BAZI ÇÖZÜMLER BİZE GÖRE KÖTÜ VE OLUMSUZ OLANLAR, TANRI İÇİN NORMAL OLABİLİR!

9 Mayıs 2010 Pazar

7.BÖLÜM
BAZI ÇÖZÜMLER:
BİZE GÖRE KÖTÜ VE OLUMSUZ OLANLAR,
TANRI İÇİN NORMAL OLABİLİR!


Bir akrep gördüğümüzde ürkeriz. Bir yılan gördüğümüzde korkarız. Bir timsah gördüğümüzde iğreniriz. Güçlü bir şimşek çakmasının sesiyle, sanki gök başımıza yıkılırcasına ürpeririz. Güçlü bir yer sarsıntısıyla ödümüz kopar!... Oysa bizler için olumsuzluk ve tehlike ifade eden doğa olaylarını, haşaratları veya yırtıcıları, Tanrı özenerek yaratmıştır. Bunlar bizler için şaşırtıcı, tehlikeli, istenmeyen, kötü şeyler olmasına rağmen, Tanrı için öyle değildir.

Kabaca bir örnek: Çocuk ağlayarak Babasını protesto ediyor. Çünkü babasının “kullandığı” ama çocuğa göre “oynadığı” kibritle çocuğu da oynamak istiyor, ama babası ona vermiyor. Bu olay çocuk için “kötü” olduğu halde, babası için gayet normaldir... Küçük çocuklar akıllanıncaya dek, bu tür çelişki ve paradokslarla büyümeleri gerektiği gibi; biz “büyük çocukların” da bunlara benzer çelişkiler ve paradokslarla büyümemiz gerekiyor! Çünkü Tanrı, doğamızı böyle belirlemiştir! Bilemediğimiz, “kötü” görünen şeylere yanlış yorumlar yapmak yerine; Tanrı’nın ağzından öğrenmeye ihtiyacımız vardır!

“ÖZGÜR SEÇENEK” YÜZÜNDEN TANRI,
KÖTÜLÜĞE ANINDA MÜDAHALE ETMİYOR MU?''

“Tanrı insana özgürlük ve seçenek hakkı verdiği için, insanın yaptığı kötülüklere müdahale etmiyor...” inancını, birçok sözde “imanlılar” kuvvetle savunurlar. Bu inancın tehlikelerini ve Tanrıya yaptığı hakaretleri açıklamak için aşağıda yine başka bir örnekler vermek zorundayım!:

Bir Senaryo! Dünyaca ünlü bir boks şampiyonu, ailesi ve korumalarıyla ormana pikniğe giderler. 14 yaşlarındaki kızı babasından izin alarak, tuvalet için ağaçların arkasına gider. Boks şampiyonu baba, biraz sonra kızının çığlıklarını işitir. Korumalarıyla beraber kızının çığlıklarına koşarlar. Çalıların arkasından bakarken, bir sapığın kıza zorla tecavüz etmek istediğini görürler. Korumalar hemen müdahale etmek için, hemen patron babadan izin isterler. Oysa Patron baba: “Ben emretmedikçe yerinizden kımıldamayacaksınız” der.

Zavallı kızın acı feryatlarını ve çırpınışlarını umursamayan adi sapık; çalıların arkasından seyreden babanın bakışları altında, kızın elbiselerini ve çamaşırlarını soymaya başlar. Kızı çırılçıplak eder. Ellerini ve ayaklarını kazığa bağlar. Babasının ve korumalarının gözleri önünde, feryatlarla çırpınan kıza, iğrenç bir şekilde tecavüz eder...! Sonra sigarasından derin bir nefes çektikten sonra, arka arkaya yaktığı sigaralarını zavallı kızın yürek parçalayan canhıraş feryatlarıyla, yüzünde, gözünde, göğsünde, cinsel organlarında söndürür.

Kız hala acı feryatlarla; “Baba, neredesin baba, niçin beni duymuyorsun baba, niçin yardımıma gelmiyorsun? Sapık beni öldürüyor...” çığlıklarını sürdürür. Bunlar da yetmiyormuş gibi, adi sapık, kavanozundaki birkaç kaşık balını yer. Artakalan balı da zavallı kızın yüzüne gözüne, göğsüne, cinsel organına... sürer. Sonra ıslık çalarak ormanın içinde gözden kaybolur.

Biraz sonra karıncalar, at sinekleri ve yaban arıları gibi haşaratlar, balın kokusuna gelirler. Zavallı kız, yavaş, yavaş işkence çekerek, gözleri, göğsü, bedeninin her yanı haşaratlarla oyularak öldürülür. Daha sonra baba ve korumalar kızın yanına giderek onu gömerler. Dehşet ve sinirden gözleri dışarı fırlamış olan korumalar Patronlarına hiddetle çatarlar: “Sen ne biçim babasın? Niye müdahale etmedin veya ettirmedin? Bize ihtiyacın bile yoktu! Bir şampiyon olarak, parmağının ucuyla sapığı anında yere serebilirdin! Niye müdahale etmedin ha? Niye müdahale etmedin....?”
Patron “baba” gayet sakince, korumalarına şu yanıtı verir: “O sapığın da hakları var. O sapığın “özgürlük, irade ve seçme hakkına müdahale etmeye hakkım yoktu da ondan...!” Korumalar sinirlerinden sanki çatlarlar: “Patron bu adama ne zaman ceza vereceksin? Gül gibi güzel kızını gözlerimizin önünde mahvettiler...!”

Patron baba yine sakin bir edayla: “O sapığı bırakın, özgürlüğünü, seçeneğini, iradesini ve kötülüklerini doya, doya yaşasın! Hepsine birden, toptan ceza vereceğim.” Korumalar bir ağızdan bağırırlar: “Ne zaman patron ne zaman?” Patron belli edasıyla: “Bırakın iyice ihtiyarlasın, şöyle ölümüne iki ya üç hafta kala ben onunla hesaplaşacağım...”

Sayın Okuyucum! Şimdi siz, bu “şampiyon babanın” karakterini ifade edebilecek bir söz bulabilir misiniz? “Tecavüzcü katilden daha da sapık bir baba” deseniz, “manyak, çılgın, aptal, zır deli” deseniz yetmez. “Sadist, zebani, vahşi...” deseniz yine yetmez!

Sakın!!! Bu örnekle “Tanrı suçlanmaya çalışılıyor” düşüncesine kimse kapılmasın! Orijinal, gerçek Tanrı, bu gibi kötü örneklerden tamamen münezzehtir. Burada suçlanan şey: Tanrıya atfedilen, akılsız, mantıksız, tutarsız, insanın aciz ve yanılgılı yorumları veya inançlarıdır. Burada, “Tanrı insana özgürlük ve seçenek hakkı verdiği için, insanın yaptığı kötülüklere anında müdahale etmiyor...” şeklindeki inançlarının hatalarını göstermeye çalışıyorum!

“Geciken adalet, adalet değildir.” “Demir tavında dövülmelidir.” veya “Üzüm üzüme bakarak kararır,” gibi önemli ve güzel ata sözlerini de hiçe sayan, çarpık dinsel inançların hatalarını göstermeye çalışıyoruz. Başka sözle, ilkel ve cahil kafalarda üretilen saçma “tanrı kavramlarını” açıklamaya çalışıyoruz!

* * *
“ÖZGÜR İRADE VE ÖZGÜR ŞEÇİMİN”

ANA HATLARI: NO: (2)

Teokrasi ve Demokrasi iki ayrı yönetim şeklidir. Teokrasi, Tanrı yönetimidir. Teokraside “özgür seçim, özgür irade” söz konusu olmayıp; “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Allah’ındır” inancı hakimdir. Tanrı kitapları hukuk sistemidir ve belirli din adamlarıyla “şeriat” uygulanır. Halk hükümeti seçemez. Tanrı ne emretmişse o olur. Örneğin Vatikan’da “Papayı” halk seçemez. Bunu Kardinaller belirler. İsrail, eski zamanlarda uzun süre Teokrasiyle yönetilmiş, peygamberler ve kahinler aracılığıyla Tevrat şeriatı uygulanmıştır.

Demokrasilerde ise, halkın istemi ve seçimi söz konusu olup; Teokrasinin tam tersine “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Ulusundur” inancı hakimdir. “Şeriat hükümleri” yerine, medeni hukuk uygulanır. Yasaları, halkın seçtiği Millet Vekilleri yaparlar. Demokrasilerde, “Babadan Oğluna” veya peygamberden halefine geçen miras söz konusu değildir. Her beş yılda bir seçim yapılır ve tazelenir. Demokrasilerde, “Halk çoğunluğunun dediği olur.” Teokrasilerdeyse, mutlaka “Allah’ın Dediği Olur.”...

Bir ülke aynı zamanda hem “Teokrasi” hem de “Demokrasiyle” yönetilemez! İkisinden birinin mutlaka benimsenmesi ve üstün tutulması gerekir.

Bu örneklerle siyaset dersi vermiyorum! Kutsal Kitapta “Teokrasi” mi? Yoksa “Demokrasi” mi üste çıkmıştır? Eğer Kutsal Kitapta “Demokrasi” üste çıkmışsa, “seçim, seçmek, özgür seçenek, özgür iradeden” söz etmek mümkündür. Yok eğer “Teokrasi” üste çıkmışsa, “özgür irade, özgür seçenek” gibi şeylerin işlemesi artık imkansız olur. Sadece “Allah’ın dediği olur.” Şeriat uygulanır ve “kader” kabullenilir.

Acaba Kutsal Kitap, “özgür irade, özgür seçim” hakkında ne diyor? “Teokrasi” mi? Yoksa “Demokrasi” mi üste çıkmıştır? Birkaç örnek ayetlere bakalım:

TANRI, İNSAN İMAN ETMEDEN VE SEÇMEDEN ÖNCE SEÇİYOR!

“Siz Beni seçmediniz, ben sizi seçtim... ve tayin ettim... Ben sizi dünyadan seçtim.” Yu. 15: 16,19. “İsa: Siz on ikileri Ben seçmedim mi?... dedi.” Yu. 6:70. “İsa: Ben seçtiklerimi bilirim, dedi.” Yu. 13:18. “Biz seviyoruz, çünkü ÖNCE O bizi sevdi.” 1. Yu. 4:19. “Tanrı’nın seçtiklerini kim suçlayabilir?” Rom. 8:33.

“Yakup ve Esav, henüz doğmadan, iyi veya kötü bir şey yapmadan; Allah’ın muradı yapılan işlere göre değil, Allah’ın ezelden seçimini sabit kılmak için: ‘büyüğü küçüğüne kulluk edecek... Yakup’u sevdim ve Esav’dan nefret ettim’ diye yazılmıştır.” Rom. 9:11-13.

“Musa’yı ve Harun’u seçen Rab’dir.” 1. Sam 12:6. “Rab, bunları seçmedi...” 1. Sam. 16:8-10. “İbrahim’i seçen Rab Allah Sensin!” Nehemya 9:7. “Yesse’nin oğullarından birini kral seçtim.” 1. Sam 16:1. “Siz tanıklarım, seçtiğim hizmetçilerimsiniz.” İşaya 43:10. “Sen Beni TANIMAZKEN, kulum Yakup, Ben seni seçtim ve adınla çağırdım ... sen Beni TANIMAZKEN, Ben sana (görev) kuşağı bağladım.” (İşaya 45:4-5.) “Tanrı bizi Mesih’te, dünyanın kuruluşundan önce seçti...” (Efes. 1:4.)Vesaire...

Bu gibi ayetler, hiçbir yoruma gitmeden, net ve berrak olarak, “iman etmeden, iyi veya kötü işler henüz oluşmadan, BİZ SEÇİM MEÇİM YAPMADAN; seçimi bizzat Tanrı’nın ezelden yaptığını göstermektedir! Bazılarının: “Tanrı herkesi çağırıyor, çağrıya iman eden seçiliyor, kulak vermeyen ise seçilmiyor” şeklindeki saçma iddiaları gibi değil!

Eğer seçimi önce Tanrı yapıyorsa, bu durumda insanın “özgür seçimi, özgür iradesi...” tümüyle yok edilmiştir! Tanrı, yukarıdaki ayetlere göre, kişinin ne yaptığına, imanına, işlerinin iyi veya kötü olduğuna bakmıyor! Ama ezelden Kendisinin yaptığı tasarı veya taktire göre belirliyor ve seçiyor! İsa’nın on iki Elçisi, Yakup ve Esav, İsrail’in Ataları, İsrail... hepsi de çağrıyı duymadan, Tanrıyı tanımadan, İman etmeden önce Tanrı tarafından SEÇİLDİLER!

K. Kitaba göre, Her şey Tanrı’nın ezeli taktiri, programı, tasarısı dahilinde belirlenmekte ve gelişmektedir. Aciz insanın “özgür seçimi veya iradesi,” Tanrı’nın ezeli taktirini, tasarısını veya belirlemesini bir milim bile değiştiremez! Şu halde, insanın “özgür seçimi veya özgür iradesi” iddiaları, asılsız, anlamsız ve boştur!

Yukarıdaki “Teokrasi” örneğinde gördüğümüz gibi: Her ne kadar şimdiki dünyamızda pek çok ülkelerde “Demokrasi” hakim de olsa; “Demokrasilerin” uygulanması da, insanların “özgür seçimleri de” hepsi de Egemen Tanrı’nın denetimi, yönetimi, ayarlaması, izni ve müsaadesi altında cereyan etmektedir. Bu yüzden, “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Tanrı’nındır” ve HER ŞEYDE, HER ZAMAN, “Sadece Allah’ın Dediği Olmaktadır!”

“ÖZGÜR İRADE, ÖZGÜR SEÇİM” DOĞADA DA YOKTUR!
DÜNYAYA GELMEDEN “KADER” DAYATMASI!


Doğa sistemindeki insanın var oluş temeline baktığımızda da, “özgür seçim ve özgür irade” olmadığını görürüz. Hangi insan daha dünyaya gelmeden önce, dünyanın sistemi ona gösterildi? Dünyadaki haksızlıklar, adaletsizlikler, riskler, günah tuzakları, ayrımcılıklar, trajediler, acılar, işkenceler, cefalar, ihtiyarlık çileleri ve rezaletleri... bireye tek, tek gösterildi mi? “Böyle bir dünyaya gider misin?” diyerek bireyin seçeneğine ve iradesine yer verildi ve soruldu mu? “Dünyaya gidersen eğer, elli gram sevincin olacak, ama dokuz yüz elli gram da üzüntün, sıkıntın, çilen, kaygın, şokun, stresin, acın olacak. Bu tür bir dünyaya gitmek ister misin?” diye kime soruldu? Kimin rızası ve seçeneği alındı?

Bebekler, “irade ve seçme özgürlüğünden” mahrum olarak, dünyaya gelme mecburiyetiyle, dayatmasıyla karşılaşırlar. Dünyaya geldikten sonra da diğer bir mecburiyetle karşılaşırlar: O da, büyüdükçe onlara empoze edilen kültür, adet, inanç ve gelenek gibi dayatmalar olur! Birey büyüdükçe dayatılan bu mecburiyetler; bireyi o denli sıcakça etkiler ki, “ineğe tapma” gibi asılsız bir inançtan bile kolay, kolay vazgeçemez duruma geir! Hangi bireye, dünyaya gelmeden önce, doğacağı ailesini, kültürünü, adetlerini, geleneklerini, inançlarını, ulusunu, rengini, dilini, dinini, sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal farklılıkları seçmesi için izin verildi?

Herkese, ait olacağı yer; irsi, kalıtsal, organik veya genetik bağ olarak, dayatılmadı mı? Dayatılan bu “kader” daha sonra da bireye ısındırılıp sevdirilmedi mi? Yukarıdaki farklılıkları, insan dünyaya gelirken niye seçemiyor? Niye irade edemiyor? Daha doğmadan “kader” dayatması altında isek, “özgür seçenek ve özgür irade” bunun neresinde kalır? İnsan daha dünyaya gelmeden, doğanın temel sistemine göre; seçmekten ve irade etmekten yoksunsa, büyüdüğünde bundan daha nasıl söz edilebilir?
* * *
ÖZGÜR İRADE VE SEÇENEK, HİÇBİR ZAMAN İŞE YARAMADI!

İnsan, “kendi iradesi ve seçeneğiyle iyiliği seçerek robot olmasın” diye verilen “özgür irade ve seçenek” hiçbir zaman işe yaramamış ve amaca hizmet edememiştir! İnsan, “özgür irade ve seçeneğiyle” hiçbir zaman kötülüğü ve günahı alt edememiş, salt iyiliği seçememiş; ama sürekli günahı, kötülüğü ve itaatsizliği seçmiştir. İşte kanıtları:

“Hiç salih (doğru kişi) yok, bir kişi bile yoktur... Hepsi saptılar, birlikte yaramaz oldular... İyilik eden yok, bir kişi bile yoktur... hepsi günah işlediler...” Rom. 3:10-23. “Gerçek, yeryüzünde iyilik edip suç işlemeyen salih (doğru adam) yoktur.” Vaiz. 7:20. “Eğer günah işlemedik dersek, Tanrıyı yalancı ederiz ve bizde Onun sözü olmaz.” 1. Yu. 1:10. “Habeşli kendi derisini, yahut kaplan kendi beneklerini değiştirebilir mi? O zaman kötülük etmeye alışmış olan sizler de iyilik edebilirsiniz.” Yeremya 13:23. Vb.

“Bir zamanlar şeriat yok iken, ben diriydim. Fakat şeriat gelince, günah dirildi ve ben öldüm! Şeriat olmasaydı, ben günahı bilmezdim. Eğer şeriat örneğin: ‘tamah etmeyeceksin’ dememiş olsaydı, ben tamahı da bilmezdim. Fakat günah, şeriat aracılığıyla fırsat bularak bende her tür tamahı hasıl etti...” (Rom. 7:7-9.)

“İstediğim iyi şeyi yapamıyorum, ama istemediğim, nefret ettiğim kötü şeyi yapıyorum! Günah altında satılmışım! Ben değil, bende duran günah onu işliyor. İyilik yapmak isterken, benim için kötülük hazırdır... Üyelerimde fikrimin kanunu ile savaşan başka bir kanun görüyorum: Üyelerimde olan günah kanununu beni ESİR ediyor... Ne zavallı adamım!...” Rom. 7:14-24. Vesaire.

İlk insan, Adem ve Havva böyle, (Yar 3:27.) Kain böyle, (4:13-14.) Lamek böyle, (4:23-24.) Nuh tufanına dek tüm insanlar böyle (6:5-7.) Şeriat döneminde böyle, İncil döneminde öyle, bugün hala böyle... Sadece iyiliği seçen ve günah işlemeyen hiç kimse yok! Tüm insanların irade ve seçimi, sadece kötülük! Şu halde, güya “insana verilen özgür iradenin veya seçeneğin” yararı nerede?

“İSTİSNALAR KAİDEYİ BOZMAZ!”

Ancak “Hanok” gibi istisnalar vardır. “Üç yüz yıl Allah ile beraber yürümüş ve ölüm görmemek üzere Allah onu yanına almıştır.”(Yar. 5:21-24.) “Nuh, Tanrı önünde inayet bulmuştur.” (Yar. 6:8.) “İbrahim, Tanrı onu tüm ulusların babası olarak seçmiştir.” Vesaire. Ancak soru şudur: Hanok, Nuh, İbrahim... gibi kişiler acaba hiç günah işlememiş midirler? Eğer öyleyse, yukarıdaki “günah işlemeyen bir kişi bile yoktur” gibi ayetlerle ne yapacağız? Nuh’un şarapla sarhoş olduğu ve çırılçıplak olduğu yazılıdır: (9:20-24.) İbrahim, karısı için “kız kardeşimdir” diyerek yalan söylemiştir: (12:11-19.) Vs.

“ÖVÜNEN RAB İLE ÖVÜNSÜN!”

Öte yandan diğer soru şudur: Eğer “Hanok” gibi istisna kişiler, Tanrı’dan hiçbir dış yardım almaksızın, sadece kendi güçleriyle mi iyiliği seçmişler ve kötülükten muzaffer olmuşlardır? “Bensiz bir şey yapamazsınız” (Yu. 15:5.) diyen ve bu konuda genelleme yapan İsa’nın sözleriyle ne yapacağız?

Öte yandan: “Övünen Rab ile övünsün” (2. Kor. 10:17.) diyen temel ayetlerle ne yapacağız? Eğer Yukarıdaki istisnalar, yani Hanok, Nuh ve İbrahim gibi günaha muzaffer olan kişiler, Tanrısal dış yardım olmadan; sadece kendi güçleriyle muzaffer oldularsa, bu gibiler artık Tanrı ile değil, kendileriyle övüneceklerdir. Oysa Cennette, Rab dışında, kendileri veya başka bir şeyle övünenlere ASLA YER YOKTUR!

“ÖZGÜR İRADE, ÖZGÜR SEÇİM”

TANRI, HER ŞEYİ ÖNCEDEN BİLİYOR!


Tanrı’nın her şeyi önceden bilmesi gerçeği de, insanın “özgür iradesi ve seçeneğine” olanak vermez. Birkaç örnekler: Demokratik ülkelerde seçimler yapılır. Çünkü halk çoğunluğunun ne yönde karar vereceğini önceden kimse kesinlikle bilemez. Yapılan seçimler, halk çoğunluğunun verdiği kararın göstergesidir. Oysa (A) (B) veya (C) partileri arsında en çok oyu (A) partisinin alacağı, herkes tarafından kesinlikle bilinseydi; kimse seçme zahmetine gitmezdi! Değil mi? İnsanlar arasında sonuç önceden bilinmediği için seçim yapılır. Ama sonucu önceden bilen Tanrı için “seçim yapma” gereği kalmaz!

Bunu gibi de elinizdeki paranın “yazı mı yoksa tura mı” geleceğine dair, paranın havaya fırlatılmasıyla yapılan tahmini atışlar; on kez, elli kez, yüz kez... hep “tura” ile sonuçlansaydı; artık tahminde bulunmak üzere kimse o parayı havaya fırlatmazdı, değil mi? Paranın her iki tarafının da “tura” olduğu biliniyorsa; hiç kimse “yazı tura” tahminine girmezdi. Yoksa akılsızlık veya zır delilik olur!

Tanrı da böyledir. Paranın her iki tarafının da “tura” olduğunu bilen Tanrı, asla “seçim tahminlerine” yer vermez. İnsanın ne yapacağını çok önceden bildiğinden; “özgür seçeneğe” izin vererek aptal, komik ve gülünç duruma düşmez! İnsanın tüm mekanizmasını Kendisi yaratmış ve yerleştirmiştir. Ruhunu, beynini, yüreğini, vicdanını, iradesini, meyil ve eğilimlerini, arzu ve kararlarını, bunların nerelere veya nelere meyledeceğini,... Tanrı ÖNCEDEN BİLİR. Tanrıya meçhul olan, bilinmeyen, sürpriz olan, denenmesi veya tahmin edilmesi gereken hiçbir şey yoktur.

Tanrı, insanın “özgür irade ve seçeneğiyle” daima kötüyü seçeceğini, itaatsiz olacağını, yasaklarını çiğneyeceğini ta öncesinden bilmektedir. Bu gibi marjinal durumlar Tanrıya meçhul olan, bilinmez, beklenmedik sürprizler değildir. Mademki Tanrı, insanın “özgür irade ve seçeneğiyle” daima kötüyü seçeceğini önceden biliyorsa; ve de gelmekte olduğunu bildiği kötülüklere karşı önlem alabilirken almıyorsa; engel olabilirken olmuyorsa; tam tersine olayların öyle gelişmesine izin veriyor ve müsaade ediyorsa; Tanrı artık neden insana “özgür irade ve seçenek” versin ve kullandırsın? Bunun artık anlamı kalmaz!

İki tarafı da “tura” olduğu bilinen paranın “acaba yazı mı gelecek yoksa tura mı?” diye tahminde bulunulması akılsızlık, zır delilik olduğu gibi; bunu gibi de, ne olacağını önceden kesinlikle çok iyi bilen Tanrı’nın; insana “özgür irade ve seçenek” vermesi; ve bununla da insanın ne yönde karar vereceğini anlamaya çalışması; aynı ölçüde aptallık, akılsızlık ve zır delilik olmaktadır.
* * *
İNSANIN KIRILGAN DOĞASI KARŞISINDA;

“ÖZGÜR İRADE, ÖZGÜR SEÇİM” PALAVRASI!

İnsanın günah karşısında “kırılgan” bir doğayla yaratılmış olması da, “özgür irade ve özgür seçime” olanak vermez! Doğada, çabuk kırılan, geç kırılan ve hiç kırılmayan türden maddeler vardır. Örneğin: Cam, porselen gibi maddelerden yapılan kaplar, sert yere düştüklerinde derhal kırılırlar. Tahta veya plastik gibi maddelerden yapılan kaplar daha dayanıklı olup, daha geç kırılırlar. Oysa sertleştirilmiş çelikten yapılmış veya özel kimyasal elementlerden yapılmış kaplar, üzerlerinden tank da geçse kırılmazlar.

Depreme dayanıklı malzemelerle yapılan evler de asla yıkılmazlar. Ama bina yapılırken deprem riski dikkate alınmamışsa; gerekli malzeme kullanılmamışsa, bu tür evler dikkate alınmamıştır, ya da yıkılması tasarlanmıştır.

İnsan yaratılırken ne tür malzeme kullanılmıştır? Tanrı, insanın “günah” gibi bir illetle, yani 9 şiddetindeki ruhsal bir depremle karşılaşacağını başlangıçta tasarlamışsa; - ki Tanrının her şeyi önceden bilmesi böyle tasarladığını gösterir - Eğer insan kırılgan olmayan bir malzemeyle yapılmış olsaydı, mutlaka kırılmayacaktı! Yıkılmayacaktı, ama mutlaka zafer kazanacaktı! Ama ne yazık ki, insanın yapılmasında kullanılan malzemenin, kırılgan olmasının tasarlandığı görünmektedir. Bu sadece bizim ürettiğimiz bir görüş değildir. Kutsal Kitap da bizzat böyle söylüyor:

“Hiç salih (doğru kişi) yok, bir kişi bile yoktur... Hepsi saptılar, birlikte yaramaz oldular... İyilik eden yok, bir kişi bile yoktur... hepsi günah işlediler...” Rom. 3:10-23. “Gerçek, yeryüzünde iyilik edip suç işlemeyen salih (doğru adam) yoktur.” Vaiz. 7:20. “Eğer günah işlemedik dersek, Tanrıyı yalancı ederiz ve bizde Onun sözü olmaz.” 1. Yu. 1:10. “Habeşli kendi derisini, yahut kaplan kendi beneklerini değiştirebilir mi? O zaman kötülük etmeye alışmış olan sizler de iyilik edebilirsiniz.” Yeremya 13:23. Vb.

“Şeriat yok iken, ben diri idim. Fakat şeriat gelince, günah dirildi ve ben öldüm... Şeriat olmasaydı, ben günahı bilmemiş olurdum. Eğer şeriat örneğin: ‘tamah etmeyeceksin’ dememiş olsaydı, ben tamahı bilmezdim. Fakat günah, şeriat aracılığıyla fırsat bularak bende her tür tamahı hasıl etti...” (Rom. 7:7-9.)

“İstediğim iyi şeyi yapamıyorum, ama istemediğim, nefret ettiğim kötü şeyi yapıyorum! Günah altında satılmışım! Ben değil, bende duran günah onu işliyor. İyilik yapmak isterken, benim için kötülük hazırdır... Üyelerimde fikrimin kanunu ile savaşan başka bir kanun görüyorum: Üyelerimde olan günah kanununu beni ESİR ediyor... Ne zavallı adamım!...” Rom. 7:14-24. Vesaire. Bu ayetlerde, insanın günah karşısındaki mutlak kırılganlığını görmekteyiz!

Aynı zamanda, insanın kendisiye övünmesi, nankörlük suçudur ve yasaklanmıştır: “Övünen Rab ile övünsün” (2. Kor. 10:17.) diyor Tanrı! Bu sözler de; insanın günaha karşı kendi direnci olmadığını; insanı muzaffer edecek olan insanın kendi gücü değil, ama sadece Tanrı’nın gücü olduğu görülüyor. Bu gibi ayetler de, insanın günah karşısında kırılgan bir malzemeyle yapıldığını gösteriyor!

Günaha galip olanlar, kendi güçleriyle değil, kesinlikle “Tanrısal güçle” muzaffer oluyorlar. Bu durumda, insanın kendi gücü ve isteğiyle, günahı ret edip; “iyiyi ve itaati seçmesini” beklemenin; anlamı, aklı, mantığı, bilgeliği... görüldüğü gibi artık kalmamaktadır. Günah gibi bir illet, insan yaratılmadan çok önce tasarlanmış; (Bak Yar. 2: 9) İnsan da günah illeti karşısında mutlaka “kırılgan” olarak tasarlanmıştır. (Bak Yar. 3:6.) Bu durumda da “özgür irade ve seçeneğe” asla yer, gerek ve olanak kalmamaktadır.

Tanrı, insan bünyesine yerleştirdiği mekanizmanın ne tür sonuç vereceğini çok önceden, kesinlikle çok iyi bilmekteydi! Bilmeseydi zaten “Tanrı” olamazdı. Şu halde kendi elleriyle yarattığı bu mekanizmanın sonuçlarını iyi bilen ve öyle tasarlayan Tanrı; dünyada olacak her şeyden önceden haberi vardı! Olayların böyle gelişmesini istedi. İstemeseydi önlem alabilir ve engelleyebilirdi. Gelişen her negatif olaya müdahale etmedi! Tersine izin verdi ve müsaade etti!

Tanrı’nın olayların böyle gelişmesini istemesi, kötülük ve günahlara engel olabilirken olmaması; önlem alabilirken almaması... gibi temel “kadersel” gerçekler karşısında; insana verilen “özgür irade ve seçeneğe” hala yer, imkan ve gerek kalıyor mu? Bu soruya “evet kalıyor” diyenler olabilir. Diyenlerin ağzı veya beyni bir torba gibi maalesef büzülemez! Ama hala böyle diyenlerde, akıl, mantık, düşünce, sağduyu ve bilgelikten eser kalmış olabilir mi?

* * *
“ÖZGÜR İRADE, ÖZGÜR SEÇENEK”

ZEHİR İÇMEK “SEÇENEĞİ” ÖZGÜRLÜK MÜDÜR?
YOKSA İNTİHAR MIDIR?

GÜNAH İŞLEYEBİLMEK İMKANI
“SEÇENEK VE ÖZGÜRLÜK” MÜDÜR?
YOKSA, LANET, TRAJEDİ VE CEHENNEM MİDİR?

“LOKANTADA”

Günah işleyebilme imkanına “robot gibi olmamak, ama özgürlük ve seçenektir” diyenler; şu örneği vermeme lütfen izin versinler! Bir lokantada şöyle bir reklam tabelası asıldığını düşünün: “Sayın müşterilerimiz! Lokantamızda lezzetli yemeklerimiz, etliler, sütlüler, tatlılarla beraber; robot olmayasınız ama seçenek özgürlüğünüz olsun diye, ZEHİRLİ yemeklerimiz de var. İstediğinizi seçebilirsiniz! Diğer lokantalara gitmeyin! Bizde olan zehirli seçenekler onlarda olmadığı için;başka lokantalarda özgürlüğü ve seçeneği olmayan robotlar olursunuz!” Böyle bir lokantanın derhal kapatılacağını, işletenin de, ya tımarhaneyi, -akıl hastanesini- ya da hapishaneyi boylayacağını bilirsiniz!

Oysa günah veya kötülük, zehirden daha da korkunçtur! “Zehirli yemek,” hiçbir zaman “seçenek veya özgürlük” olmayacağı gibi; “zehirsiz yemek” de hiçbir zaman “robotluk” olmayacaktır. Bunun gibi, günahı veya kötülüğü işleyebilme imkanı da, asla “özgürlük ve seçenek” olmamaktadır! Aklı yerinde olan hiçbir insan, hiçbir platformda “zehri” asla “seçenek” olarak sunmaz! “Zehirsiz” ortamı da asla “robotluk” olarak iddia etmez!

Ama maalesef aklı yerinde olmayan “ruhsal zır deliler,” ilkel, çarpık, zehirden daha berbat olan akılsız yorumlarını; “kutsal inanç” olarak dine ve mezhebe sokabildiler! Bu sapık inanç, bir kez yerine oturtulmuş maalesef! Zehir yemekten daha berbat olan “günah işleyebilme imkanını,” “seçenek, özgürlük ve robot olmama” adı altında insanlara “kutsal inanç” olarak empoze ediyorlar!

Günah işleyebilme imkanını, “robot olmamak ama özgürlüğü ve seçeneği olmak” olarak iddia edenler; maalesef zehirli yemek sunan örnekteki lokantacı gibi “zır delilik” etmekteler! Böyle olanlara bir teklifimiz var:

KİLİSENİZİN KAPISINA ŞÖYLE BİR TABELA ASIN!

Günah işleyebilme imkanını “robot gibi olmamak, ama özgür irade ve seçeneği olmak” olarak iddia edenlere burada diyoruz ki: Eğer iddialarınızda samimi ve gerçekçi iseniz, örnekteki lokantacının tabelası gibi bir tabelayı kendi kilisenizin kapısına lütfen asar mısınız? Şöyle:

“Sayın halkımız! Kilisemizde ruhsal yemek bitince, fiziksel yemek de ikram ediliyor. Yemeklerimizde her türlüsü mevcuttur. Hatta siz robot olmayasınız ama özgür seçeneğiniz olsun diye, lezzetli yemeklerimizin arasına zehirlilerini de koyuyoruz. Yemeklerimiz bedavadır. Herkes buyursun!”

Böyle iddia edenler, kiliselerinin kapısına böyle bir tabela koymaları şöyle dursun; böyle bir tabelayı Tanrıya mal etmekten çekinmiyorlar! İnsanlara güya “özgür seçenek” vererek onları “robot olmaktan” koruyan tanrı; insanlara günah işleme özgürlüğü vererek; müşterilerine “zehir” ikram eden, aptal veya zır deli lokantacının durumuna sokmak istiyorlar! Ne yazık! Değil mi?

“Zehirden” seçenek ve özgürlük olmayacağı gibi; kötülük ve günahtan da seçenek ve özgürlük olmayacağını anlamayacak ölçüde körleşmiş beyinlerin işi!

“ÖZGÜR İRADE, ÖZGÜR SEÇENEK”

“Allah Dünyayı Öyle Sevdi Ki...”

“Özgür irade ve özgür seçeneğe” başka bir açıdan bakalım. “Allah dünyayı öyle sevdi ki, biricik Oğlunu verdi. Ta ki Ona iman eden, helak olmasın ancak sonsuz yaşamı olsun.” (Yu. 3:16.) Kurtuluşu belirleyen temel bir ayeti ele alalım. “Özgür seçim, özgür irade” sadece kötülük veya iyiliği seçmekle sonuçlanmıyor. Özgür seçenek, “Tanrı’nın kurtarış planı” olarak inanılan, İsa Mesih’in Kurtarıcılığını seçmeği veya seçmemeği de kapsıyor. İyilik ve kötülüğü seçmekten ziyade, özgür seçeneğin en fazla yoğunlaştığı konu budur.

Peki, kurtulması için Tanrı’nın “tüm dünyaya” verdiği seçenek olanağına da bir bakalım. Bu ayetin konuşulduğu veya yazıldığı zamandaki “dünya” ile, “şimdiki dünyayı” kıyas edelim: Bu ayetin ilk kullanıldığı zamandaki dünya, Orta Asya’nın çok küçük bir parçasıydı. Kudüs, Mısır, Mezopotamya’dan İspanya’ya dek uzanan “küçücük bir dünya” bilinmekteydi. Teknoloji, haberleşme, ulaşım... daha ilkel boyutlarındaydı.

Amerika, Avustralya, Afrika, Avrupa, Kutuplar, Grönland, hatta Asya’nın büyük bir kısmı, uzak doğu henüz keşfedilmiş değildi ve bilinmiyordu. “İsa’dan önce ve İsa’dan sonra,” bu kıtalarda binlerce yıl içinde milyarlarca insanlar yaşadılar. İnançları: Örneğin Amerika’daki kızıl derililer, başka birinin kafa derisini soymakla güç kazanmaktı... Tütsülerle, dumanlarla uğraşan büyücüleri doktorlarıydı... Totemlere taparlardı!

KÜÇÜCÜK DÜNYAYA, “KÜÇÜCÜK SEVGİ” Mİ?

“Cristof Kolomb” Ortaçağda Amerika’yı keşfedene dek, Amerika’daki kızıl derililer, diğer kıtalardaki milyarlarca insanlar... “Tanrı’nın Kurtuluş Müjdesini” hiç, asla işitmediler ki “özel iradeleriyle seçebilme” olanakları olsun! Tanrı, o zamanki küçücük dünyayı mı sevmişti? Diğer kıtalardaki milyarlarca insanları sevmemiş miydi? Veya Tanrı’nın sevgisi, teknoloji, haberleşme, ulaşım gibi bilimsel gelişmelerle mi gelişecekti? Tanrı’nın sevgisi, insanınki gibi gelişir mi? Tanrıdaki gelişmeler, onu Tanrılıktan düşürmez mi?

O zamanda küçücük dünyada yaşayanlar, diğer kıtalarda yaşayan insanlardan daha torpilli miydiler? “Özgür irade ve seçenek” sadece o küçücük dünyada yaşayanların mı hakkıydı? Diğer kıtalardaki yaşayanlar, “özgür irade, kurtuluş ve seçenekten” yoksun, milyarlarca yıl safsata, karanlık, putperestlik, büyücülük, günah, kötülük içinde “robot” olmaya mı mahkum edilmişlerdi?

Kısacası, “özel irade, kurtuluş ve seçenek hakkı” bazı torpilli insanlara mı sunulmuştur? Bu açılardan da baktığımızda, “özel irade, kurtuluş ve seçeneğin” “tüm gerçek dünya için” işe yaramadığını açıkça, net bir şekilde görürüz!

Ayrıca, teknolojinin, haberleşmenin, ulaşımın, bilimin, tekniğin... bu denli geliştiği çağda bile, hala “Tanrı’nın Kurtuluş Müjdesini” duyamayan, böylece seçmekten mahrum olan pek çok insanların varlığını da unutmayalım! Hatta, “Tanrı’nın Kurtuluş Müjdesini” işitme olanağına sahip olup da, kabul etmeyenlerin tümünü bile suçlayamayız ve cehenneme mahkum edemeyiz!

MARJİNAL “MÜJDECİLİĞİN” MARİFETLERİ!

Neden mi? Çünkü 1.- Birçok müjdeciler “mekanik” müjdecilik yapıyorlar! 2.- Birçok müjdeciler, kendileri günah bataklığına batmış iken, başkalarına “kurtuluş” vaat ediyorlar! Başlarında saç yok iken, başkalarına saç ilacı takdim ediyorlar! 3.- Bazı müjdeciler “tepeden inme” ve “din tacirliği” yapıyorlar. 4.- Birçok müjdeciler, insanların yüreklerini ikna edebilecek Kutsal Ruhun sevgisine ve bilgeliğine sahip olmadan, uzmanlaşmadan, körü körüne, bazen de “benim babam senin babanı döver” gibi kışkırtıcı davranışlarda bulunuyorlar!

5.- Bazı müjdeciler, müjdeyi kabul ettirmek için parasal menfaat sağlamak yoluyla kişileri ikna ediyorlar. 6.- Bazı müjdeciler parasal menfaat yerine; prestij, ün, unvan, kariyer; veya siyasette olduğu gibi: “ÖNDERLİK, LİDERLİK, İDARECİLİK, YÖNETİCİLİK, sözü dinlenen “büyüklük!!!”... sağlamak gibi manevi menfaat yoluyla ikna ediyorlar. Bu yüzden de tarih boyunca şu ünlü söz gündemde kalarak kulakları çınlatıyor: “ UN BİTTİ! DİN BİTTİ! ”

Bu gibi “marjinal müjdeciliği” ret edenleri: “özgür seçeneklerini,” kurtuluşlarını ve iradelerini kötüye kullandılar” diye yargılayabilir miyiz? Bu gibi marjinal müjdeciliklerle karşılaşanların “özgür seçenekleri” nerede kalmaktadır?

“ÖZGÜR İRADE, ÖZGÜR SEÇENEK!”

KUTSAL KİTAPTAKİ “YÖNETİM” ÇELİŞKİSİ!

Şimdi tekrar başa dönüyoruz ve “Kutsal Kitapta Teokrasi mi? Yoksa Demokrasi mi? üste çıkmıştır?” sorusunu soruyoruz. Yukarıdaki bunca kanıtlarda gördüğümüz gibi; Kutsal Kitapta “Teokrasi” yani “Tanrı seçimi” ön plana çıkarken; bu bölümde, şaşıracaksınız ama, madalyanın öbür tarafında, Kutsal Kitapta “Demokrasi” yani “bireysel seçimin” var olduğu da ortaya çıkmaktadır.

“Bugün kime hizmet edeceğinizi seçin...” (Yeşu 24:15.) “Önünüze ölümü ve hayatı, bereketi ve laneti koyuyorum... hayatı seçin!” (Tesniye 30:19.) İsrail halkı “yeni ilahları seçtiler.” (Hakimler 5:8.) “Çağırılanlar çok ama seçilenler az.” (Matta 20:16.) “... Ben istedim ama siz istemediniz...” (Mat. 23:37) Vesaire.

Kutsal Kitapta bu türden başka ayetler de bulabilirsiniz! Önceleri “Kalvenizm ile Arminianizm” arasındaki inanç kutuplaşmasına kızardım! Ama Kutsal Kitabı daha derinlemesine ve objektif olarak okuyunca, artık ne “Kalvenizm’e” ne de “Arminianizm’e” kızamaz oldum. Bu iki ayrı kutuptaki inançlar, gördüm ki Kutsal Kitaptan kaynaklanmaktadır. Bu farklı iki kutuplar, maalesef Kutsal Kitapta yer almaktadır. Herkes, hoşuna giden kutuptaki istediği ayetleri kendilerine koz ve kanıt olarak almaktadır.

Ancak, her gurup, kendi kutbundaki ayetleri dikkate alıp; diğer kutuptaki ayetleri dikkate almamaktadır. Bu yüzden konu açıldığında, iki ayrı kutuptaki mezhepler, her biri kendi kutbunun ayetlerini alarak, var güçleriyle birbirleriyle münakaşa, çekişme, ve kavgaya girerler. Hatta kavgaların boyutları, tarihte savaşlara dek gitmiştir.

İnananları iki ayrı kutba ayıran, mezheplere bölen, çekişmelere, sürtüşmelere, münakaşalara, kavgalara ve savaşlara yol açan “Kutsal Kitap Ayetlerinin!” gerçekten de “Tanrı esini” olduğunu söyleyebilir miyiz? Dünyadaki hiçbir yönetim sisteminde “Teokrasinin ve Demokrasinin” bir arada yürüdüğünü kim görmüştür? Kazanan, istediği yönetim şeklini uygulamaya koyar!

Ama ne acayiptir ki, Kutsal Kitapta yüzyıllarca bu kutuplaşma ayetlerinin çelişkileri devam etmektedir. Bana soracak olursanız, Kutsal Kitaptaki birbiriyle çelişki arz eden bu iki kutuptaki ayetler zincirinin biri, Tanrı tarafından koyulmuş; diğeri ise insan tarafından konulmuştur!

“Hangi kutuptaki ayetleri Tanrı, hangi kutuptaki ayetleri de insanlar koymuştur” diye sorarsanız; vicdanıma, dürüstlüğüme, objektifliğime, aklıma, mantığıma uyan ve beni rahatsız etmeden ikna eden tarafı şöyle açıklayabilirim. Doğamızda şaşmadan yürürlükte olan bir gerçek var: “GÜÇLÜ OLAN KİMİSE, HAKLI OLAN ODUR!” Demokrasiler, “özgür irade ve seçimler” dahil her şey; Evrende tek Hakim ve Egemen olan Tanrı’nın yönetimi, denetimi ve izni altındadır!

Bu doğal gerçeği baz aldığımda, diyorum ki, “güçlü olan Tanrıdır ve Haklı olan da Tanrıdır!” Dünyadaki yönetim şekilleri değişebilir. Teokrasi, Krallık, İmparatorluk... gibi yönetimler, yerini Demokrasiye ve Cumhuriyetçiliğe bırakabilir. Ama Tanrı’nın Evrendeki Egemen Gücü ve Yönetim şekli, asla değişmez, iyileşmez, uygarlaşmaz ve akıllanmaz. Tanrı, dünyadaki siyasal yönetim biçimlerini serbest bırakır. İsteyen istediği yönetim biçimini seçer ve uygular. Oysa Tanrı, “Teokratik” olarak ezeli seçim, ezeli taktir, ezeli belirleme, ezeli tasarım... gibi yöntemlerini asla değiştirmez.

Özgür seçim ve iradenizle” veya her hangi bir yönetim sistemiyle; Tanrı’nın ezelden planladığı ve sistem olarak dünyaya koyduğu “ölüm “kaderini” kim değiştirebilir? Kim? Hangi yönetim ve egemenlik, kendi özel seçim ve iradesiyle, Tanrı’nın ezelden planladıklarında milim bir değişiklik yapabilir?

DEMOKRASİ, TEOKRASİYİ NEDEN ÇÖKERTMİŞTİR?

Şu halde Hakim ve Egemen olan irade, insanın iradesi ve seçiminde değil, ama mutlak Hakim ve Egemen olan irade YARATICININ iradesindedir. Yanılabilen aciz “insanın dediği olur” yerine; Yanılmayan, her şeye güçlü “Yaratıcının dediği olur” doğrudur. Ne var ki, tarihten de gördüğümüz gibi, “Tanrı’nın sözcüsü” olduklarını iddia eden din büyükleri, kendi bencil ve ilkel isteklerini Tanrıya mal etmişlerdir. Bu yüzden de haklı olarak “Teokrasi” çökertilmiş ve “Demokrasi” değer kazanmıştır.

Gerçi, “Ateist” olmayan yönetimlerde de mutlaka “Tanrı’nın dediği olur” kabul edilebilirdi. Eğer, dönemlerin “Papaları” veya din büyükleri; kendi adi çıkarlarını, heveslerini, bencilliklerini veya yanlış yorumlarını Tanrıya mal etmeselerdi... Eğer gerçekten de bozguncular olmadan, direkt dünyayı, kiliseyi ve devleti sadece ve sadece Tanrı yönetseydi, bunu herkes kabul ederdi!

* * *
“İBLİS ŞEYTAN’IN KÖKENİ!”

RUHLAR DÜNYASINDAKİ “ÖZGÜR İRADE VE SEÇENEK.”
Şeytan Nasıl Var Oldu? Oluşmasına Tanrı Neden Engel Olmadı?
Neden Hala Yaşıyor? Yaptıklarına Tanrı Neden İzin Veriyor?


“Özgür irade ve seçenek” kavramı, insandan önce ilk kez “ruhlar dünyasında” başlamış olmayı gerektirir! Bazıları bu konuda hiç düşünmeden, ölçüp tartmadan, klişeleşmiş klasik iddialarını basma kalıp, ezbere iddia ederler: Örneğin, şöyle:

“Tanrı asla kötü bir şey yaratmadı. Tanrı ‘şeytan’ yaratmadı. Ancak baş meleklerden biri, özgür iradesini kötüye kullandığı için; şeytan oldu... Tanrıya baş kaldırdığı ve isyan ettiği için şeytan durumuna dönüştü...” derler.

YARATILANLAR, MEKANİZMALARINI KİMDEN ALDILAR?

Böyle bir ifade, akılla, mantıkla, gerçekle örtüşmeyen sadece uydurma bir masal! “Baş meleklerden biri” olarak yarattığı bir ruhun; ilerde “Tanrıya baş kaldırması, isyan etmesi, özgür seçeneğini kötüye kullanması ve şeytana dönüşmesi,” Tanrının ÖNCEDEN BİLMEDİĞİ, beklemediği, meçhul sürpriz bir olay mıydı?

Ayrıca Tanrı, “Baş Melek” olarak yarattığı o ruhun bünye mekanizmasına “baş kaldırma, isyan etme” gibi özellik imkanlarını koymamış olsaydı; o “baş melek” “başkaldırmayı, isyan etmeyi...” nasıl, nereden bulup, bilip, kullanabilirdi? Demek ki Tanrı, başlangıçta her şeyi istediği gibi yerli yerine oturtmuştu! Tanrı, ilerde olabilecek tüm bu olaylara önceden olasılık tanımış olduğundan, bunun böyle olacağını önceden biliyordu ve böyle de tasarlamıştı.

Ne düşünüyorsunuz? Sonradan “Şeytan” adını alan O baş melek de Yaratıcı Tanrı gibi bir yaratıcı mıydı? Yani, kendi bünye mekanizmasına “isyan etme, baş kaldırma, itaatsizlik etme, aldatma, ayartabilme...” gibi özelliklerini kendisi mi yaratıp kendi bünyesine koydu? Yaratıcıdan başa yaratıcı yoksa, Yaratıcı tek ise; o baş meleğin Tanrı gibi yaratabilme özelliği yoksa; o zaman nasıl oldu da bu gibi “şeytansal özellikler” Şeytanın bünye mekanizmasında bulunuyordu? Bulunuyordu çünkü onları baş meleğin bünye mekanizmasına Tanrı koymuştu! Bünye mekanizmasında var olduğu için de melek onları aldı ve kullandı!

Bu daha açıkça şu demektir: Tanrı “bir şeytan yaratmadı” ise de; meleğin şeytana dönüşeceğini, daha onu yaratmadan önce biliyordu. Bu bilgi ise, Meleğin şeytan olmasına engel olmadığı, müdahale etmediği veya karşı koymadığı; tam tersine izin ve müsaade verdiği için; Tanrı meleğin şeytana dönüşmesini, daha o yok iken planladığı açığa çıkmaktadır.

TANRI, İNSANLARA YAPTIĞI GİBİ,
RUHLARLA DA BİR “ŞANS, DENEME OYUNU” MU OYNADI?

Öte yandan, Tanrı o “baş meleği” yaratırken, onun bünye mekanizmasına koyduğu “baş kaldırma” veya isyan etme...” özelliklerini, zannedildiği saçma inanç gibi: Ruhları da “Tecrübe, deneme, sınama, imtihan etme...” amacıyla koymamıştır! Defalarca yinelediğim gibi tekrar yineliyorum: Deneyen, sınayan, imtihan eden, deneyim ve tecrübe öğrenen bir varlık asla “Tanrı” olamaz!

Yani, Tanrı ruhları yaratırken şöyle mi düşünmüştür: “Ben ruhları yaratırken, onların mekanizmalarına ‘baş kaldırma, isyan etme, veya gönüllü itaat etme veya etmeme’ özelliklerini koyayım. Bakalım bu ruhlar ilerde acaba hangisini seçecek? Acaba hangisini kullanacak...?” diyerek bir şans oyunu mu oynuyordu? Dolu ya da boş, bir Piyango bileti mi çekiyordu? Veya ruhların ne yapacaklarını önceden bilmiyor muydu? Bilmeyen biri nasıl “Tanrı” olur?

Tanrı’nın “orijinal Tanrı” olabilmesi için: “Belki? Acaba?” gibi, ilerisini bilemeyen, göremeyen, soru işaretleri taşıyan tahminleri asla olamaz! Başlattığı her işin nasıl sonuç vereceğini en ince ayrıntısına dek, öncesinden çok iyi bilir! Yarattığı “Baş Meleğin” ruhsal bünyesine “baş kaldırma, isyan etme, itaatsizlik edebilme, ayartabilme...” gibi özellikleri koyan da bizzat Tanrıdır! Zamanı gelince bu kötü özelliklerini mutlaka kullanacağını da Tanrı yine çok öncesinden, LAYIKIYLA BİLMEKTEDİR! Bunun gibi de Tanrı, bu baş meleğin, kendi özel irade ve seçeneğiyle, itaati değil, itaatsizliği, uyumu değil uyumsuzluğu, iyiliği değil kötülüğü seçeceğini önceden çok iyi bilmekte idi!

Tanrı’nın bu şeyleri önceden BİLMEMESİ, Onu anında Tanrılıktan düşürür. Tanrı, yarattığı bu “Baş Meleğin” ilerde “Şeytan, İblis, ayartıcı, saptırıcı, isyan eden, baş kaldıran...” durumuna geleceğini, daha onu yaratmadan çok önceden biliyordu. Bu yüzden de ilerde “şeytan” olabilmesi için gereken tüm özellik ve olanakları onun bünyesine yerleştirmişti.

Bu gerçekler yüzünden, Tanrı, şeytanın “Şeytanlığını” uygulamağa başladığı ilk zamandan beri, hiçbir ÖNLEM ALMADI VE ENGELLEMEDE BULUNMADI! Tersine, Tanrı, ŞEYTANIN TÜM FAALİYETLERİNE BUGÜN OLDUĞU GİBİ İZİN VERDİ VE MÜSAADE ETTİ!

Bu yüzden, yukarıdaki yazılarda gördüğümüz gibi; “insanın iradesi ve seçme özgürlüğü” nasıl ki, safsata, asılsız, dayanaksız bir inanç ise; ruhlar alemindeki “özgür irade ve özgür seçenek” de aynı şekilde asılsız, dayanaksız ve safsatadır.
BÖLÜM SONU
GELECEK BÖLÜM
“EYUB” KİTABI MERCEK ALTINDA!

“SABIR” DERSİ VERDİĞİ SANILAN,

ÇELİŞKİLERLE DOLU TEVRAT’IN “E Y U B” KİTABINDAN;

BİR ARAŞTIRMA !

0 yorum:

Yorum Gönder

site map


counter