan, “Ben değişmem” diyen Tanrıya ne oldu böyle? Malaki: 3:6.

Hani, “Her şeye, (yani göklere ve yere, tüm evrene) ezelden ebede dek Hakim ve Egemen Kral olan, Tanrıydı?” (Bak 1. Tar. 29:11-12.) Hani: “Dünya ve tüm onun doluluğu Rabb’in idi”? (Bak. Mez. 24:1.) vb.

Tanrının ebedi ve değişmez hükümranlığının yanı sıra, nasıl oluyor da aynı zamanda “Şeytanın hükümranlığı” da olabiliyor? İşte şeytanın hükümranlığını ilan eden sözde ayetler!: “O bizi karanlığın (Şeytanın) hükümranlığından (egemenliğinden) kurtardı... (Bak Kol. 1:13.) Tanrının ebedi ve değişmez HAKİMİYETİNİN yanı sıra, nasıl oluyor da “Şeytanın Hakimiyeti” de olabiliyor? İşte yine sözde ayet!: “Şeytanın Hakimiyetinden Allah’a döndüresin...” (Bak Elç. İşleri 26:18.)

Evrenin ve dünyamızın tek Tanrısı olmasına rağmen, nasıl oluyor da şeytan da ortaklaşma “Bu dünyanın ilahı, -tanrısı-”olabiliyor? (Bak 2. Kor. 4:4.) vb Hakimiyetini, hükümranlığını, Egemenliğini, Tanrılığını... “Rabb’imiz” NE ZAMAN KAPTIRDI? Ne zaman YİTİRDİ? Geri alma zamanı, Esinlemedeki meleklerinin savaş zamanı mı olacak? Bu olacak şey mi? Egemenliğini kaybeden, kaptıran... bu ne zavallı bir tanrı kavramı böyle?

Özet Olarak: Bir taraftaki ayetlerde, Tanrı dünya ve evrene ebediyen Egemen ve Hakimdir; (Bak. 1. Tarihler 29:10-12. Tesniye 10:14. Çıkış 19:5. Mez. 24:1. Eyub 41:11. vs. (Ayetleri yazamıyoruz! Lütfen okuyun!)

Öbür taraftaki sözde ayetlerde, Tanrı dünyadaki Egemenliğini Şeytana kaptırmış. Şeytan bu dünyanın reisi, egemeni, tanrısı oluvermiş! 2. Kor. 4:4. Yuhanna 12:31. 14:30. 16:11. Luka 22:53. 4:6. Matta 6:10. Efes.2:2. Kol. 1:13. Sonunda bu zavallı tanrı, şeytanla savaşarak kaptırdığı Hakimiyet ve Egemenliğini geri alıyor: (Bak. Vahiy. 12:10. 11:15. vs (Lütfen ayetleri okuyun!)

Yüzyıllarca: “Egemenliğin gelsin, gökte olduğu gibi yerde de Senin iraden olsun...” diye dua edilen, şeytan hakimiyetinin son bulmasını ve Tanrı egemenliğinin dünyamıza gelmesini hangi güç engelleyebiliyor? Aslında, tüm zamanlarda yeryüzünde sadece, ve sadece her şeye gücü yeten Tanrı, “egemenliğinin gelmesine gerek kalmadan” Tanrı sürekli Egemen olmuştur! Gelecekte de yine O egemen olacaktır!!! Şu halde, sanki yokmuş gibi, “egemenliğin GELSİN” sözlerinin ne anlamı var? Kim, hangi cesaretle, zamanında, bu sözleri Rabb’imiz İsa’nın ağzına koymağa çalışmıştır? Diğer orijinal ayetlere göre, “egemenliğin GELSİN” DEĞİL! “Gökte olduğu gibi YERYÜZÜDE DE SONSUZLARCA EGEMENSİN” OLMALIDIR.

Nitekim, bu duadaki “egemenliğin gelsin” sözlerini yanlış ve ters bulan anlayışlı bir kardeş; BU YANLIŞI VE TRRSLİĞİ DÜZELTMEK İÇİN, bu duanın sonuna şu HARİKA ibareyi koyarak sonlandırmıştır: “Çünkü KRALLIK, EGEMENLİK, GÜÇ VE ZAFER, SONSUZLARCA SENİNDİR.” Şu halde ”egemenliğin GELSİN” SÖZLERİ SON SÖZLERLE NE OLDU? Alt oldu ve silindi, değil mi?

Nasıl oluyor da, ezelden ebede dek tüm evrende tek egemen olan Tanrı, dünyamızın egemenliğini şeytana kaptırıveriyor? “Şeytanın yüzyıllardır hakim ve egemen olduğu” söylenen dünyamızda, Tanrı’nın en üstün egemenliği nerede kalıyor? Lütfen aşağıdaki ayetleri ve benzerlerini birbirleriyle karşılaştırın.

Hangisi doğrudur? “Dünya ve onun doluluğu Rabbindir” “Rab ezelden ebede dek hakim ve egemendir”... (Bak. 1. Tarihler 29:10-12. Tesniye 10:44. Çıkış. 19:5. Mez. 24:1. Eyub. 41:11. türünden ayetler mi? v.s.

Yoksa “bu dünyanın ilahı şeytandır” “dünyada Tanrı’nın egemenliği yoktur, gelmesi için dua edin” “gökte olduğu gibi yerde de iradesi olması için dua edin”... (Mat. 6:10. 2. Kor. 4:4. Kol. 1:13. Elç. İş. 26:18. Esin. 12:7-10. 11:15.) vb. şeklindeki ayetler mi? Bu tür çelişkiler Kutsal İncil’imizde neden var?

İncil’deki bu çelişik durumda insanın aklına başka şeyler gelmemesi mümkün değil! Yoksa birbirleriyle daima savaş halinde olan, bazen yenen bazen de yenilen GREK MİTOLOJİSİNİN “tanrılarından veya tanrıçalarından” mı esinlenilmiştir? Acaba, paganlara, putperest akımlara fazla mı taviz verilerek İncil’in O yüce, şerefli Tanrısı, bu zavallı, aciz hale getirilmeğe çalışılmıştır???...

Tanrı, bir zamanlar “Egemenliğini ve Yetkisini” şeytana KAPTIRDIĞI için; şimdi “meleklerini şeytan güçleriyle savaştırarak” Egemenliğine ve Yetkisine, tekrar, yeniden mi KAVUŞUYOR?: (Esinleme. 12:7-10. 11:15.) Tanrı eğer EGEMENLİĞİNİ yitirirse, Tanrılığını da yitirmez mi? Senin böyle bir tanrın mı var? Ey İmanlı! Ey Hıristiyan! UYAN ve KINA! Uyan ve Protesto et! UYAN ve Orijinal Tanrına DUA ET! Çirkefi, Pisliği çıkaranları ve koruyanları O AZARLASIN! AMİN!

DEDELERİMİN GÜNAHLARINI YÜKLENİYORUM!...
ADALET ÇELİŞKİSİ!

Bir öğrencinin suçu yüzünden tüm öğrencilerin hepsini birden cezalandıran bir öğretmen, derhal okuldan atılır ve akıl hastanesine koyulur, değil mi? Ama maalesef, bu nasıl bir adaletse; Tevrat’a ve Musa’ya göre, babanızın, dedenizin, dedesinin ve yine dedesinin, yani dört soyun günahlarının hesabı SİZDEN sorulmalı! “Günahın hesabını, dördüncü kuşaktan bile ararım?” diyor Tevrat tanrısı (Bak.Çıkış 20:5.)

Elçi Pavlus’a göre ise, “dört nesilden daha da fazlalaşır! O kadar gerilere gider ki, İlk insan Adem ve Havva’ya dek uzanır! Yine bu da nasıl bir adalet anlayışı ise: “Bir insanın (Ademin) günahı tüm insanlara bulaşmaktadır!” (Bak Rom. 5:12,19.)

Ancak bu anormalliğin veya adaletsizliğin tam tersine: “Babalar koruk yedi de oğulların dişleri kamaştı artık denilmeyecek. Günah işleyen herkesin kendi dişleri kamaşacak, herkes kendi günahından sorumlu olacak...” türden güzel ve doğru ayetler de vardır: (Bak. Hezekiel.18:1-4. Yeremya 31:29-30.) Şimdi Kutsal Kitaptaki karşıt ayetlerden doğru, dürüst, adil ve hak olanı, SİZİN vicdanınızca, mantığınızca hangisi olmalıdır? Ayrıca bu çelişkiler neden var? Birilerinin Tanrısal adalet kavramıyla oynadığı ortada değil mi? Birilerinin de bu tür çelişkileri günümüze dek “kutsal Tanrı esini” (!?) diye sakladığı, koruduğu, ortada değil mi?

Ey İmanlı, Ey Hristiyan! UYAN ve Tanrına feryat et! Bizzat Kendi Kitabındaki bu tür rezaletlere artık bir son versin!

RUHSAL VE FİZİKSEL ÖLÜM ÇELİKİSİ!

Romalılar 5:12.) ayetine göre, fiziksel ölüm, tek bir nedenle, yani “günah” yüzünden dünyaya gelmiştir. O halde, günahtan hiç haberi ve ilgisi olmayan masum bebekler ve çocuklar da, büyükler gibi niye fiziksel ölüme mahkum oluyorlar? Onlar da günah bilincine ulaşınca veya günah işleyince ölüme mahkum olmaları gerekmez miydi? Bu çelişki neden?

Ayrıca eğer gerçekten de fiziksel ölüm “günah” yüzünden dünyaya gelmişse; günaha da İsa kurtarışıyla arınma ve çözüm bulunmuşsa; İsa’nın kurtarıcı kanıyla günahlarından arınan imanlılar, niye hala ölüyorlar. Yani: İlk insan Adem’in günahı, - ayete göre - hem fiziksel hem de ruhsal ölümü getirmişse; İsa da “gökten gelen ikinci Adem” olarak, birinci Adamın günahını ortadan kaldırmışsa; (Bak. Rom. 5:12. ve Yu. 1:29.vb.) Bu gibi ayetler eğer gerçekse; günahtan veya günahın getirdiği fiziksel ölümden, imanlılar niye hala kurtulamadılar? Niye hala ölüyorlar?

İmanlılar hala bedenen öldüklerine göre, yoksa Rab İsa’nın kanı, vaat edildiği gibi: “günahlardan” kurtaramamakta mıdır? “İmanlılar ruhsal ölümden kurtuldular” mesajı yaygındır. Buna da dokunan olmaz. Çünkü elle dokunulan ve gözle görünen bir olay değildir. Sadece “iman etme” işidir. Oysa Tevrat’a göre, Ademin günahı sadece “ruhsal ölüm” getirmemiş; ama ruhsal ölümle beraber “Bedensel ölümü” de beraberinde getirmiştir. Günahlara çare ve çözüm eğer İsa’nın kanıyla gerçekleşiyorsa, o halde soru şudur: Ademin günahının doğurduğu “bedensel ölümün lanetine” İsa’nın kanı yetmemiş midir? Çare ve çözüm getirememiş midir? Neden hala imanlılar bedenen ölüyorlar?

Elle dokunulmayan ve gözle görünmeyen “ruhsal ölüme” “inanç yönüyle” “İsa’nın kanı, çare ve çözüm getirmiştir” diyenler çok! “Ruhsal ölümün” kanıtını soramazsınız çünkü elle tutulmaz ve gözle görünmez. Sadece iman edilmelidir. Oysa diğerinin, yani “bedensel ölümün” kanıtını sorabiliriz, çünkü elle tutulur ve gözle görünür tarafı vardır. “Ruhsal ölümün” kanıtını soramayız ancak “İman” (!?) edilerek çözülmüş gibi gösterilecektir. Oysa “bedensel ölümün” kanıtını sorabiliriz. “Bedensel ölümün” kanıtı, ruhsal ölüm gibi sadece “iman etmek” bahanesiyle bertaraf edilemez. Çünkü hala ölüyoruz!!! Bu nedenlerle “Bedensel ölümden” İsa’nın kanıyla kurtulduğumuzun, yani çözüme kavuştuğu inancı, sadece aldatmaca ve safsata olmuyor mu?

Eğer “bedensel ölümden” kurtuluşu İsa’nın kanı ve kurtarışı SAĞLAYAMIYORSA; gözle görünmeyen ve elle tutulmayan sadece “inanç” gerektiren “ruhsal ölümden” kurtarabildiğinden nasıl emin olabiliriz? Çünkü ÖLÜM LANETİ geldiğinde, sadece ruhsallığa değil, BEDENE DE, ikisine birden lanet gelmiştir. Lanet İsa’nın kanıyla kaldırılmışsa, bu kurtarış hem bedeni hem de ruhsallığı kapsamalıdır. Bedenin laneti hala duruyorsa, yani hala bedenen ölüyorsak, o zaman ruhsallığın laneti de duruyor demektir. Şu halde, Romalılara 5:12 gibi ayetler dahilinde, İsa’nın kanı ve kurtarışının “bedensel ve ruhsal ölümün lanetlerinden” KURTARMAKLA PEK İLGİSİ BULUNMAMAKTADIR.

Günah tohumunun, irsi, kalıtsal veya genetik olarak masum bebeklere bulaştırılması; Masum bebeklerin doğar doğmaz “günahkar” olarak damgalanması, sizce hak, adalet ve dürüstlük müdür? Lütfen okuyun: “Ben günah içinde doğdum, anam bana günah içinde hamile kaldı.” ( Bak. Mez. 51:5. vb.) Eğer fiziksel ve ruhsal ölüm “birinci Ademin günahı” yüzünden dünyaya girdiyse; ve “ikinci Adem” yani İsa Mesih, “birinci Adem’in” dünyaya getirdiği günahını etkisiz ve iptal etmek için dünyaya geldiyse; “birinci Adem’in” günahının getirdiği fiziksel ölüm, niçin hala kalkamamıştır? İsa’nın kanı ve kurtarışı, sadece ruhsal ölümü mü kaldırabilmiştir? İsa’nın kanı ve kurtarışı, BEDENSEL ölümü kaldırmaya gücü yetmemiş midir?

Dirilişiyle “ölümü yenen, zafer kazanan, gökte yerde tüm hakimiyeti alan” İsa, BEDENSEL ölümü niçin hala kaldıramamıştır? Yoksa bu inançlar sadece teorik olup, pratik gerçeklerle ilgisi olmayan SADECE “dinsel, iman kaideleri midir?

“Ruhsal ölümden kurtulmanın” görülebilen bir tarafı yoktur. Sadece “imanla, umutla” beklenmesi gereken bir şeydir.. Oysa BEDENSEL ölümden kurtulmuş olmanın, görülebilen, elle tutulabilen tarafı vardır. “Ruhsal dirilişe” görülmediği için inanmak kolaydır. Ama fiziksel dirilişi görmek gerekir. Çünkü sadece iman etmek değil, ama görülebilir durumda olmasıdır. Eğer “günah” olayı hem ruhsal, hem de bedensel ölümü birlikte getirmişse; günah olayının çözümü, ruhsal ölümle birlikte bedensel ölümü de kaldırmış olması gerekmez mi?!

Eğer “birinci ve ikinci Adem” benzetmesiyle aldatılmıyorsak, bedensel ölümün kalkması için, niçin hala “İsa’nın ikinci gelişine dek” beklemek zorundayız?

Eğer “Ademin dünyaya getirdiği lanetini ve ölümünü” ceza olarak taşıdığımız inancında aldatılıyorsak; bu kez daha yalın bir gerçekle karşılaşırız: ÖLÜM = eşittir = (Ademin laneti ve getirdiği günah falan değil!) sadece DOĞA KANUNU! Bakın saf, temiz, masum, günahtan hiç haberi olmayan bir bebek, nasıl ölüyorsa, yani günahlı insanın ölmesi gibi; günahtan hiç haberi ve bilgisi olmayan hayvanlar da bitkiler de, tüm hareketli canlılar da, bebekler de öyle ölüyorlar!

“MERCEDES” marka bir arabanın, “günahla, lanetle” ne ilişkisi olabilir ki? Fabrikasından pırıl, pırıl çıkıyor. Gençliğini, olgunluğunu ve ihtiyarlığını yaşıyor ve sonunda o da DOĞA KANUNUNA yani ÖLÜME mahkum oluyor ve araba mezarlığına atılıyor! Doğan, yaşayan her canlı, günahı bilir veya bilmez, işler veya işlemez ölüme mahkumdur. Bu da ayrımcılık yapmadan herkese uygulanan DOĞA KANUNUDUR!

Ama bu doğa kanunu, insanın hoşuna gitmiyor! Mutlaka dinin bir sapına yapışmalı! “Kurtuldum... kurtulacağım..., tekrar dirileceğim... günahlarım bağışlandı...” demek insanın hoşuna gidiyor. “Günahları bağışlanan, kurtulan, yeni insan olan, yeniden doğan.... insan” ama tecrübe vaktinde her şeyiyle aynı insan! Öfkelenen, bağıran, çağıran, küplere binen, döven, vuran, kıran, gasp eden, yalan söyleyen, iftira atan, ruhen ve bedenen öldüren; yükselmek, üstün olmak, kariyer elde etmek, gururlanmak için, her türlü haltı yiyen AYNI İNSAN! Yani “eski hamam eski tas!”

Bir örnekle bu çelişkiyi de noktalayalım: Eğer elinizi zehirli bir haşarat ısırmışsa, zehrin etkisiyle de eliniz hem şişmiş de ağrıyla zonkluyorsa; doktora gittiğinizde eğer doktor hastalığı iyi teşhis etmiş ve gereken ilacı vermişse; elinizdeki hem şiş inmiş, hem de ağrısı geçmiş olacaktır. Yok eğer, verilen ilaç sadece şişi indirmiş, ama zonklayan ağrı gittikçe artarak devem ediyorsa; ya doktor acemidir; ya hastalığı iyi teşhis edememiştir; ya da verdiği ilaç doğru ilaç değildir! İsa Mesih aracılığıyla lanete ve ölüme şifa ve kurtuluş alan insan, sadece “ruhsal ölümden” (!?) kurtulmakla kalmamalı, ama beraberinde, aynı zamanda BEDENSEL ÖLÜMDEN DE KURTULMALI! Bu örnekle inşallah, bu çelişkili “ÜNLÜ inanç” daha iyi anlaşılmış olur!

“TAS BAŞLI” VAHŞET TRAJEDİSİ

Tevrat’ın 2. Krallar 2:23 ayetinde trajik bir vahşet olayı var. “Peygamber Elişa,” “Beyt – el’den çıkarken” birkaç yaramaz ve terbiyesiz çocuk Elişa peygamberle alay ederler. Peygamberin başı ya çok yuvarlaktır, ya da büyük bir ihtimalle saçları dökülmüş olduğundan başı tasa benzemektedir. Çocukların eğlence sözleri şöyledir: “Çık tas başlı, çık tas başlı...” O yaramaz ve terbiyesiz çocuklara Peygamber LANET eder. Bunun üzerine ormandan iki ayı çıkagelir ve eğlenen o çocukları YIRTARLAR. Yırtılarak parçalanan çocukların sayısı tam kırk iki tanedir.

Şimdi olaya bakıyorum, bir de vicdanıma bakıyorum, karşılaştırınca müthiş bir felaketle, trajediyle, korkunç bir felaket ve vahşetle karşılaşıyorum! Eğer bu pasaj sonradan Kutsal Kitaba sokulmadı ise, yazıldığı gibi gerçekse, koskoca Elişa peygambere yaptığı bu olayı hiç mi hiç yakıştıramıyorum.

Evet çocuklar terbiyesiz, evet yaramaz ve alaycı; ama Elişa peygamber: Sende hiç mi insaf yok? Hiç mi acıma, merhamet yok? Hiç mi sevgi ve adalet yok?... Sen yaşlı başlı, tecrübeli, deneyimli bir Tanrı adamısın! Sana yakışan, o çocukları şefkat dolu bir hoca gibi etrafına toplayıp, tatlı ve bilge dilinle, sevgi ve belagatınla... EĞİTEMEZ Mİ İDİN? Yola getiremez mi idin? Terbiye etmekten yoksun biri mi idin? Onları utandırmakta, pişman etmekte, özür dilemekte, tövbe ettirmekte, değiştirmek ve güçlendirmekte hiç mi nasibin yoktu? Bu gibi erdemlerden hiç mi nasibini almamış biri idin?

Senin, Tevrat tanrısının ilk insana yaptığı gibi; “lanetten,” “öldürmekten,” ve “vahşetten” başka bildiğin iyi bir şeyin yok mu idi? Üstelik Tanrının sana verdiği ruhsal armağanı, “İlya’nın iki kat Ruhunu” kötü ve bencil amaçların için mi kullanmalıydın?...
Şu satırları yazdığım anda, ayıların yırtarak parçaladığı 42 çocuğun canhıraş feryatlarını, korkularını, acılarını, parçalanmalarını... duyar gibi oluyorum! 42 zavallı çocuğun 42 zavallı anne ve babaların, ölü çocuklarının yırtılmış cesetlerini kaldırırken yaşadıkları sinir krizlerini, yürek parçalayıcı acı feryatlarını duyar gibi oluyorum...

Hey gibi koca Elişa peygamber hey! Kamu oyuna bırakacağın iyi mirasın, iyi örneğin bu mu olacaktı?????? Yoksa günahını almayayım; zamanla Kutsal Kitaba yapılan deformasyonlardan biri midir bu TRAJİK VAHŞET DE!

“HANANYA VE SAFİRA” TRAJEDİSİ!

İncil’de “Hananya ve Safira” adlı kişiler, mülk sahibidirler. O dönemde mülkleri olanlar satıp, eşit biçimde fakir imanlılarla paylaşmak için Elçilere teslim ediyorlar. Hananya ve Safira çifti de, bu sosyal dayanışmaya katılıyorlar. Ancak “ne olur ne olmaz, belki ilerde bu sistem böyle yürümez, bozulma olabilir...” düşüncesiyle, sattıkları mülkün bir kısmını gizlice kendilerine ayırıyorlar. Sanki diğer verenler gibi mülklerinin tümünü verdikleri yalanını söylüyorlar. Evet, mülklerinin tümünü verdiklerine dair bir yalan söylüyorlar ama, yine de mülklerinin büyük bir kısmını hibe ediyorlar.

Elçi Petrus, bir şekilde onların yalan söylediklerini ve mülklerinin bir kısmını gizlice kendilerine ayırdıklarını biliyor ve onları sorguluyor. Diğerleri gibi vermemek utangaçlığını örtmek için, yalan söylüyorlar! “Hepsini de verdik” diyorlar. Söyledikleri bu yalanı tespit eden Elçi Petrus, kendisine verilen mucizevi armağanını kullanarak; işin içine Kutsal Ruhu, Tanrıyı da katarak ne yapıyor biliyor musunuz? Tıpkı “Tevrat tanrısının” ilk insana yaptığı gibi; onları tövbeye, özür dilemeye, pişmanlığa, affa, eğitime, yenilenmeye, rehabiliteye, değiştirmeğe, güçlendirmeğe... asla fırsat vermeden, acımasızca, aniden ölüme gönderiyor! “Düşüp öleceksiniz” dediğinde, karısı ve kocası, arka arkaya ikisi de düşüp ölüyorlar! (Bak. Elç. İş 5:1-11.)

“Hananya ve Safira’ya” bu trajik ve haksız olay niçin oldu? Hananya ve Safira birer kobay mıydılar? Yoksa Petrus’un zaman, zaman baş gösteren “Yahudi şeriatçılığı damarı” mı tuttu? Yoksa başlangıçta zavallı Adem ve Havva’ya tövbe, özür dileme, pişman olma, yenileme, eğitme, değiştirme, güçlendirme gibi erdemleri uygulamayan; “Yaradılış kitabı tanrısının” tortuları, burada İncil’de mi yine boy gösteriyor?

Kilise tarihinde hiç mi böyle saklı gizli günahlar, olaylar olmadı? Bazılarının buradaki trajediyi güya çözmek için yaptıkları zoraki yoruma göre: Güya “kiliseyi temiz tutmak” (!?) için bu işlem yapılmış!” Tüm kilise tarihi boyunca, hangi kişi böyle aniden vurulup öldürüldü? Zavallı kurbanlar, paralarının yarısını da bağışlamışlardı. Petrus, Hananya ve Safira’dan aldığı hibe paralarını ne yaptı? Aldığı paraları da onlar gibi imha mı etti acaba, yoksa kullandı mı? Bunu bilemiyoruz, çünkü yazılmamış.

Böyle beyaz bir yalan için, aniden vurulup öldürülmeleri mi gerekiyordu? Yoksa, beraberce diz çöküp, onları tövbe ettirmek, af, özür diletmek, itiraf ettirmek, bağışlatmak, İsa’nın şefaatçılığına sığınmak, eğitmek, yenilemek, pişman olmalarını sağlamak, güçlendirmek... gibi önemli ve güzel erdemler, yöntemler varken; bu gibi erdemler veya yöntemler kullanılmadan, yine Tekvin kitabındaki acımasız tanrı mı iş başına gelmektedir....?

Kilise tarihi boyunca, Hananya ve Safira’dan daha beter üç kağıtçılar, hileler, yolsuzluklar, maddi ve manevi gasplar, çeşitli günahlar... olmuştur ve hala da olmaktadır. Onlardan günümüzde tanıdıklarım, ellerini kollarını sallayarak, üstelik onurlandırılarak ve ödüllendirilerek... yaşadıklarını deneyimlerimle biliyorum! Buradaki olay, gerçekten olmuş mudur? Kutsal Ruh, gerçekten böyle, haksız, adaletsiz, başkalarına uygulamadığı ayrımcılığı Hananya ve Safira’ya gerçekten yapmış mıdır diye tereddüt içindeyim!

Bu tereddüt, bana sanki “Tevrat tanrısının” tortularının İncil’e aktarıldığı izlenimini veriyor! Ya SİZ ne dersiniz değerli okuyucularım? Böyle bir ayrımcılığı, erdem ve sevgi yokluğunu, aniden vurup öldürmeği, mallarının yarısını bağışlayan, ama ufak bir yalan söyleyen bu kişilere; bu ufak yalanları için, lanetle öldürülmelerini hak ve reva görüyor musunuz? Yoksa tövbe, özür dileme ve pişmanlık yoluyla, bu kişilerin topluma ve kiliseye tekrar kazandırılmasından yana mısınız?

GÜNAH AFFI, ARINMA, KURTULMA,
VE OLGUNLAŞMA İÇİN “MESİH” YETMİYOR MU?
“ATEŞLİ POTALRDA ERİTİLEREK” ACI ÇEKMEĞE NE GEREK VAR?

Başka dinlerin İsa Mesih gibi kan döken, kurban olan, fidye veya bedel veren, günahları temizleyen Kurtarıcıları yoktur. Bu yüzden onlar, denenmelerle, karşılaştıkları çeşitli acı ve çilelere sadık kalarak..., günahtan arınma ve kurtuluşa nail olma inancına sahip olabilirler. Oysa Hıristiyanlığın temel inancına göre: “Günahlardan arınmanın, kurtulmanın ve olgunlaşmanın tek yolu İsa Mesih’in kurbanı ve döktüğü kanı” olmaktadır.

Oysa böyle denilmesine ve inanılmasına rağmen; “tek yol ve tek çare” denilen inancın yanında; bu inançla tutarsız ve çelişkili ikinci bir günahlardan arınma, kutsallaşma veya olgunlaşma şekli vardır. Hıristiyanların çoğunun dikkat etmediği veya körü körüne kabul ettiği bu çelişki de şudur:

“ATEŞLİ POTALARDA ERİTİLEREK”,
“İŞKENCELER ÇEKEREK, ARINMAK VE OLGUNLAŞMAK!”

İncil’in aşağıdaki ayetlerine göre: “Günahların yanarak erimesi, daha ziyade kutsallaşmak veya olgunlaşmak için: ateşli potalarda altın gibi yanarak eritilmek, denenmelerde acı çekmek; çekilen tüm elemler ve çilelerle, arınmak, kutsallaşmak ve olgunlaşmak” gerekmektedir. Bu görüşleri destekleyen ayetlerden işte birkaçı: (Bak. 1.Pet. 1:6-9. 4:1. 4:12-14. Yak. 1:2-3. İbr. 11:35-39. Elç. İş. 14:22. vb. Lütfen ayetleri okuyunuz!)

Şimdi soru ve sorun şudur: Günahlardan arınmak için İsa Mesih’in kurtarıcılığı, döktüğü kanı, veya kurbanı yeterli olmuyor mu? Diğer dinlerde olduğu gibi; arınmak, temizlenmek, olgunlaşmak için ille de yine: “ateşli potalarda eritilerek acı çekmek, denenmek; çilelerde, elem potalarında eritilmek mi gerekmektedir? Eğer günahtan arınmak ve olgunlaşmak için bu gibi eylemlere de gerek varsa, İsa Mesih’in kurtarıcılığı yetersiz veya eksik kalmıyor mu?

Paganlıkta, doğu dinlerinde, ayakkabılarının içine nohut taneli koyarak, çivi yataklara yatarak, çeşitli işkencelerle tanrılarını hoşnut etme inancı, acaba İncil yazarlarını, kopya çıkaranları veya tercümanları da mı etkilemiştir? Acaba bizim sevgi dolu, sevecen Tanrı Babamız da, pagan tanrıları gibi, bize işkence çektirmekten hoşlanıyor mu?... İşkence çektirmekle mi sevgimizi öğrenecek? Öğrenen ve acımasız biri, Tanrı olabilir mi?

İMANLA ŞİFA BULMAK! İYİLEŞMEK İNANCI!

İmanla hastalıklara şifa vermek, iyileştirmek veya şifa bulmak inancı, Kutsal Kitap sayfalarında birçok ayetlerde bolca vaat edilir. İşte bu ayetlerden bazıları:

“Şu işaretler iman edenlerle beraber gidecektir: Benim ismimle cinler çıkaracaklar, yeni dillerle söyleyecekler, yılanlar tutup kaldıracaklar, öldürücü bir şey içseler onlara hiç zarar vermeyecek, hastalar üzerine ellerini koyacaklar ve onlar iyi olacaklar.” (Bak. Markos 16:17-19.)

“İman edene her şey mümkündür!” (Mark. 9:23.) “Dua edip almış olduğunuza iman edin, size olacaktır.” (Mark. 11:24.) “Benim ismimle her ne dilerseniz onu yapacağım...” (Yu. 14:13.) “İman duası hastayı kurtaracak...” (Yakup 5:14.) “Mısırlılara verdiğim hiçbir hastalığı size vermeyeceğim, çünkü Ben şifa veren Rabb’im” (Çıkış. 15:26.) “Bizim zayıflıklarımızı kendisi (İsa) aldı ve hastalıklarımızı yüklendi...” (Matta 8:17.) “Onun bereleriyle biz şifa bulduk...” (İşaya. 53:5.) v.s.

Oysa bu ihtiyar yaşa geldim; gerek sözde şifa vericileri gördüm ve denedim; gerekse de ailemde, çevremde, birçok İMANLI hastalar gördüm. Eğer gördüğüm şifa vericiler gerçek olsalardı, alınlarından öperdim, başıma da taç ederdim! Oysa, maalesef öyle değillerdi. Verdikleri sözde şifalar, telkinle olan, psikolojik olaylardı. Tanıklık edenlerin söyledikleri iyileşmeler de, psikolojik, telkinsel olaylardan ileri gitmiyordu...

Ailemde, imanlı çevremde ve kendimde gördüğüm hastalıklarda ise, onca dua, feryat, göz yaşı, oruç tutma... gibi hararetli isteklerimize rağmen şifa alamadık! Hastane kuyruklarında, gece yarılarında sıra beklemek, ilaç kuyruğu çileleri, bazen de kendi paramızla kutu, kutu yan tesiri olan ilaçları kullanmaktı. Şu yazıları yazarken bile, hala ilaçlara ihtiyacım var ve Kutsal Kitapta vaat edilen Tanrısal şifaları alamıyorum! Ne ben, ne ailem, ne de çevremde gördüğüm diğer “imanlı kişiler”!

Bu zorluk ve çelişkileri görenlerin, güya sorunu çözmek için buldukları çok kolay bir yolları, çok ucuz bir faturaları var: “İMAN ETMİYORSUNUZ DA ONUN İÇİN ŞİFA ALAMIYORSUNUZ...! Be hey insafsız yorumcu! Hastane kuyruğu, ilaç kuyruğu, doktorun yanlış teşhisi, ilacın yan tesirleri gibi işkenceler yokken; sadece iman etmekle hastalıklardan kurtulmak gibi bedava, kolay, mükemmel... bir iyileşme varken; bana söyler misiniz, KİM İMAN ETMEK İSTEMEZ? Ateist bile olsa, bu şartlarda ateizmini atar ve iman etmek istemez mi?

O halde, yukarıdaki “imanla gelen şifa, iyileştirme ve iyileşme vaatleri” bol keseden atılan, abartılan, aslı astarı olmayan... vaatler olmuyor mu? Bazı kanser, kötü huylu tümör, gibi ciddi hastalıklardan şifa bulanların tanıklıklarını televizyonlardan görüyor ve işitiyorum. Bunlar, çok belli ki “imanlı” çevrelerinden değil! “Hastalığı mutlaka yeneceğim” deyip galip olanlar olduklarını söylüyorlar. İmanla ve Tanrıyla işleri, alakaları yok! Bireysel azmin işi olabilir.

Ama nasıl oluyorsa, doğa mı desem, yapılan tedavilerin olumlu sonuç vermesi mi desem, onların dediklerine göre karakter yapıları, morallerini çok yüksek tutmalarından mı? Her nedense bazıları kötü ve ölümcül hastalıklarından iyi oluyorlar. Ama böyleler, hiçbir defa “imandan, Tanrısal şifa vaatlerinden” söz etmiyorlar. Çünkü ilgileri ve bilgileri yok ki söz etsinler! Ama bir “imanlı” bu tür ölümcül kötü bir hastalığından iyileşirse, hemen nedeni “imanına ve Rabbe” bağlıyor.

Ne yani, şifa vermek bakımından Tanrı da mı ayrımcılık veya torpil yapıyor? Eğer bu iş “imanla” oluyorsa; biri de şifa alabilecek ağırlıkta iman edebilmişse; onun imandaki bu yoğunluğu kendisinden mi gelmiştir? Yoksa bu imanı Tanrı mı vermiştir? İşte bu sorunun net yanıtı: “İmanı başlayan ve tamamlayan İsa’dır.” (Bak. İbranilere 12:1.) Eğer imanımızı başlayan ve tamamlayan İsa ise; Ona bakmamızı sağlayan da yine O olduğuna göre, niye bazılarının imanını tam yapıyor, ama bazılarının eksik bırakıyor? Böyle bir ayrımcılık veya torpilcilik, dünyada olduğu gibi, İsa’ya veya Tanrıya yakışır mı? Yoksa işin içinde “iman etmiyorsun” yargısından başka gerçekler de mi var?

Eğer yukarıdaki ve benzeri ayetlerde görülen Tanrısal iyileştirme vaatleri, İncil’in, Tanrı’nın, İsa’nın orijinal vaatleri ise, neden Türkiye’de ve dünyanın etrafında, binlerce İMANLILAR hastanelerde, yataklarında, hala sürünüyorlar! Yoksa bu güzel, hoş ve çekici vaatler, İncil’e süs olsunlar diye mi yazıldı? Yoksa İncil’e süs olsun diye yazılanlar, gerçek Tanrı vaatleri olmayıp, diğer saldırı deformeleri gibi, bizi aldatan, hayal kırıklığına uğratan deformeler midir?

Çeşitli kiliselerde “şifa vaazları” veya “şifa ilahileri” mucizeler... hararetle söylenirken; astımdan zorlukla nefes alanları, öksürükten boğulanları gördüm. Hatta kendim bile çok hastalıklar yaşadım! Haydi ben “imansız” olayım! Peki o kadar başka “imanlı” insanlar, misyonerler, pastörler, vaizler, gönüllü müjdeciler, kilise büyükleri, misyon kuruluşları... bunlar da mı imansızdılar?

Uzun zaman hastalıklarla hastanelerde, yataklarda süründüler, şifa bulmaları için onlara dualar edildi... ama sonunda hastalıkları çeke, çeke öldüler! İşte, gerçek Tanrı esini olmayan, ama “Tanrı esini” diye aldatılanların karşılaştıkları aldatmacalar ve hayal kırıklıkları... Bunlar, Kutsal Kitaba zaman sürecinde sokulan saldırıların ve deformelerin hüsranları oluyor maalesef!

HAÇLA ORANTILI DEĞİL

Tanrının “sevgisinin boyutuna” baktığımızda, en yüksekteki, ZİRVEDEKİ, Tanrısallığa yakışan bir sevgiyle bizi seviyor. Tanrı sevgisinin zirve boyutunun kanıtı ise: “Uğrumuza verdiği en sevgilisi, Kendi özünden olan Biricik OĞLUDUR!” Tanrı bize “Biricik Oğlunu” vermekle, sanki Tanrısal servetinin tüm kasalarının tüm kapılarını bize açmış gibi görünüyor. “Biricik Oğlunu esirgemeyen, Onunla beraber de BÜTÜN ŞEYLERİ bize nasıl ihsan etmeyecektir?” ayeti de bunu gösteriyor. (Bak Rom. 8:32.)

Tanrı bizden “Biricik Oğlunu esirgemiyor,” “Göksel ve Tanrısal hazinelerinin tüm kapılarını bize açmış” durumda... Ama gel gör pratiğine bak ki, bir miligram bile şifa vermekten çekiniyor!!! Şifa vermek için kılını bile kıpırdatmıyor! Annemin felcine, babamın felcinde... o denli yalvarmalarımıza, göz yaşlarımıza, oruçlarımıza... rağmen şifa vermedi! Altlarından alarak bizlere yıllarca cefa çektirdi... Kan şekerime, Prostatıma, Glokomuma, Tansiyonuma, Kalp damar hastalıklarıma, sinirsel travmalarıma... hatta gribime ve nezleme bile şifa vermiyor. Gerçek şu ki, ilaç torbalarımla yaşıyorum!

İsa Mesih’e gelince, o da benim ve bizim için seve, seve “CANINI VERİYOR!” Canını verebiliyor ama, gel gör Paradoksa bak ki, şifamız için o da kılını bile kıpırdatmıyor! Beni ve diğer imanlıları, ilaç paketlerimizle baş başa bırakıyor! Ne diyelim? Başlıktaki gibi, Baba Tanrının ve İsa Mesih’in sevgileri, HAÇLA, HAÇLANMAYLA hiç mi hiç ORANTILI değil” dersek doğru değil mi? Gerçek değil mi? Yanılıyor muyum?

İSA’NIN TEVRAT’TA AÇTIĞI DELİKLER!

Yahudilerin din adamları İsa’ya niçin kızıyor, sinirleniyor, küplere biniyor ve Onu öldürmek istiyorlardı? Yaptığı mucizeleri “Şeytanların başı ‘Beelzebul’ ile yaptığını iddia edip; neden ret ediyorlar ve Onu neden “cincilikle, sihirbazlıkla” suçluyorlardı? Çünkü İsa’nın, Tevrat dinine karşı çıktığını, Tevrat’ta delik açtığını görüyorlardı! Dinin kurallarını hiçe saydığını, ihlal ettiğini, başka “yeni bir din” kurmaya çalıştığını da görüyorlardı. “Yahudi dinini” yok etme çabaları içindeki bir “yalancı peygamber” hatta babası olmayan bir “piç” olarak görüyorlardı. Peki ama neden? Çünkü İsa, yaşantısında öğretileriyle Tevrat’ta birçok delikler açmıştı!
İşte İsa’nın Tevrat’ta açtığı deliklerden bir kaçı:

1.- VAHŞİ TAŞLAMA ÖLÜMÜ! (Bak. Tesniye 22:22-24. Ve Levililer. 20:10)

Orijinal Sevgi Tanrı’sının böyle acımasız, vahşi ve çılgın bir emir vereceğini asla düşünemiyorum! Tevrat’tan kopya alan, İran ve benzeri koyu Müslüman ülkelerde bu tür uygulamalar yapılırken; televizyondaki o trajik “vahşi taşlama ölümünün görüntülerine bakamıyorum bile! Yüzümü yana çeviriyorum! Büyük ihtimalle, Tevrat dönemdeki ilkel, vahşi insanların adalet, hak, dürüstlük anlayışları böyleydi.

Peygamber Musa’nın çevresindeki milletlerin, kültür, adet ve gelenekleri böyle olduğundan;. büyük ihtimalle Musa da kendi “peygamber” inisiyatifiyle böyle bir emir vermiş olabilir! Ama ne yazık ki bu uygulamayı çevredeki putperest milletlerin geleneklerinden aldığını yazma cesaretini kendinde bulamadı!!! Maalesef bu vahşi olayı da Orijinal Tanrıya mal etti! Belki de Musa değil ama sonradan gelenler bu emri icat edip, Musa peygambere ve Tanrıya mal etmiş olabilirler. NEDEN VE NASIL MI?

Çünkü Hümanizmin zirvesindeki, kalbi insan sevgisiyle dolu olan; Hayranı olduğum HARİKA İSA Mesih’im, “şeriattaki” bu VAHŞİ EMRİ UYGULAMADI VE DE UYGULATMADI! Başka sözlerle, şeriatın bu VAHŞİ uygulamasını saf dışı edip; GEÇERSİZ kıldı ve İPTAL ETTİ! Bununla da “şeriatta” büyük deliklerden birini açtı. Eğer İsa, şeriatın bu VAHŞİ VE ÇILGIN öldürme emrine karşı çıkmasaydı; İncil 8:11 de anlatılan, zinada tutulan o kadına, şeriatın bu emrini bizzat İsa, Kendisi uygulaması gerekirdi! Ama hamtlar olsun ki İsa, vahşi “taşlayarak öldürme” olayını ne kendisi uyguladı, ne de o fanatik, despot din adamlarına uygulatmadı!

Buradaki net tablo görüntüsü şudur: Bir tarafta, yani Tevrat şeriatında vahşice taşlama öldürmesi; ama öbür tarafta, İncil’de tam tersine, İsa’nın zina işleyen kadına uyguladığı; tövbe, özür dileme, pişman etme, bağışlama, af etme, eğitme, yenileme, güçlendirme, rehabilite ve topluma veya kiliseye tekrar kazandırma erdemlerinin doluluğu!!!

Zina işleyen kişiler Tevrat’ta vahşice taşlanarak öldürülmesine karşın; İncil’de neden öldürülmüyor? Tam tersine, neden af edilip cennete tekrar kazandırılıyor?: (Bak. Yuhanna 8:11) Bu karakter ve uygulama farklılığı neden? Tanrı İncil döneminde akıllanıyor, uygarlaşıyor mu? Yoksa Tevrat ve İncil’de farklı tanrı karakterleri mi var?

İSA MESİH, NEDEN “TEVRAT TANRISINDAN” 180 DERECE FARKLIDIR?

İsa Mesih, “Tevrat tanrısının” niye tam tersine davranıyor? İnsan hayatını neden bu denli üstün tutuyor ve değer veriyor? Hatta Kendi Canından bile neden daha üstün ve değerli tutuyor? Bir tek “koyununu” / izleyicisini yitirmemek için, neden hayatını bile veriyor? Onları “avucuna resmediyor, avuç içi güvenliğiyle onları koruyor: Yu. 10:11-29. Yeşaya 49:6. Tövbe ve yenilenme fırsatı veriyor: 1. Yu. 1:9 Günahı bilinçlice, kasten yapsalar bile ÖLDÜRMÜYOR! Ama tam tersine onları Cennete tekrar kazandırıyor: Yu. 8:11.vb.

“Yaratılış” kitabı tanrısının yaptığı delilik ve acımasızlık gibi, yarattığı “kamışın” ezilmesine ve “tüten fitilin söndürülmesine” izin vermiyor. Ama tam tersine “ezilmiş kamışı kırmıyor ve tüten fitili söndürmüyor!” Yeşeya 42:3. Tam tersine, onları “yepyeni” yapıyor. Kullanılır, iş görür duruma getiriyor! 2.Kor. 5:17. Rom. 6:4-6. Günah işleyemeyen kendi Tanrısal “DOĞASINA ORTAK” ediyor!: 2. Pet.1:4. Günah “işleyemeyen” “yeni bir doğa” veriyor!: 1. Yu. 5:18. 3:6-9. Kutsal Ruhunun tüm gücü ve donanımıyla “emirlerine ve kanunlarına kusursuzca, mutlak itaat ettiriyor!”:... Hez. 36:25-27. vb. “Tevrat” kitabının tanrısında bu harika olanaklar, erdemler, yok mu? Yoksa daha sonra akıllandı, uygarlık ve sevgiyle mi doldu? Yoksa buradaki Tanrılar farklı ve karakterleri de farklı mı?

Tevrat tanrısının vahşi “taşlama ölüm” emrini kabullenmek bu denli zor ise; “çocukları, bebekleri, hamile kadınları, ihtiyarları... herkesi kılıçtan geçirmek” gibi emirlerini kabullenmek de bir hayli zor olacak! Bence bunları orijinal Tanrıya yüklemek kadar büyük suç olamaz! Olsa, olsa, bunlar zaman sürecinde oluşan deformelerdir! Sevgili İsa’mın Tevrat’ta açtığı delik de ortadadır!

2.- TEVRAT’TAKİ AÇILAN İKİNCİ DELİK:
“POLİGAMİ” YANİ ÇOK EVLİLİK;
İNCİL’DE YASAKLANIYOR!

Tevrat’taki poligamiyi – çok evliliği - yasaklamayan ama müsaade eden tanrı, İncil’de neden tek evlilik dışındaki evlilikleri yasaklıyor? Tanrı, İncil döneminde uygarlaştı ve akıllandı mı? Yoksa farklı Tanrıların farklı karakterleri mi var?

Tanrı, Tevrat’taki poligamiyi – çok evliliği - yasaklamamış ama müsaade etmiştir. Örneğin: Süleyman bin (1000) kadınla evlilik ilişkisi yaşayarak dünya rekoru kırmıştır. (Bak. 1. Kır. 11:3.) Buna rağmen, Putperest kadınlarla evlenmesi eleştirilmekten başka, çok evliliği hakkında ne kahinlerden, ne peygamberlerden ne de bizzat Tanrıdan kendisine bir uyarı, bir yasaklama gelmemiştir. Tevrat sayfalarına baktığımızda, Krallar, Davut, Süleyman, İbrahim, Musa gibi Peygamberler, parası olan zengin her hangi bir İsrailli, istediği kadar kadınla evlenebilirdi. Örneğin: Davut peygamberin 1.- Mikal, 2.- Abigal, 3.- Ahinoam 4.- Batşeba... gibi karıları vardı. Süleyman Peygamberin bin karısı vardı. Hz. İbrahimin: 1.- Sara, 2.- Hacer... gibi karıları vardı.vs.

İncil’de ise, tek kadınla evlilikten fazlası yasaklanıyor! Avrupa gibi uygar ülkeler, bu uygulamayı İncil’den almışlardır! Türkiye’mizdeki “medeni hukuk” da, Avrupa’daki uygar ülkelerden alınmıştır! İncil’de, neden tek evlilik dışındaki evlilikler yasaklanıyor? Tanrı, İncil döneminde uygarlaştı ve akıllandı mı? Yoksa farklı Tanrıların, farklı karakterleri mi var?

Bir tarafta poligami, eğer paran varsa bin (1000) kadınla evlenmekte, dünya poligami rekoru kırabilirsin! (Bak. 1.Kır. 11:3.) Asla da yasaklayan olmaz! Ne şeriat, ne kahin, ne peygamber ne de Tanrı Süleyman’a bin karıyı YASAKLAMADILAR! Ama öbür tarafta İncil’de bir kadından fazla evlilikte yasaklama VARDIR ve çelişki arz eder! (Bak 1. Tim. 3:1.vs.) Bu tabloda da açıkça görülüyor ki, İsa, İncil’de, Tevrat’taki çok evlilik, poligami uygulamasına karşı çıkmış; iptal ederek Tevrat’ta yine başka büyük delik açmıştır!

“BOŞ KAĞIDI” VEREREK TEVRAT’TAKİ BOŞANMA!

“BOŞANMA BELGESİ” YÜZÜNDEN
İSA’NIN TEVRAT’TA AÇTIĞI ÜÇÜNCÜ BİR DELİK!

Tevrat’taki “boş kağıdını vererek karıyı boşamak emrine” İsa şu sözlerle karşı çıkıyor: “Başlangıçta böyle olmadı,” Yani, başlangıçta Tanrı böyle bir emir vermedi. Tam tersine Tanrı: “ikisi bir beden olacak dedi” dedikten sonra; arkasından söylediği şu sözlerle Tevrat’taki “boş kağıdını vermenin yalan bir “esin” olduğunu sergiledi: “Karılarınızı boşamanıza Musa müsaade etti” dedi! Yani “Tanrı” değil! (Matta 19:5-8.) İsa’ya yani bu ayete göre, boş kağıdı vererek karılarını boşamak emrini Tanrı değil, Musa kendi inisiyatifiyle vermiştir.

İsa bunu açıkça vurguladıktan sonra; konuya ilişkin Tevrat’a döndüğümüzde, Tesniye 18:17. ayetten itibaren sürüp gelen 24:1-4 ayetlerine göre, Musa bu uygulamayı KENDİSİ VERMEMİŞ ama bizzat Tanrıdan aldığı bir emir olduğunu görürüz. Şimdi kim doğru söylüyor? İsa Mesih mi? Yoksa Tesniye (Yasanın Tekrarı) kitabı mı? Burada da açıkça görüyorsunuz ki, İsa Mesih kutsal bir cesaretle, Tevrat’ta başka büyük bir delik daha açıyor! “Esin” yalanını ortaya çıkarıyor. Tanrı’nın ilham, -esin- olarak söylemediği, ama Musa’nın kendi inisiyatifiyle söylediği bir sözü, Tevrat sanki Tanrı sözü, esin, -ilham- olarak göstermektedir! İsa bu yalanı ortaya çıkararak delik açıyor!

Ayrıca, bu “emir” veya “müsaadeyi” ister Tanrı vermiş olsun; isterse de Musa kendi inisiyatifiyle vermiş olsun; bu “emir” veya “müsaadenin” içinde çok büyük adi günahlar var. “Yürek katılığı” ne demektir lütfen ayrıntılarını etüt edin. Kısacası “yürek katılığı” büyük günahları kendisiyle beraber getirir. Musa veya Tevrat tanrısı, “yürekleri katı” olanları iyileştirecek, değiştirecek, onaracak, yenileyecek yerde; tam tersine, “yürek katılıklarını” sürdürecek veya teşvik edecek mahiyette emirler veya müsaadeler vermektedir.

Tesniye’de (Yasanın Tekrarı) emredildiği gibi: “bir kadında utanılacak bir şey varsa, (yani ağzı kokarsa, bedeninde çıbanlar, yaralar, yüzünde sivilceler...vs varsa) veya gözünde lütuf bulmazsa boşayabilirsin” şeklindeki, erkek kadın eşitsizliğine; Kocaların bir kral gibi, karıların bir köle gibi; ve sadece kocalara verilen bu küstah veya bencil “hakların” (!?) kadınlara verilmeyişi; katı yürekli kocaların, katı yürekleri nasıl isterse ona göre karılarına muamele edebilme bencillikleri gibi günahları içeren Tevrat yasalarını, bizzat İsa ret ediyor.

Tevrat’taki utanç verici bu emir ve uygulamayı da İsa YASAKLIYOR! Siz bu durumda hem Tevrat’ın yanında hem de İsa’nın yanında olamazsınız. Çünkü İsa, açıkça Tevrat’taki bu bozuk, yolsuz, bencil uygulamaya ilişkin verilen “emir” veya “müsaadeye” KARŞIDIR! Bana sorarsanız, ben İsa’nın yanındayım. Ya siz? O halde “Tanrı sözündeki” bu çelişkiler neden? İsteyen, istediği bencil yasayı Tevrat’a sokabiliyor sonra da “Tanrı Emri” diyerek Tanrıya mal etmeye çalışıyor!

Yukarıdaki uygulamaya göre, değerli kadınları aşağılayan, alçaltan, zavallı, perişan, haksız duruma sokan bir uygulama daha var Tevrat’ta! Eğer kocası bir şekilde karısından bıkmışsa, başka bir kadın almak istiyorsa; sudan bir sebeple, “boş kağıdını vererek” “boş kağıdımı verdim, seni boşadım” diyebilir ve kolayca boşayabilir! Gerekçe ise şudur: “kadın kocasının gözünde lütuf bulmamışsa, kocası kadında utanılacak bir şey bulmuşsa, boş kağıdını yazacak, kadının eline verecek ve onu evinden gönderecek –yani, kovacaktır -” (Bak. Tesniye. Yasanın Tekrarı 24:1-4.)

“Gözünde lütuf bulmamak” gözden düşmek, artık değeri kalmamak, artık ondan hoşlanmamak veya bıkmak...gibi anlamlar ifade ediyor! Kadında “utanılacak bir şey bulmak” da çok kolay! Burada bir örnek bile verilmiyor! Bir hastalık, cüzam, kan akıntısı, ağız kokusu, isteksizlik, halsizlik, aklınıza gelebilecek her hangi bir şey, yani sudan bir sebep! Bilgelik, hak adalet ve sevgi dolu orijinal bir Tanrı’nın böyle bir emir vereceği aklımın ucundan bile geçmez!

İsa’ya gelip onu tuzağa düşürmek için “boş kağıdı vererek karılarımızı boşayabilir miyiz?” diye din adamları soru sorduklarında; onlar İsa’nın bu konudaki düşüncesinin ne doğrultuda olduğunu çok iyi biliyorlardı. İsa’nın, Yahudi Dinindeki bu tür bozuk, uydurma “şeriatlara” karşı çıktığını biliyorlardı. İsa onlara cevaben: “Başlangıçta böyle olmadı... Allah’ın birleştirdiğini İNSAN ayırmasın” diyerek, bu tür bencil ve haksız bir uygulamanın “göksel babasından gelmediğini;” ancak ilkel “İNSANDAN GELDİĞİNİ” söyledi; Tevrat’taki bu emrin “Tanrı’nın emri olmadığını;” Ama İsraillilerin sert kalpliliğinden dolayı “insan” olan Musa’nın emir uydurması olduğunu söylemiştir. (Bak Matta 19:3-9.)

Boş kağıdını vererek karısını boşamak emri, İsa’ya göre: “başlangıçta böyle olmadı, karılarınızı boşamanıza Musa müsaade etti” sözüne bakarak, bu tür boşanma Tanrıdan değil, Musa’dan kaynaklanmaktadır. Oysa Tesniye (Yasanın Tekrarı) 24:1-4 ayetlerine göre, Musa bu uygulamayı güya Tanrıdan almıştır. Şimdi kim doğru söylüyor? İsa Mesih mi? Yoksa Tesniye kitabı mı?

Bir tarafta, yani Tevrat’ta “boş kağıdı vererek” karısını kolayca boşama: Ama öbür tarafta, yani İncil’de ‘zina’ haricinde boşamak yasak! Bu tabloda da, gayet netçe, İsa’nın Tevrat’ta açtığı diğer deliği de görebiliyor musunuz? İnsan ilkelce, cahilce, kadına değer vermeden bencilce bir emir veriyor. Bu Tevrat şeriatına “Tanrı emri” olarak kaydolunuyor ve yıllarca uygulanıyor! Ama İsa gibi cesur, harika, hak sever ve sevgi dolu biri, buna karşı çıkıyor, bozuyor ve: “zinadan ötürü olmayıp karısını boşayan ve başkasıyla evlenen zina eder” diyerek YASAKLIYOR! (Mat. 19:9.)

TEVRAT’TA AÇILAN DİĞER DELİKLER: “DÖRDÜNCÜ KUŞAK”!

Bir tarafta Tanrı: “dördüncü kuşağa kadar” yani, babasının, dedesinin, dedesinin, dedesi... günahlarının hesabını; o soydan gelen dördüncü soya dek ararken; (Bak. Çıkış. 20:5.) Öbür tarafta Hezekiel ve Yeremya gibi peygamberliklerde tam tersine, Tanrı: kimse kimsenin günahını taşımayacağını, herkes kendi günahından sorumlu olacağını söylemektedir. “Babalar koruk yediler de oğullarının dişleri kamaştı diye artık İsrail’de söylenmeyecek. Koruk yiyenin kendi dişleri kamaşacak.” (Bak. Hezekiel 18:1. Yeremya 31:29.) diyen çelişkiler var. Sayın Okuyucum! Sizce hangisi doğru olmalıdır?

“TANRIDA KARANLIK YOK!” “KARANLIĞI YARATAN TANRI!”

Bir tarafta “Tanrıda asla karanlık yok” denmektedir: (Bak. 1. Yuhanna 1:5.) Öbür tarafta ise: “karanlığı yaratan, bela yaratan...” yani, karanlığın kendisinden kaynaklandığı bir Tanrı, var! (Bak. İşaya 45:7.) Bir tarafta sadece iyilik yapan “iyilik” Tanrısı varken; öbür tarafta hem iyilik hem de kötülüklerin kaynaklandığı bir Tanrı var: Bazılarına göre, “sadece iyilik yapan ve kötülükten münezzeh olan” Tanrı kavramı vardır. Böyle kişilere göre kötülük, ya şeytan ya da insandan kaynaklanmaktadır.

Biz de soruyoruz: Dünyamızda “kötülük” olgusu nasıl var oldu? Kötülük olgusunu şeytan mı yarattı yoksa insan mı yarattı? Yaratıcı tek olduğuna göre, tüm olgularla beraber kötülüğü de Tanrı var etmiş, yaratmıştır. İşte ayetler: “Tanrı iyilik ve kötülüğü bilme ağacını yarattı” (Bak. Yar. 2:9.) “Allah’tan iyilik kabul edelim de kötülük kabul etmeyelim mi? (Bak. Eyub 2:10.) (İşaya 45:7.) vs. Bu tür ayetlere göre, Tanrıdan hem iyilikler geldiği gibi, hem de kötülükler gelmektedir. En azından, Tanrı “kötülük” kavramını yaratmamış olsaydı, ikinci olarak kötülüklerin kalmasına ve insandan insana akmasına izin ve müsaade vermeseydi, kötülüksüz bir dünyamız olurdu. Bu kez de, “iyiliğin” negatif alternatifi olmazdı. Ve de “iyiliğin” ne olduğunu tam anlamıyla bilemezdik!

Tanrı kötülük olgusunu iyilik olgusuyla beraber yarattığı gibi, tüm olguların ne anlama geldiğini bilir. “Haksızlık“ olgusunun da ne olduğunu bilir. Bu olguyu yani “haksızlık” olgusunu yaratan da odur. Yoksa ne şeytan ne de insan yoktan “haksızlık” veya “kötülük” yaratacak ve kullanacak durumda değillerdir. Tanrı haksızlığın ne olduğunu bildiği halde, haksızlık yapmaz. Yapamaz değil, gerekirse yapar, ama yapmaz. Çünkü buna gerek duyacak düzeyde aciz değildir. “Tanrıda karanlık yoktur” denirken, belki de “Tanrı asla haksızlık yapmaz” anlamında anlaşılmalıdır.

“TEZ ÖFKELENMEK!” “TEZ ÖFKELENEN BİR TANRI!”

Bir tarafta tez öfkelenmenin hatalarını gösteren Tanrı var: Tanrı, Sül. Özdeyişleri. 14:17 de “Tez öfkelenen akılsızlık eder.”diyor. Yine: “Çok kızan cezasını yüklenecektir.” Der. Sül Özd. 19:19. Vesaire. Öbür tarafta, Tevrat’ta, sık, sık, tez öfkelenen ve küplere binen bir Tanrı var: “Rabb’in öfkesi size karşı öfkelenmesin...” (Tesniye Yasanın Tekrarı 11:17.) “Öfkemde bir ateş alevlendi...” diyor Tanrı. 32:22. “Allah’ın öfkesi alevlendi...” Bak Sayılar 22:22. “Ya Rab, halkına karşı niçin öfken alevleniyor?” Bak. Çıkış 32:10. (Pek çok defalar, tekrarlanan Tanrının öfkeyle dolduğu ayetleri... benzer ayetler çelişkisi.)

TANRI ÖFKELENİR Mİ?

Yaratılan her şey, her duygu, her olgu, her kavram, Yaratıcı Tanrıdan fışkırdığı / kaynaklandığı için, her duyguyla beraber, bizzat öfke duygusu da, Tanrıdan kaynaklanmaktadır. Bu yüzden, Tanrı öfkelenmenin veya öfke duygusunun ne olduğunu çok iyi bildiği halde, öfkelenmez. Öfkelenmesine de gerek yoktur.

ÇÜNKÜ TANRI, ÖFKESİYLE HALLEDECEĞİ HER ŞEYİ; ÖFKESİNDEN DAHA ÖNCE ÜSTÜN VE GALİP GELEN “SÜPER NATÜREL” GÜCÜYLE DAHA KOLAYCA HALLEDEBİLİR! Örneğin: Siz, asi ve itaatsiz olan çocuğunuzu, “çikolata, pasta, dondurma, okşama...” gibi TATLI şeylerle ve TATLI ŞEKİLLERDE yola getirebilmenin mümkün olduğunu bildiğiniz halde; yola getirmek için çocuğunuzun ağzına ACI BİBER dökmeyi tercih eder misiniz? Veya öfkeyle orasını, burasını morartıp, dövüp, dayak sopasını üzerinde kırar mısınız? Bu harika örnek gibi; Tanrı da, öfke duygusuna kapılmaya gerek duymadan; tüm problemleri SÜPER NATÜREL gücüyle çözümleyebilmek için, her tür donanıma sahiptir.

Öfke, “süper Natürel” özelliğe sahip olmayan, ancak acizliklerle çevrelenmiş olan insanın, tatlı sözünün ve tatlı davranışının çözüm getirmediği hallerde, en son baş vuracağı duygusudur. Çünkü öfkelenmek, günaha düşen aciz insanın, günaha “düşüş” ürünlerinden biridir. Bu yüzden öfkelenmek, Tanrı gibi olanakları sınırsız olmayan; ancak olanakları ve imkanları sınırlı olan aciz insanın son çare olarak başvuracağı doğasal duygusudur.

Öfkelenmek, Tanrı gibi gereken her tür süper natürel, yani doğa üstü - olanaklara sahip olamayan aciz insanlığın işi ve doğasıdır! Yani, öfkelenmek, aciz, olanakları kısıtlı, insansal doğanın işidir. Eğer Tanrıyı da, aciz olanakları kısıtlı, insanın doğası gibi, küçümsersek veya aşağıya indirgersek; o zaman Tanrısal olanaklarından ve her şeye gücü yeten durumdan böylesine, aciz bir insan gibi alçaltılmış bir tanrı da “öfkelenebilir” diyebiliriz. Tanrısal Özelliğe ait gerçek Teolojide, HER ŞEYE KADİR OLMAKTA, ASLA öfkelenmek yoktur. Öfkelenen bir tanrı, gerçek ve orijinal “Tanrılık vasfını” yitirmiştir. Putperestlikte, “Cin putları” arasında olduğu gibi, insan icadı, aciz insana benzeyen, mitolojik – efsanevi bir varlık üretilir. Kutsal Kitabın “eski Antlaşmasında” bazı ayetlerde sık, sık rastlanan “öfkelenen bir tanrı profili,” gerçek, yüce, her şeye gücü yeten, orijinal Tanrı asla olamaz. Olsa, olsa, Kutsal Kitaba zaman sürecinde sonradan sokulan sahte ayetler gibi, diğer deformasyonlar gibi deformasyonlar olabilir. .

Öfkenin nevi veya şekli, birilerine göre kutsal, doğru,ve haklı olarak yorumlanabilir. Yorum yapan diğer birine göre ise, aynı öfke, kötü, yanlış ve haksız olarak yorumlanabilir. Bu yüzden öfkenin kutsalını, doğrusunu, haklısını, haksızını... terazide tartamaz ve haklı çıkaramayız. Birine göre “haklı” olan aynı öfke türü, diğerine göre “haksız” olabilmektedir. Öfke, ister doğruluk gerekçesiyle oluşsun, ister yanlışlıkla oluşsun, “ÖFKE,” ÖFKEDİR. “Doğru” veya “Kutsal”olduğunu düşündüğün öfkenin içinde bile, “sevgi”, okşama, yumuşaklık, letafet, tatlılık, şefkat... yoktur!

“Kutsal” veya “haklı” denecek bir öfke türünün içinde bile; esenlik, selamet, huzur, yumuşaklık, şefkat, sevgi... yoktur! Tam tersine, gözleri sanki fal taşı gibi korkunç açılmış, gözleri sanki yerinden fırlamış gibi; gaddarca bağırış, kızgınlık ve sinirlilik... kükrercesine korkunç ses tonları mevcuttur. Öfkelenen hiçbir kişi, “ben şimdi yanlış yerde, haksız olarak öfkeleniyorum!” demez ve diyemez! Derse de çok nadir, ender olarak der. Öfkelenen her kişi her durumda kendini mutlaka “haklı” görür.

İNCİL NE DİYOR?

Bununla beraber, İncil bize öfkenin, 6 erdemden yoksun olmaktan kaynaklandığını öğretir. Bunlar: 1.- “Lütufkar olmamak, 2.- Şefkatli olmamak 3.- Bağışlayıcı olmamak 4.- Esenliğini kaybetmek 5.- Sevgisizlik ve 6.- Yüreği tatlılıkla ikna ve razı edememek bilgesizliğinden kaynaklandığını öğretir. Tanrı ise, şefkatin, lütfun, bağışlayıcılığın, sevginin, yürekleri tatlılıkla ikna ve razı edebilmek bilgeliğinin kaynağı olduğundan, “kutsal öfke” denilen öfke bile olsa, “öfke” Tanrıda asla barınmaz ve kaynaklanmaz:

“Her kötülükle beraber, her acılık, ÖFKE, GAZAP VE BAĞIRIŞ...ve küfür sizden kaldırılsın.” Dikkat edin ki ayette, “ÖFKE” “KÜFÜRLE” AYNI DÜZEYDE YER ALIYOR. Birbirinize lütufkar ve şefkatli olun, Tanrı sizi Mesih’te bağışladığı gibi, birbirinize bağışlayın.” (Bak. Efes 4:31-32.)

Ayete ikinci kez dikkat edin ki, “Tanrı ve Mesih benzeyişinde “ÖFKE” de sizden kaldırılsın” demektedir. Şu halde sık, sık öfkelenen Eski Antlaşmanın tanrısı mı, yoksa “öfkenin kaldırıldığı” Yeni Antlaşmanın Tanrısı ve Mesih şefkati mi? Hangisi tercihinizdir?

TANRI, BİLGE PEYGAMBERİ SÜLEYMAN’A“ÖFKE” HAKKINDA NELER DİYOR?

Tanrıdan esinlenen bilge peygamber Süleyman da “öfkeye” ilişkin şunları yazmaktadır:

“ÖFKELENMEKTE RUHUN TEZ OLMASIN, ÇÜNKÜ ÖFKELENMEK AKILSIZLARIN BAĞRINDA BARINIR.” (Bak. Vaiz. 7:9.) Vs. Tanrımız “ÖFKELENEREK” asla böyle “AKILSIZ” biri değildir, değil mi? “AKILSIZ SEFİHİN ÖFKESİ HEMEN BELLİ OLUR, AMA BASİRETLİ ADAM ÖFKE UTANCINI ÖRTER.” (Bak Sül. Özdeyişleri 12:16.) Tanrımız, “öfke utancını örtecek kadar basiretlidir” değil mi?“ “İNSANIN BASİRETİ / AKILLILIĞI, BİLGELİĞİ, ÖFKESİNİ GECİKTİRİR. SUÇU BAĞIŞLAMASI İSE GÜZELLİĞİDİR.” (Bak. Sül. Özdeyiş. 19:11.)

Tanrımız, suçu bağışlayacak kadar güzel; Öfkeyi geciktirecek ölçüde bilge değil midir??? Birey ne denli sabırlı ise, öfkesini de o oranda geciktirir! “Kibir taşkınlığı ile davranan, öfkede şişkin ve kibirli adamın adı müstehzidir.” (Bak Sül. Özdeyiş. 21:24.) Tanrıyı “müstehzi” yapan, asla böyle öfke sahibi biri yapamazsınız! “Taş ağırdır, kum da bir yüktür. Fakat akılsız sefihin öfkesi ikisinden de ağırdır. Kızgınlık GADDARDIR, ÖFKE DE SEL gibidir.” Sül. Öz. 27:3-4.

Tanrıyı böyle “öfke gaddarı” yapamazsınız, değil mi? “Alaycı adamlar şehri körükler. Fakat HİKMETLİLER ÖFKEYİ YATIŞTIRIR.” (Bak Sül. Öz. 29:8.9.) Tanrımız öfkeyi yatıştıracak ölçüde hikmetlidir, değil mi? “Öfkeli ve kızan adam, kavga çıkarmakla, günahı pek çoktur.” (Bak Sül. Öz. 29:22.) Rabb’imiz, eski antlaşmada yazıldığı gibi: “Allah’ın öfkesi alevlendi.... Rabb’in öfkesi İsrail oğullarına karşı yine öfkelendi...” yazılarak; sık, sık öfkelenerek, “kavga çıkarmakta günahı çok olan biri” gibi değildir, değil mi? vs.

TANRIMIZ, KÖTÜYÜ DEĞİŞTİREN, SÜPER NATÜREL GÜCÜN KAYNAĞIDIR! NİYE ÖFKELENSİN Kİ?

İnsanı yoktan yaratan Tanrı, onu tümüyle, yüz seksen derece değiştirebilir! Bununla ne demek istiyorum? İtaatsizler, söz dinlemezler, asiler, karşı koyanlar, karşı gelenler, baş kaldıranlar, isteğe karşı anlayışsız ters davrananlar, ... karşı tarafı sinirlendirir ve öfkelendirir. Sevgisi, sabrı, bilgeliği, hoşgörüsü, letafeti, ikna yeteneği, İKNA gücü, bağışlaması... sınırlı; DOĞA ÜSTÜ GÜCÜ ise hemen hiç olmayan biz aciz insanlarda, bu GİBİ KÖTÜ zamanlarda “öfke patlaması” çok kolay olur. Yukarıdaki Tanrısal erdemleri kullanabilmek ölçüsünde, “öfke patlaması” ya yavaşlar, ya da hızlanır. Ama Tanrı öyle değildir. Tanrının donanımı, “Tanrı donanımıdır!” İnsan gibi aciz değildir. Tanrı, yukarıdaki erdemlerin daha fazlasını, en mükemmel şekilde, DOĞA ÜSTÜ GÜCÜNÜ kullanarak yapabilir. Bu durumda Tanrı, gözü dönmüş, çılgın, asi, karşı koyan, karşı gelen, baş kaldıran, çılgın... Böyle bir insanın ruhunda, kalbinde, vicdanında ve iradesinde; yani eğilimlerinin veya arzularının tüm mekanizmasında, tatlı bir biçimde yüz seksen derecelik değişim yapar! İncil’deki mucizeyi, yani “Azgın insanı “OTURMUŞ, GİYİNMİŞ VE AKILLANMIŞ” duruma kolayca getirebilir. İşte size İncil’den ve Tevrat’tan bazı kanıt örnekler: İncil Markos, 5:2,15. ayetlerini lütfen okuyun. “Öfke seline” kapılmış bir insandan daha berbat birini görürsünüz! Bağlarını, zincirlerini koparan, sürekli bağıran, herkesi korkutan, kaçıran, kimsenin zapt edemediği “şeytansal öfke selinin lejyonuyla” dolu, çılgın bir adam! Rab İsa’yla karşılaştığı zaman; onu sakinleştirdi, rahatlattı, akıllandırdı, giyindirdi, oturttu... Onu o hırçın ve korkunç durumundan en şeker, en tatlı, en sakin, en akıllı... duruma getirerek; yüz seksen derecelik değişim sağladı! Doğa üstü gücün kaynağı olan Tanrı, insanın ruhu, beyni, vicdanı, anlayışı... ve yüreği üzerinde de her an Egemendir! Bu yüzden Pavlus tarafından söylenen gerçekleri anlaması için “Lidya’nın kalbini (yüz seksen derece) AÇTI!” (Bak. Elç. İş. 16:14.) Aynı zamanda, “Emmaus” yolunda yürüyen, Kutsal yazıları anlamadıkları için de iman edemeyen “ALAYIŞSIZ” insanların “fikirlerini” doğa üstü gücüyle “AÇTI” (Bak. Luka, 24:16, 31,45.) Aynı zamanda: Haçın utançlı, acılı ve rezil ölümü zamanı gelince (insanlığı açısından) dehşete düşen, korkan ve “Baba, mümkünse bu kase benden geçsin!” şeklinde istemezlik yapan, İsa’nın insanlık doğasını, “bir melek gönderip” güçlendirmiş; aynı zamanda süper gücüyle İsa’nın insanlığını, tatlı bir şekilde RAZI ETMİŞTİR! Böylece, “Baba... benim değil Senin iraden olsun” dedirterek, değişmesini sağlayabilmiştir. (Bak. Luka 22:42-43.) Aynı zamanda, Peygamber Elişa’yı yakalamaya gelen haydutların “gözlerini” Tanrı süper gücüyle “körlükle” yani bir tür aptallıkla vurmuştur. Şöyle ki Elişa peygamberi yakalayamadılar. Tanrı onların fiziksel gözlerini kör etmiş değildi. Ama onların beyinleri üzerinde işleyerek onları bir türlü aptallıkla, anlayışsızlıkla, beynini çalıştıramayan “zombilikle” vurmuştu. (Bak. 2. Kır. 6:18-20.) Aynı zamanda Hz. Lut’un zamanındaki eşcinseller, Lut’un evine gelen meleklere tecavüz etmek için Lut’u zorladıklarında; melekler kendilerine verilen süper güçle, bu kötü adamların beyinleri üzerinde işleyerek onları manevi kör etmişler, önlerindeki kapıyı araya, araya bulamamışlar, sonunda da kötülüklerini yapamadan çekip gitmişlerdi. (Bak Yaradılış, 19:11.) Tanrı, Kutsal Kitapta bu gibi süper güç örnekleriyle doludur. Bu örneklerle neyi kanıtlamaya çalışıyorum? Baş makaleyi! Yani, öfkelenmeği sağlayacak bütün aksilikleri, baş kaldırmaları, karşı koymaları, itaatsizlikleri... yok edebilecek, iyiliğe ve itaat etmeye tatlılıkla razı edebilecek, Tanrının doğa üstü süper güce sahip olduğunu, kanıtlamaya çalışıyorum!

Bir örnek vereyim: Düşünün bir kez! Örneğin çocuklarınız! Size karşı geldikleri, baş kaldırdıkları, asileştikleri, söz dinlemedikleri, itaatsiz olukları zaman; onlara öfkeyle küplere binerek saldıracak yerde; çocukların çok sevdiği bir dondurma veya çikolatanız olsaydı; bu dondurma veya çikolata da (Tanrının süper gücü gibi) özel bir ilaçla imal edilseydi; çocuklar bu özel çikolatayı veya dondurmayı yedikleri zaman; yüz seksen derecede değişerek: “Peki Babam, benim değil ama senin istediğin olsun” diyebilseydi! Söyleyin bana, siz hala itaatsiz çocuklarınıza öfkeyle kükrer, bağırır, çağırır, döver, vurur, kırar mıydınız?

Yoksa, onlara sevdikleri o çikolata veya dondurmayı yedirterek, tatlı bir şekilde uysallaşmalarını mı sağlardınız? Biz aciz insanların maalesef asi, inatçı, karşı koyan, baş kaldıran, itaatsiz, söz dinlemez... bireylere yedirtecek öyle ilaçlı çikolatalarımız veya dondurmalarımız yok!

Bunun için de yeri geldiğinde öfkeleniyoruz! Ama Tanrının çok daha alası, HARİKASI OLAN SÜPER NATÜREL GÜCÜ VAR! Şu halde, çok daha alası, HARİKASI OLAN TANRI, neden bu ERİŞİLMEZ, HARİKA... süper gücünü kullanmasın? NEDEN, YÜCE Tanrı da biz aciz ve imkansız insanlar gibi, küplere binsin, sinirlensin, kızsın ve ÖFKELENSİN?

Asileri, itaatsizleri değiştiren, yenileyen, yok eden... Süper gücüne karşın, “SÜPER NATÜREL” GÜCÜNÜ KULLANMAYAN!AMA Ö F K E L E N E N B İ R T A N R I !!!Bu tanrı Acaba Deli Mi? Akılsız Mı?Yoksa Aklını Mı Yemiş?

BÖLÜM SONU

GELECEK BÖLÜM

ÇELİŞKİLER ÇELİŞKİSİ!

0 yorum:

Yorum Gönder

site map


counter