17 Kasım 2009 Salı

4. BÖLÜM
CİNSEL SAPIKLIK : “İNCİR YAPRAĞI VE DERİ ELBİSE” !
Hikayenin bu acıklı yerinde, bazıları belki seslerini yükseltecek ve: “Hey ahbap! Dur bakalım biraz! Durum sandığın gibi o denli vahim değil! Tanrı onlara acıdı ve deriden elbise giydirdi. Bu deri de, yaşayan bir kuzunun derisinden alındı. Bir kuzu kurban edildi. Bu kuzu da, ilerde kurban olacak Kurtarıcı İsa’nın, insanları bu durumdan kurtaracağının simgesidir...” diye itiraz edebilirler. Tabii, bu trajediler karşısında yüreklerini serinletmek veya teselli bulmak isteyenler, böyle bir yorum üretebilirler. Oysa, olaylar pek de öyle değil! Olaylar tam tersine gelişmektedir.

Hikayenin devamında, ilk insan, yasaklanan “günahı bilme meyvesini” yiyince, “gözleri açılır.” Yani, bilinçleri yerine gelerek bir şeyi fark ederler. (Bak. 3:7.) Acaba gözleri ne için açılır? Bilinçlerinin yerine gelmesindeki fark nedir? Bizlerin beklentisinde olduğu gibi: Söz dinlemediklerini, itaatsizlik günahını ettiklerini mi fark ederler? “Eyvah, aldatıldık... aldatılmışız! İtaatsizlik günahını etmişiz! Söz dinlememişiz! Ne olacak halimiz! Vay bize... tanrımız, tövbe ediyoruz, lütfen kabul et...” şeklinde normal günahkar yakınmaları mı başlar?
NE GEZER! Hayır! Hiç biri değil! Burada bize şaşkınlık ve hayret veren ve KONUYLA YAKINDAN UZAKTAN HİÇ Mİ HİÇ İLGİSİ OLMAYAN bir şeyle karşılaşıyoruz:: Seksüel skandal, cinsel sapıklık veya CİNSEL MANYAKLIK !!!
“Günahı bilme meyvesini” yemelerinin sonucu, “gözleri açılan” bilinçleri yerine gelen Adem ve Havva, ne görürler, neyin farkında olurlar, yani “gözleri neye açılır,” biliyor musunuz? CİNSEL ORGANLARINI görmeye ve bundan UTANÇ DUYMAĞA! Başka hiçbir belirti yoktur! Yani, bu olaydan anlayacağınız, ilk insanın “günahı bilme meyvesini” yemeleri; cinsel organlarını “bilmeye” tanımaya ve cinsel organlarından - karı ve koca olsalar bile - utanç ve ayıp duyma “bilincinin FARK EDİLMESİNE” neden olmuştur! HAYRETLER DOĞRUSU !!! Bu kadarı da olmaz! YOK ARTIK... Tanrı Sözü olan gerçek esinde, bu denli maskaralık olur mu?!

Bu ne acayip ve şaşırtıcı bir seks masalıdır ki; “günahı BİLME” meyvesini yemek, onların cinsel organlarının çıplak olduğunu “BİLMEYE”; bundan da AYIP ve UTANÇ duymağa neden olmuştur! Bu yüzden de şimdi cinsel organlarını gizleyip, “incir yaprağı” kullanırlar! (Bak. 3:7.) İşte, “günahı” veya “KÖTÜLÜĞÜ BİLME meyvesini” yemelerinin getirdiği acayip FARK ve sonuç!
1.- Cinsel organlarını fark etmek,
2.- Cinsel organlarını fark etmekten duydukları utanç ve ayıp FARKI!
3.- Cinsel organlarını gizlemek ve örtmek gereği FARKI!

TANRISAL ESİN” BÖYLE Mİ OLUR?
YOKSA YİNE BAŞKA BİR “SALDIRI DEFORMESİ” Mİ?
Bu ne biçim öğreti? Ne biçim anlatım? Bu ne biçim “Tanrısal esin”? Bu ne biçim bir sonuç? Buradaki acıklı trajediyi yazan ilkel kişi; yazdığı trajedideki acıklı olayı, biraz olsun hafifletmek ve “Tanrısal esini” (?!) kendi anlayışına göre biraz daha süslemek için; aklında “bir seks manyaklığı mı devreye girdi acaba?” Veya bu rezil, maskara olayı yazan kişi, kendisi bunu bizzat yaşayan bir CİNSEL MANYAK MIYDI?” diye, insan ister istemez sormak gereğini duyuyor!
Oysa, ilk insan yaratıldığından itibaren –her zaman - “kötülüğü bilme meyvesini” yiyene dek çıplaktılar ve hiçbir utanç, ayıp duyguları da yoktu. Hele, hele, “Tanrı onları erkek ve dişi olarak yaratmış; bereketli olun, çoğalın ve yeryüzünü doldurun” diyerek mübarek kılıp, birbirlerine karı, koca olarak birleşmeleri için vermişti. (Bak. Yar. 1:27-28.)
Onların cinsel organlarını Tanrı yaratmıştı Yaratırken de, onların bu organlarını tanımaları, bilmeleri, kullanmaları, birleşmeleri ve çoğalmaları için gereken şekli, biçimi ve işlevi vermişti. Yaratıldıklarından beri birbirlerini sürekli çıplak olarak görmüşler, asla utanç ve ayıp hissetmemişlerdi. Biri kocası, diğeri de karısıydı! Karısının kocasından ve kocasının da karısından utanmalarına NE GEREK VARDI? O halde bu cinsel utanç duygusunun anlamı neydi? Yazarın fikri, inancı ve yaşantısı, seksüel bir skandal, cinsel bir sapkınlık içinde mi sürmekteydi?

“KÖTÜLÜĞÜ BİLMEK” MEYVESİNDEN YEMEK; CİNSEL ORGANLARINDAN AYIP VE UTANÇ DUYMAĞA YOL AÇIYOR!
İlgili ayette: tanrı onlara: “Çıplak olduğunuzu size kim söyledi? Yoksa ondan yemeyin diye size emrettiğim ağaçtan yediniz mi?” diye sorduğu yazılıdır. (Bak. 3:7-11.)
Bu ayete göre de, aslında “Tevrat tanrısı,” yasakladığı “günahı bilme meyvesini” yediklerinde, cinsel organlarından ayıp ve utanç duyacaklarını önceden tasarlamış olarak bilmektedir. Buna göre, Tevrat tanrısının asıl amacının, ilk insanın “günahı bilmek” meyvesini yemekle; cinsel organlarından ayıp ve utanç duymalarını tasarladığı anlaşılmaktadır! Burada beliren cinsel skandal, yani “Cinsel organlarından utanç ve ayıp duymalarının” asıl nedeni, ilk insanın “günahı bilme” meyvesini yedikleri için başlamıştır! Yani, “Tekvin tanrısının “kötülüğü bilme” meyvesini yemeği yasaklamaktaki amacının; cinsel organlarından ayıp ve utanç duymağı engellemek olduğu ortaya çıkmaktadır! Bu ne acayip, bu ne “deli” tanrı böyle !!!
Peki neden? Onlar çıplak olarak yaratılmadılar mı? Yaratıldıklarından itibaren birbirlerini çıplak olarak görmediler mi? İlk insan “Günahı bilme” meyvesini yemeden önce, çıplaklıklarını görmüyorlar mıydı? “Günahı bilme meyvesini” yemek mi çıplaklıklarından utanç duymaya yol açtı? “Günahı bilme meyvesini” yemek; karı ve koca olarak, cinsel organlarını GÖRMEYİ, KULLANMAYI, BİRLEŞMEYİ VE DOĞURMAYI... SUÇ UNSURU MU ETTİ? “Günahı bilme meyvesini” yemek; cinsel organlarını kullanmağı, sevişmeği, birleşmeği, doğurmayı... “GÜNAH” olarak mı tanıttı? “Günahı bilme meyvesini” yemenin sonucu bu mu olacaktı? Bu bir “Tanrısal esin” mi? Yoksa “esin” kılığında seksüel bir muziplik, şarlatanlık, rezalet, maskaralık, cinsel sapkınlık masalı mı?
CİNSEL ORGANLARINI GÖRMEK VE KULLANMAK;
EVLİ OLSALAR BİLE, “AYIP, GÜNAH VE YASAK MI!”
Kutsal Kitaptaki bu garip masal, yasaklanan “kötülüğü bilme meyvesini” yemekle oluşan cinsel aşkın yasak olduğunu; yani, evli çiftlere SEVİŞMEYİ yasak etmektedir. Yani, cinsel organlarının görülerek işlevlerinin fark edilmesini ve kullanılmasını, yani birleşmeyi ve doğurmayı yasaklamaktadır. Cinsel organlarını, görmeyi, bilmeyi ve kullanmayı “utanç verici ayıp, yasak veya günah” olduğunu anlatmaktadır.
Çünkü yukarıdaki bu garip masalda, ortaya çıkan ve ima edilmeye çalışılan asıl konu budur: Çünkü, ilk insan, bu ne hikmetse, “kötülüğü bilme meyvesini” yedikten hemen sonra; “gözleri açılmış” yani bilinçlenmişler ve cinsel organlarından, ayıp ve utanç duymaya başlamışlardır! Yani, “Kötülüğü BİLME” meyvesini yemek onlara bu tür “ayıp ve utanç BİLGİSİ” vermiştir! Demek ki, buradaki “kötülüğü BİLMEK meyvesinin” asıl amacı; cinsel organlarını keşfetmenin ve onları kullanmanın esas “kötülük” olduğudur.

Meğerse “Tevrat tanrısı” ilk insana “kötülüğü bilme meyvesini” yasaklarken; onları aslında şu 3 şeylerden yasaklıyormuş! 1.- Adem ve Havva’nın cinsel organlarını fark etmelerini yasaklıyormuş! Yani bu cinsel organları fark etmek demek, onları görüp tanımak, işlevlerini ve kullanılmalarını bilmek yasaklanıyormuş!... 2.- Cinsel organlardan utanç ve ayıp duymağı, bunları duymamayı yasaklıyormuş! ve 3.- Cinsel organlarından utanç ve ayıp duymalarını sağlayarak; cinsel organlarını tanımayı, bilmeyi ve kullanmağı yasaklıyormuş!!! Bu ne çelişki? Bu garip kafadan kontak, cinsel manyak olan yazar ( her kim idi ise) ; biraz önce aynı Tanrı’nın “semereli olun ve çoğalın ve tüm dünyayı doldurun” dediği bereket sözünü çoktan unutmuş olmalı!!! (Bak. 1:28.)
Şimdi ilk insan, cinsel organlarını fark etmekten, bilmekten ve de doğal olarak kullanmaktan dolayı; duydukları utanç ve ayıp korkusuyla tanrıdan saklanmıştır! “Tevrat tanrısı,” nasıl bir tanrıysa, onların nerede saklandıklarını da bilememektedir. Bu aklından zoru olan cinsel sapık olan yazar, ilk insana ve tanrılarına, sanki “SAKLANBAÇ” oyunu oynatmaktadır!
Bu yüzden ilk insanın nerede olduğunu, nerede saklandığını bilemeyen tanrıları, onlara: “Neredesiniz?” diye seslenerek aramaktadır. (Bak. 3:9.) Onlar da: “Senin sesini işittik ve çıplak olduğumuz için korktuk ve saklandık” diyorlar. Tanrı da onlara: “Çıplak olduğunuzu size kim söyledi? Yoksa ondan yemeyin diye size emrettiğim ağaçtan yediniz mi?” diye sormaktadır. (Bak. 3:7-11.)
Demek ki tanrıları önceden bunun böyle olacağını biliyordu! Demek ki, “kötülüğü bilme” meyvesini yasaklamaktaki tasarısı bu idi! “Ondan yemeyin” diye yasakladığı meyveden yiyince, cinsel ayıp ve utanç duyacaklarını, yani çıplaklığı bileceklerdi. Tanrıları demek ki “yasak meyveyi” yaratırken bu amaçla tasarlamıştı. İlk insan “yasaklanan meyveyi” hiç yemeselerdi, cinsel organlarının da hiç farkına varmayacaklardı. Bedenin içinde görünmeyen bağırsaklar, mide, ciğerler... gibi organlar olacaklardı. Bu durumda cinsel organlarının niye var oluşunu, amaçlarını, işlevlerini, kullanımlarını... bilmeyen ilk insan da, tıpkı bebekler gibi yatıp kalkacaklardı. Aşkın sevişmesi, birleşme ve doğurmak... da olmayacaktı. Demek ki tanrıları “kötülüğü bilme meyvesini” yemeyi yasaklarken, bunları amaçlamıştı !!!
Tanrıları onlara: “Çıplak olduğunuzu size kim söyledi? Yoksa ondan yemeyin diye size emrettiğim ağaçtan yediniz mi?” diye sormaktadır. (Bak. 3:7-11.)
“Tevrat tanrısı” böyle sormakla bir şeyi daha açığa çıkarıyor: Demek ki, Tevrat tanrısı, ilk insanın yasaklanan “meyveden” yiyince, çıplaklıklarını ve cinsel organlarını fark edeceklerini ve bunun da kendilerine ayıp, utanç ve korku vereceğini önceden biliyordu! Tevrat tanrısının, “Kötülüğü bilme meyvesini” yaratmaktaki asıl amacı ve tasarısı da demek buydu! Tevrat tanrısı, ilk insanın “Kötülüğü bilme meyvesini” yedikleri taktirde; cinsel organlarını fark etmek ve onları kullanmaktan “ayıp, utanç ve korku” duymaları için tasarlamıştı!
Başka sözlerle, ilk insana “kötülüğü BİLMEK” demek: cinsel organlarını fark etmek ve kullanmaktan ayıp, utanç ve korku duymağı BİLMEK anlamını taşıyordu!!!
Oysa ilk insan, yaratıldığından itibaren çıplaktı. Ne utanç ne ayıp ne de korku asla duymamışlardı. O halde, cinsel organlarından utanç ve ayıp duymanın daha köklü bir nedeni olmalıydı. O neden de, doğal olarak cinsel organlarının işlevini bilmeye ve kullanmaya “gözlerinin açılmasıydı!” Yoksa, yaratıldıklarından itibaren cinsel organlarından utanç ve ayıp duyup gizlemeleri gerekirdi.

GÖZLERİNİN AÇILMASININ TEK ANLAMI: CİNSEL SEKS!
“Kötülüğü bilme meyvesini” yedikten sonra: “İkisinin de GÖZLERİ AÇILDI ve çıplak olduklarını gördüler; ve incir yapraklarından kendilerine önlükler yaptılar.” (Bak. 3:7.)
İlk insan sürekli çıplak olduğundan, cinsel organlarını her zaman gördükleri halde utançları yoktu. Ama bu kez, yasaklanan “kötülüğü bilme meyvesini” yedikten sonra, gözleri başka bir anlamda açılmıştı. Cinsel organlarının işlevini veya bunları kullanmayı fark etmişlerdi. Yani cinselliği, seksi keşfetmişlerdi! Cinselliklerinin işlevini fark etmeleri, dolaysıyla kullanmaları da, her nedense - bu garip masala göre - onlara utanç ve ayıp hissi veriyordu! “Kötülüğü bilme meyvesini” Tevrat tanrısı işte bu amaçla tasarlamıştı. Diğer bir anlamda “kötülüğü bilmek meyvesi;” cinselliği ve onun işlevlerini bilmek ve kullanmakla eşdeğerdi. Yani, kısacası, bu ilginç masala göre; yasaklanan “kötülüğü bilmek meyvesini” yemek deme; “yasak aşk, yasak sevişmek ve yasak birleşmek” demekti!
Bu ne çelişki? Tanrı önce: “semereli olun ve çoğalın” diyor! (1:28) Ama sonra, “semereli olup çoğalmalarını” sağlayacak olan cinsel ilişkiye “ayıp ve utanç duygusu” verecek “kötülüğü bilme meyvesini” yaratıyor! “Ayıp ve utanç duygusuna,” yani cinsel organlarını kullanma bilincine... sahip olmasınlar diye de, önceden “Kötülüğü bilme meyvesini” yasaklıyor! Böylece “kötülüğü bilme meyvesini” yemeği yasaklayarak; cinselliğin işlevlerini, sevişmelerini, birleşmelerini ve çoğalmalarını da yasaklamış oluyor! Şimdi gel de bu düğümleri çöz! Şimdi gel de, bu zır deli masalını “Tanrı esini” olarak kabul et!
Özet olarak: Tevrat tanrısı, yarattığı “kötülüğü bilme meyvesini” ilk insan yediği taktirde, bu sapık etkileri yapacağını önceden biliyordu. Çünkü:
“Çıplak olduğunuzu size kim söyledi? Yoksa ‘ondan yemeyin’ diye size emrettiğim ağaçtan yediniz mi?” sorusu bunu gösteriyor! (3:11.) Demek ki, Tevrat tanrısı, “günahı bilme meyvesini” şu amaçlarla yaratmıştı: Bu meyveden yedikleri taktirde 1.- Gözleri açılacaktı. 2.- Çıplaklıklarını, yani cinsel organlarının işlevlerini yani kullanılmalarını fark edeceklerdi. 3.- Cinsel organlarından ayıp ve utanç duyacaklardı. 4.- Bu ayıp ve utancı gizlemek isteyeceklerdi. 5.- Bu ayıp ve utanç,
“GÜNAHI BİLME meyvesinden” geldiğinden dolayı; “günahı bilmenin” getirdiği “ASLİ GÜNAH” olarak tüm insanlığa yansıyacaktı.. Tevrat tanrısı, işte bu amaçlarla bu ağacı ve meyvesini yaratmıştı!
Bu meyveden yedikleri taktirde, çıplaklıklarını ve bunun vereceği ayıbı ve utancı, “Tevrat tanrısı” önceden biliyordu. “Günah bilgisini” veren meyveyi, cinsel organlarından utanç ve ayıp duymayı sağlaması için Tevrat tanrısı tasarlamıştı. “Kötülüğü bilme” meyvesindeki kötülük ise; cinsel organların kullanılması sonucunda oluşan ayıp ve utanç duygusuydu!
Bu görüşü destekleyen şu ayete de bir bakın! “Anam bana günah içinde hamile kaldı ve ben günah içinde doğdum!” (Mezmur 51:5.) Bu bebek, ne olmuştur da “günah içinde doğmuştur?” Ne olmuştur da, bu bebeğin anası, bebeğine “günah içinde hamile kalmıştır?” Ortada belirgin hiçbir günah adı yoktur! Ancak ayette belirgin bir durum söz konusudur! O da, “annenin hamile kalmasıdır!” Anne, hamile kalması için, doğal olarak kocasıyla sevişmiş, yatmış ve cinsel organlarını kullanmıştır! Burada annenin “hamile kalmasındaki günah;” Yaratılış kitabındaki, ilk insanın “yasak meyveden” yemesini, yani cinsel organlarını kullanmaktan “ayıp ve utanç” duymalarını çağrıştırmaktadır!
MİZAHLARA, KOMEDİLERE, ROMANLARA KONU OLAN:
CİNSELLİK SKANDALI!

“Kötülüğü bilme” meyvesini yedikten sonra, ortaya çıkan “kötülük” tablosu şuydu: Cinsel utanç! Veya Seksüel ayıp duygusu! 1.- Cinsel organlarını doğal olarak kullanmaktan doğan, ayıp, ve utanç duygusu! 2.- Yasaklanan cinselliği kullanmak yüzünden oluşan Tevrat tanrısına itaatsizlik! 3.- Yasaklanan cinselliği kullanmakla oluşan itaatsizlik korkusundan dolayı tanrıdan saklanmak. 4.- Cinsel organlarını gizleme sapıklığı. 5.- Kullandıkları “incir yaprakları.” 6.- Tevrat tanrısının yasakladığı “kötülüğü bilme meyvesinin” sadece ve sadece CİNSELLİĞE ODAKLANMIŞ OLMASI!
KOMEDİLERE, MİZAHLARA MALZEME “YASAK ELMA!” EFSANESİ
“Tevrat tanrısı,” cinsel organlarının işlevini fark etmesinler, dolayısıyla kullanmasınlar; böylece ayıp, utanma ve gizleme yoluna gitmesinler diye “YASAK” koymuş meğerse! Tevrat’taki bu anlamsız ve sapık seksüel anlatımlar, “İlk günah” veya “Cennetteki YASAK ELMA” adı altında, tüm mizahlara, komedilere, tiyatrolara, romanlara, efsanelere, mitolojilere... konu olmuştur. Kökenini Tevrat’taki bu saçma anlatımlardan almıştır. Pek çok komedi yazarları, “Cinsel ilişkiyi” “Cennetteki Yasak elma” veya “yasak aşk” olarak tanımlamışlardır! Yazarların bu yorumları için onlara gücenmeyiz ve kızamayız! Çünkü Tevrat’ın bu tür anlatımları, onlara bu tür düşünce malzemelerini vermektedir!

Şimdi akla başka bir soru daha geliyor: 1.- Acaba aşkın, sevişmenin, birleşmenin, seksin güzelliğini, tahrik edici gücünü SİMGELEMEK için mi, “kötülüğü bilme meyvesinin” bu denli cazip, çekici güzel ve tahrik edici süslerle donatıldığı yazılmıştır? (Bak. 3:6.) 2.- Acaba çok çevrelerin yorumladığı gibi, bu fiziksel bir meyve “aşk elması” değil de, “yasak bir aşk” mıydı? Çünkü Tevrat yazarı, okuyucusuna maalesef bu düşünceleri veriyor!

TEVRAT’IN OKUYUCULARINA VERDİĞİ İMAJ !
Hani onlar, ilk insan karı ve koca idiler? Hani onlar birleşip çoğalacaklardı? Hani onların cinsel organlarını bu amaçlarla yaratan Tanrıydı? Birleşirken cinsel organlarını kullanmayacaklar mıydı? Birbirlerini severken, sevişirken, cinsel organlarını kullanırken, doğal olarak onları görmeyecekler miydi? Peki, cinsel organları görülmesin ve gizlensin diye şu saçma “İNCİR YAPRAKLARININ” da ne işi, ne anlamı var burada?
Bunlar karı ve koca oldukları halde, cinsel organlarını görmekten neden utanıyorlar? Neden bu “ayıp ve utanç” duygusu? Cinsel organlarını neden birbirlerinden gizliyorlar? Demek ki, “günahı BİLME meyvesini” yemek onları bu saçma BİLİNCE ve bu gülünç duruma düşürdü! Çünkü “günahı BİLME” meyvesini yedikten hemen sonra gözleri bu BİLGİYE açılıyor! Öyle görünüyor ki, Tevrat tanrısı “günahı bilme meyvesini” yemeği yasaklarken, ilk insanın cinsel birleşmesini, sevişmesini, cinsel organlarını görmelerini ve kullanmalarını yasaklamış!
TEVRAT TANRISI “DERİ GİYSİ” VEREREK
BU SAÇMA İMAJI DESTEKLİYOR !
Gelişen olaylarda, “Tevrat tanrısı” yukarıdaki saçma ve gülünç görüşleri tamamen onaylıyor! Nasıl mı? Şöyle: Cinsel organlarını görmekten ayıp ve utanç duyan ilk insan, “incir yapraklarını” önlük yaparak gizliyorlar. Tevrat tanrısı, onları bu durumda görünce: “Hey! Adem ve Havva, siz ne yapıyorsunuz böyle? Nedir bu saçmalığınız? Ben sizi çıplak olarak yarattım. Cinsel organlarınızı da ben yarattım. Onları kullanarak çoğalmanızı ben istedim. Sizi, Ben karı ve koca ettim! Birbirinizden utanç ve ayıp duymağa ne gerek var? Nedir bu sapıklığınız? Çabuk, çıkarın atın o incir yapraklarını! Bir daha da koymayın! Haydi, kalkın birbirinizi sevin, sevişin, birleşin, çoğalın ki, amacım yerine gelsin!...” D E M İ Y O R !
Ama ne yapıyor biliyor musunuz? TAM TERSİNİ YAPIYOR! Onların cinsellikten duydukları sapık ayıbı destekliyor, utançlarını onaylıyor! Nasıl mı? Şöyle: Biraz sonra çürüyerek düşecek ve tekrar cinsel ayıplarını ortaya çıkaracak olan incir yapraklarının yerine; cinselliklerini görmesinler diye, bir koyunun veya kuzunun derisi soyarak, onlara daha güzel ve daha dayanıklı “deri giysi” veriyor. Böylece onların sapık, komik cinsel utanç ve ayıp duygularını destekliyor! (Bak 3:21.) Tevrat tanrısı, ilk insanın sapık cinsellik utançlarını gizlemelerini onaylıyor ve sürdürüyor Yani “ondan yemeyin” diye yasakladığı yasak meyvenin yenilmesiyle oluşan tahribatı, daha da derinleştiriyor! BU NE ZEKA DOĞRUSU ! (?)
UTANÇ VERİCİ ZORAKİ YORUMLAR!
Bu açık ve net gerçekleri göz ardı eden; veya “deve kuşları gibi başlarını kuma gömerek” görmezlikten gelen bazı din adamları; “deri giysinin” ilerde kurban olan İsa’yı simgelediğini” iddia ederler. Bu sapık iddia ile de, bu sapık seksüel skandalı, kamufle etmeye çalışırlar! Eğer bu “deri giysi,” ilerde kurban olacak İsa’yı simgeliyorsa; vay halimize! Vay başımıza gelenlere! İsa’ya bundan daha büyük hakaret yapılabilir mi? Neden mi? Çünkü:
Bu düşüncesiz, sapık yorumu benimsediğimiz taktirde; İsa, sıradan adi günahlarımız için kurban olmamış olur! İsa, sıradan adi günahlar yerine; ilk insanın uydurma ve sapık cinselliğine odaklanan; saçma ve çarpıklıklarla dolu; cinsel sapıklığı, örtmek için kurban olmuş olur! Çünkü gerek “incir yaprakları” gerekse “deri giysi,” cinsel sapıklığa veya seksüel manyaklığa odaklanmaktadır! Rab İsa’nın kurbanı gibi kutsal bir kurbanı bu seksüel sapıklığa veya cinsel manyaklığa bulaştıran zalim yorumcular; gerçekten de İsa’yı aşağılamanın, veya hakaret etmenin vicdansızlığını yaşamaktadırlar!
“Deri giysinin” odaklandığı tek şey, cinsellik ayıbı ve utancıdır. “Deri giysi” sapık cinsellik ayıbını gizlemek için kullanıldığına göre; eğer “deri giysi” İsa’nın kurbanını simgeliyorsa; bu zavallı çarpık ve zoraki yorum, İsa’nın kurbanını otomatikman; ilk insanın yukarıda anlatılan cinsellik sapıklığına bulaştırmaktadır! Böyle sapık, hain, zalim ve aptal bir yoruma YAZIKLAR OLSUN!
CİNSEL SAPKINLIĞIN GÜNCEL BİR ÖRNEĞİ!
Cinsel sapkınlığın tarihsel örneğini, yukarıdaki anlatımlarda, Kutsal (!?) Tevrat sayfalarında görmekteyiz. Bu paragrafta ise, cinsel sapkınlığın güncel, yaşanan bir örneğini göreceksiniz. Tanıdığım evli bir ailenin, uzun zamandan beri çocukları olmuyordu. Anne ve baba, torun sahibi olmak için evli çifti doktora gitmeye zorladılar. Doktor muayenesi sonucu, evli çiftin çocuk sahibi olmamaları için bedensel, hiçbir engelleri olmadığını açıkladı. Doktorun raporu şöyleydi: “Çocuk olmamasının nedeni, her iki tarafta da, fiziksel, organik bir bozukluk değil, fikirsel, psikolojik bir bozukluktur.” Uzun araştırma ve soruşturmalardan sonra anne ve baba şu gerçeği öğrendiler:
Evli çift, evlendiklerinden itibaren, (tıpkı Tevrat’taki sapık seksüel masalda olduğu gibi,) cinsel organlarını birbirlerine göstermekten ve birleşmekten utanıyorlardı. Yatağa gitmeden önce ikisi de ayrı, ayrı, gizlice başka bir odada soyunup pijamalarını giyiyorlar ve yatağa giriyorlardı. Yatakta ise sadece birbirlerine: “İyi geceler” dileyip, birbirlerine sırtlarını dönüp uyuyorlardı.
Cinsel anlamda birbirlerine asla dokunmuyorlardı. Cinsel organlarını birbirlerinden sürekli gizliyorlardı, çünkü göstermek ve kullanmaktan son derece utanıyorlardı! Doktor, kibar bir şekilde buna: “Fikirsel, psikolojik hastalık” demişti. Oysa olayı öğrenenler, bu aileyi “Cinsel
sapıklık hastalığı” ile suçladılar.
İşte cinsel sapıklığın, güncel, yaşayan ve canlı bir örneği!
KAMUDAKİ YAYGIN İNANÇ!
Geniş halk tabakalarında bu konuda yaygın inançlar var, Şöyle:: “Cennetteki yasak meyve veya yasak elmayı hiç işittiniz mi? Cennetteki ilk günah neymiş biliyor musunuz? Yasak elmayı yemek! Yasak elma neymiş, neyi simgeliyormuş, biliyor musunuz? Adem ve Havva’nın birbirleriyle seks ilişkisinde bulunmaları! Eğer Adem ve Havva birbirleriyle cinsel ilişkide bulunmasalarmış, cennetten asla kovulmayacaklarmış! Yasak meyveyi yemişler, yani cinsel ilişkide bulunmuşlar, bu yüzden de kovulmuşlar...”
“Onlar bu meyveden yiyince, cinsel ilişkide bulunmanın günahını fark etmişler. Kendilerine günah işleten cinsel organlarını görmekten ayıp ve utanç duymağa başlamışlar. Bu yüzden de cinsel organlarını incir yapraklarıyla örtmüşler! Tanrı da onlara ‘deri giysi’ giydirmiş. Böylece onların ayıp ve utançlarını örterek onaylamış! Onaylamış diyorsun ama, bu yüzden de cennetten kovulmuşlar!...”
Boşuna mı yukarıdaki o sapık aileye: “psikolojik cinsellik hastası” denildi? Boşuna mı ağızdan ağza dolaşan “cennetteki yasak günah elması, yasak aşk, yasak cinsel ilişki” senaryoları, romanları, tiyatroları! Bunlar, maalesef bu imajı veren, sözüm ona “Tevrat tanrısının” komik, komik olduğu kadar da çarpık, “esininden” kaynaklanıyor!
Din adamları, eğer bir kez açık “sapıklığı” KUTSALLAŞTIRARAK “Dine” oturturlarsa; ona artık asla “sapıklık” diyemezsiniz! O sapıklık, artık: “AÇIKLANMAYAN, TANRI’NIN YÜCE HİKMETİ” oluverir! Veya: “Öyle bir şey yok! Bu senin yanlış yorumun” oluverir! Bir süngerle sapıklıkları siliverirler! Çünkü bunlar bir kez “KUTSALLAŞTIRILMIŞTIR” laf söylenemez,
bozulamaz, düzeltilemez ve kaldırılamaz.!
4. BÖLÜM SONU
GELECEK BÖLÜM
MİTOLOJİK BİR ZAMANLAMA HATASI: “K I L I Ç” !

YASAK BİR FORMALİTE Mİ? YASAĞI GEREKTİREN ŞEYLER NİYE VAR?

15 Ekim 2009 Perşembe

3.BÖLÜM

YASAK: BİR FORMALİTE Mİ?
YASAĞI GEREKTİREN ŞEYLER NİYE VAR?

İNSAN YASAKLARLA NİYE UYUMLU DEĞİL?
“Tanrı yasak koyarak insanı uyardığı için sorumlu değildir” diyenlerin inancını, diğer yönüyle de inceleyelim: Bazı sorular:
1-. Yasaksız bir ortam niye yok?
2-. Yasağı koymanın amacı ne?
3-. Yaşamda neden yasak ve yasağı gerektiren kötü şeyler var?
4-. Yasaksız bir ortamda yaşamak niye mümkün değil?
5-. Tanrı, kendi yasağının tutulmayacağı önceden bilemedi mi?
6-. Bildiyse, cehenneme atmak için yasağı formalite bir “bahane” olarak mı koydu?
7-. İnsanın doğası, yasaklara neden ters düşüyor? Yasaklarla neden uyumlu değil? Sadece yasak koymak yeterli mi? Kaba güçle engelleme, veya yüreği ikna ve razı eden bir müdahale olmazsa, sadece “sözlü uyarı” veya “yasak” neye yarar?
8-. Tanrı, yasaklara karşı ya insanın doğasını; ya da insanın doğasına göre yasak ortamını neden değiştirmez?
9-. İnsanı yasakla cezalandırmak yerine, yasak ortamını değiştirmek daha iyi değil mi?
10-. Cehennem azabı olmaması için, insanın doğasını veya yasak ortamını değiştirmek, Tanrı için mümkün değil mi?
11-. “Yasak psikolojisini” insan bünyesine Tanrı niçin koydu? Tanrı, “yasak” psikolojisini bilmiyor mu?
12-. “Yasaklara karşı insanın belli davranışını yani itaatsizliklerini önceden bilen tanrı; bu mekanizmayı insan bünyesine böylece koyarak; Tanrı, “tavşana kaç, tazıya koş” veya “fareye kaç, kediye koş” şeklinde bir “alicengiz” oyunu mu oynuyor?

Tanrı, yasak koymadan önce, koyacağı yasağın insan tarafından çiğneneceğini önceden bilmiyor muydu? Eğer biliyor idiyse,
1.- Bunun sonucu Cehennem olacağına göre, her şeye kadir gücüyle, bilgeliğiyle, sevgisiyle, tatlılığıyla, insanı değiştirebilme üstünlüğüyle... MUTLAK VE ENGELSİZ KURTULUŞ İÇİN, niçin önlem almadı?
2.- Tanrı, bu gibi özelliklerini devreye sokmayarak, sadece pasif bir “sözlü uyarıyla” yetinmesi, insanları Cehenneme atabilmesi için bir tuzak değil mi?
3.-Böyle bir “yasağın” da, boş, anlamsız ve aptallık olduğunu bilemedi mi?
4.- Koyacağı yasağı insanın çiğneyeceğini önceden bile, bile yine de yasak koymak
A) AKILSIZLIK, B) cehennem olayı bakımından da SADİSTLİK olmaz mı?
Tanrı, ORİJİNAL TANRI olabilmesi için, koyacağı yasağın mutlak çiğneneceğini, kötülükleri mutlak kaldırmayacağını, mutlak bir yarar sağlamayacağını; tersine, yargı ve cehennem gibi ebedi zararlar getireceğini de önceden bilmesi gerekir. O zaman anlamsız, yararsız ve boş; teresine zararlı ve yıkımlı “yasak” koymak yerine; yasak koymağı gerektirmeyecek “yasaksız” bir ortam hazırlamak, kötülükleri yok etmek veya kötülükler karşısında insanı kırlmaz bir bünyeye sahip etmek daha akıllıca, bilgece ve sevgi dolu olmaz mıydı?

YASAKLAMANIN AMACI, “CEHENNEM KADERCİLİĞİ” Mİ?

“KÖTÜLÜK İŞLEMEYEN, İYİLİĞİ SEÇEREK KURTULAN
BİR KİŞİ BİLE YOK!”

İnsan yaratıldığından itibaren, içten gelen isteğiyle ve kendi gücüyle, iyiliği ve itaati seçen; günahı alt eden, kurtarılmaya ihtiyaç duymayan, böylece kendi iyilik çabasıyla cenneti kazanan... BİR KİŞİ BİLE OLMAMIŞTIR! İncil’deki şu sözler boşuna yazılmamıştır!
“Hiç salih (Doğru kişi, günahsız) yok, hepsi de günah işlediler, bir kişi bile yok,.. hepsi günah işlediler...” Bak Rom. 3:9-23. “Gerçek, yeryüzünde iyilik edip suç işlemeyen salih adam yoktur.” Vaiz. 7:20.
“İstediğim iyiliği yapamıyorum...istemediğim kötülüğü yapmağa itiliyorum... Ne zavallı adamım! Bu ölüm bedeninden beni kim kurtaracak?” Rom. 7:24. “Eğer günah işlemedik dersek Tanrıyı yalancı ederiz ve bizde Onun sözü olmaz..” 1. Yu. 1:10. Vesaire.

Yasakların çiğneneceğini, özgür seçeneğin kötüye kullanılacağını, böylece cehennemin kaçınılmaz olacağını bile, bile yine de yasak koymak; cehennemi “kader” haline getiren, SADİST bir uygulama değil mi? Bunun yerine yasakları ve cehennemi gerektirmeyecek temiz, sağlam, kırılmaz, ZAFER DOLU bir insan doğasıyla; günahsız, kötülüksüz, denemesiz, şeytansız, tuzaksız, mükemmel bir insan doğası mı? Hangisi daha dürüst, bilge, akıllı ve sevgi dolu UYGULAMADIR?

Yasakların çiğneneceğini, özgür seçeneğin kötüye kullanılacağını, böylece cehennemin kaçınılmaz olacağını bile, bile yine de yasak koymak; cehennemi “kader” haline getiren, SADİST bir uygulama değil mi? Bunun yerine yasakları ve cehennemi gerektirmeyecek temiz, sağlam, kırılmaz, ZAFER DOLU bir insan doğasıyla; günahsız, kötülüksüz, denemesiz, şeytansız, tuzaksız, mükemmel bir insan doğası mı? Hangisi daha dürüst, bilge, akıllı ve sevgi dolu UYGULAMADIR?
İnsan eğer, günah ve kötülükler karşısında kırılmaz veya zafer dolu, Tanrısal güçlendirmeyle donatılmış bir varlık olsaydı, bazılarının ille de inat ettikleri gibi insan “robot” mu olacaktı??? Hayır! Hayır yine Hayır! Eğer bu sapık “robot olma” masalına inanacak olursak
1.- Tanrı ve İsa , günah ve kötülükler karşısında asla kırılmaz olup, zafer dolu, tertemiz kalmalarıyla Tanrı ve İsa da “robotlar” olacaklardır.
2.- İncil’deki yüksek ruhsal yaşam standardına da bir bakın: “Onda duruyorum diyen, Allah’tan doğan günah işlemez. İşleyemez, çünkü Tanrının tohumu kendisinde kalır ve günah işleyemez.” Bak:.1 Yu. 3:6-9 Günah işlemeyelim veya günaha karşı sürekli zaferde olalım diye “Tanrı tabiatına ortak olduk.” Bak. 2 Pet. 1:4. “Günah işlememek üzere sizi emirlerimde ve kanunlarımda yürüteceğim...diyor Tanrı” Bak. Hezekiel 36:25-27.) vs.
Günaha karşı tam bir zafer kazandıran, günahlardan tümüyle arındıran İncil’in yukarıdaki ve benzer ayetlerdeki kayrası (inayeti) de yukarıdaki SAPIK “robot” iddiasına inanırsak eğer, anlamsız kalacaktır.
Kötülük, tehlike, zarar, yargı ve ceza gibi şeylerin olmadığı; temiz bir doğa, güzel bir yaşam tarzı; günaha karşı kırılmazlık ve sürekli zaferlilik yaşamı hazırlamak daha akıllı ve daha güzel ve daha sevgi dolu değil mi? Çiğneneceğini önceden bile, bile; ille de yasak koymak; sonra da zayıf ve aciz insana mutlak yardım etmemek, sonunda da “bak, koyduğum yasağımı çiğnedin şimdi yargılanıp Cehenneme gideceksin!” demek, akılla, dürüstlükle, bilgelikle, adaletle, sevgiyle, merhametle... örtüşüyor mu?
Elçi Pavlus, bu noktayı şöyle onaylıyor: “Şeriat aracı olmasaydı, GÜNAHI bilmemiş olurdum. Çünkü eğer şeriat ‘Tamah etmeyeceksin’ dememiş olsaydı, ben tamahı asla bilmezdim. Fakat şeriatın YASAKLARI, bende her tür tamahı hasıl etti... Bir zamanlar şeriat yok iken ben diri idim: fakat emir – şeriat - gelince GÜNAH DİRİLDİ, ve ben öldüm...” (Bak. Rom. 7:7-9.)
Elçi Pavlus burada harika bir açıklama yapıyor: “Şeriat, yani Tanrısal yasa, emirler ve yasaklar getirdi. Tanrısal emirler, yasalar ve yasaklar olmadan ben yaşıyordum ve günah ölüydü! Oysa, yasalar ve yasaklar gelince, günah canlandı ve ben de öldüm” diyor. Neden? Çünkü insan bünyesi, yasalar ve yasaklarla uyumlu YARATILMAMIŞ da ondan! Eğer insan bünyesi doğada var olan kötülüklere karşı mükemmel olarak YARATILSAYDI; ne yasalara ne de yasaklara asla gerek olmazdı!

İNSANIN MÜKEMMEL YARATILMAMASI, YASAKLARI MI GETİRDİ?

İnsan, günah karşısında “SERTLEŞTİRİLMİŞ KIRILMAZ ÇELİK” gibi değil; maalesef “KIRILGAN CAM VEYA PORSELEN” gibi malzemelerle yapılmış. Bu yüzden dünya kurulduğundan itibaren günah insana hakimdir ve insan da kırılgandır. Tıpkı, bencil bina yapıcılarının depreme dayanıklı malzeme kullanmadıkları gibi; günah depremine dayanamaz nitelikte malzemeyle de insan yaratılmıştır.
Mantık şudur: Ya doğaya deprem felaketini hiç koyma; deprem felaketi hiç olmasın; ya da eğer deprem felaketini koyacaksan, depreme dayanıklı konut yap! Günah karşısında yerle bir olmayacak türden malzeme kullanarak insanı yarat! Günah depremi karşısında, yerle bir olacak çürük malzemeyle insanı asla YARATMA!

Bu sözler yanlış anlaşılmasın! Bu sözlerle asla Orijinal Tanrıya baş kaldırmıyorum! Haşalar olsun! Yüzeyde böyle görünebilir ama, öyle değil! Burada, “Tanrı, Yaratma, Günah ve Ölüm” gibi kavramları, mantıksızca yorumlarıyla insanları aldatmaya çalışan mantıksız insanlara aslında sesleniyorum...

İnsan bünyesi mükemmel olarak yaratılmaması sonucu, yasaları ve yasakları gerektirmiştir. Oysa, yasalar veya yasaklar, mükemmel olmayan insan bünyesini iyileştirmemiş, tersine daha da kötüleştirmiştir. Mükemmel bünye mekanizmasına sahip olmayarak tasarlanan ve yaratılan insan; yasalar ve yasaklar karşısında doğal olarak itaatsizlik, yasayı çiğneme, suçluluk, günah, kötülük, yargı, ceza ve cehenneme maruz kalmıştır.
Cehennemi oluşturan tek kaynak: 1-. İnsanın mükemmel olmayan bozuk bir bünye mekanizmasıyla yaratılması; 2-. Bunun yanında da, Tanrısal yasalar, yasaklar ve yargının olmasıdır.
KURTULUŞ MÜJDESİ VE KURTARMA ÇABALARI!

Dinlerdeki “kurtarma” veya “günahlardan arındırma çare ve çabaları” yukarıdaki iki bozuk nokta yüzünden oluşmuştur. “İnsanın seçme şansı olsun ve robot olmasın...” şeklinde bir inanç üretilmiştir. İnsanın sürekli kötüyü seçmesi sonucu “Cehennem” yargısını getirmiştir. “Özgür seçme şansını” kötüye kullanma yüzünden Cehenneme gitmek; bence “robot” olmaktan çok, çok daha beterdir...
Ayrıca, “kurtuluş müjdesi ve kurtarma çabaları” da yüzde yüz olumlu sonuç vermemektedir. Nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:
1.- İsa’dan önce ve sonra, “Cristof Colomb” gibi kaşifler henüz gelmeden; ulaşım, teknoloji ve haberleşmenin çok ilkel olduğu zamanlarda; Amerika, Afrika, Avustralya, Asya’nın büyük bir kısmı, Kutuplar, Grönland... gibi kıtalarda binlerce yıl yaşayan, milyarlarca insanlara “KURTULUŞ MÜJDESİ” doğal olarak haliyle ulaştırılamadı. Kurtuluş Müjdesinin ulaştırılamadığı milyarlarca insanlar, kurtuluştan MAHRUM KALDILAR!
2.- Bu “modern çağda” bile hala ulaşılmayan yerler var. 3.- Ulaşılan çok yerlerdeyse, “kurtuluş müjdesi” inandırıcı veya ikna edici olamamıştır. Çünkü
A.) Bu müjdeyi ulaştıranlardan çoğu kendileri günah içinde yüzmüşlerdir ve yüzmekteler. Başları kel olanlar, başkalarına kel ilacı ikram etmektedir...
B.) Yüreği ikna edici bilgelikle değil, tepeden inme, mekanik, uzman olmayan kişilerin etkisizliği, para ile satın alma ... gibi nedenlerle, “kurtarma çabaları” maalesef pek başarılı olamamıştır. Bu gibi insanlar, karanlık vicdanlarıyla ve inançlarıyla baş başa, totemleriyle, tütsüleriyle, büyücüleriyle, “kafa dersi yüzmekle” daha güçlü olacakları inançlarıyla yaşamak zorunda kalmışlardır!
Tanrı’nın kurtarmak için “sevdiği dünya” sadece orta doğunun, küçücük bir parçası olmamalıydı. Kurtuluş müjdesinden yararlanan kişiler de, küçücük “Orta doğuda” yaşadıkları için torpilli, sadece bir avuç insanlar olmamalıydı...

DEVLETLERİN YASA VE YASAKLARI OLUMLUDUR!

Devletlerin güvenlik güçleri, polisler, jandarmalar, savcılar ve yargıçlar... maalesef insanın kötü doğasını değiştiremiyor. Dünyadaki kötülükleri, tehlikeli ve zararlı şeyleri, tümüyle yok etmeye de güçleri yetmiyor. Çünkü insandırlar. Bu yüzden koydukları yasaları ve yasakları, kaba güçle kontrol ediyorlar. Kötülüğü, tehlikeli ve zararlı şeyleri ellerinden geldiğince engellemeğe çalışıyorlar. Oysa Tanrı, kötü olan insan doğasını tümüyle değiştirebilir ve yok edebilir. Hem de, dünyadaki kötü, tehlikeli ve zararlı şeyleri çok kolayca yok edebilir. Hele, hele, eğer var olmasını istemeseydi; Şeytanı, kötülükleri, günahı, tehlikeli ve zararlı şeyleri... başlangıçta hiç var etmez ve hiçbir zaman da doğamıza koymazdı.

DİNSEL İNANÇLARIN BOZUKLUĞU TANRIYA MAL EDİLMEMELİ

Burada yine “Tanrıya akıl öğretmeğe çalıştığımızı” kimse düşünmesin! Ancak “Tanrı adına konuşulan” veya “Tanrıya mal edilen” dinsel inançların bozuklukları açıklanmaya çalışılıyor. Eğer Tanrı’nın koyduğu yasaklar çiğnenerek yarar sağlamayacaksa; tersine, itaatsizlik, günah, yargı, ceza veya cehennem gibi korkunç zararlar getirecekse; yapılacak daha akıllıca bir şey var: Yasak koymağı gerektiren insanın kötü doğasını; doğadaki tehlikeli, kötü ve zararlı şeyleri, kötülüğün tüm kavramlarını, dünyadan kaldırmak ve yok etmek gerekirdi!

Böylece ne yasa ne de yasak koymağa hiç gerek kalmayacak; yasaklar çiğnenmeyecek, İtaatsizlik, günaha itilme, denenme, tuzağa düşürülme, suçluluk, haçta işkence ve acı çekerek kurtarma çabaları, yargı ve cehenneme de hiç gerek kalmayacaktı!

Bu konularda “Tanrı sözcüsü” olduklarını iddia ederek Tanrı hakkında yanlış yorumda bulunanlar şunları hatırlamalıdırlar: 1.- Yasağı gerektiren kötü, tehlikeli ve zararlı şeyleri, Tanrı ille de doğaya koyacaksa; 2.- Tanrı koyacağı yasağın çiğneneceği önceden bildiği halde yine de yasak koyacaksa; 3.- Tehlikeli, kötü ve zararlı şeyleri doğada ortadan kaldırmak Tanrı için çok kolay olduğu halde onları kaldırmıyorsa; bunların gerisinde mutlaka şu altı neden bulunuyordur:

1.- Sürekli çiğnenecek “yasak” koyarak, boş, anlamsız ve akılsız formaliteyle uğraşan bir tanrı;
2.- Koyacağı yasağı insanın tutup tutmayacağını önceden bilemeyen bir tanrı;
3.- Koyacağı yasakla insanın nasıl davranacağını önceden bilemeyen ve, “acaba itaat edecek mi yoksa etmeyecek mi?” diye bilmek, öğrenmek üzere insanı deneyen bir tanrı; (Önceden bilemeyen ve deneyerek öğrenim, bilgi kazanan bir varlık asla Tanrı olamaz!)

4.- Yasak koymağı gerektiren kötü, tehlikeli ve zararlı şeyleri yok etme gücüne sahip olmayan bir tanrı;
5.- Ya da bu güce sahip iken, önce kötü şeylerin var olmasını sağlayarak; sonra da engellemeyerek veya önlem almayarak, kötü, tehlikeli ve zararlı şeylerin işlemesini isteyen bir tanrı;
6.- Kötü, tehlikeli ve zararlı şeylerin var olmasını ve işlemesini istediği veya izin verdiği halde, bunları yapanları cezalandıran, cehenneme atan, haksız, adaletsiz, merhametsiz, sadist, akılsız... tanrı kavramlarıyla karşılaşırız!.
BU TÜR İNANÇLARIN ÜRETTİĞİ SONUÇLAR:
1.- Yasak koymağı gerektiren kötü şeylerin doğada var olmasını tasarlayan; bunları dünyaya ve insan bünyesine koyan bir tanrı;
2.- Koyacağı yasağın bozulacağını önceden bildiği halde, yine de boş ve anlamsız yasaklarla uğraşan akılsız bir tanrı;
3.- İnsana verdiği “özgür seçeneğin” kötüye kullanılacağını önceden bildiği halde; yine de “özgür seçeneğin” boşluğu, anlamsızlığı ve akılsızlığıyla uğraşan bir tanrı;
4.- “Özgür seçenek ve yasak” gibi kavramlarla insanın ne yapacağını önceden bilemeyip, bunu öğrenmeğe çalışan ve bu yüzden de insanı deneyen bir tanrı;
5.- Yasağın gerektirdiği kötü şeyleri yok etmeğe gücü yettiği halde onları yok etmek istemediğinden; böylece “formalite icabı” yasak koyan bir tanrı;

6.- Tutulmayan “yasak” yüzünden, yasağın gerektirdiği kötü şeylerin işlemesine izin veren bir tanrı;
7.- Kötü şeylerin var olmasına ve işlemesine izin vererek; insanların kötülüklere bulaşmasına engel olmayan, sadece pasif sözlü bir uyarıdan başka, süper natürel gücüyle önlem almayan bir tanrı;
8.- Koyduğu yasakla insanı kurtaran değil, sadece tuzağa ve günaha düşüren bir tanrı;
9.- İnsanların kötülüklere bulaşmasına engel olmayıp izin verdiği halde; adaletsizce onları yargılayan, suçlayan bir tanrı;
10-. Suçladıklarını, kan dökme, kurban sunma gibi, kana susamış... işkence ve zulüm dolu “kurtarma çabalarıyla” uğraşan bir tanrı;
11.- Kurtarmakta ikna etme yeteneği olmayan; insanın kurtulmasını mutlak başaramayan, bu yüzden de cehennem “azabı” üreten sadist bir tanrı;
12.- Böylece insanları cehenneme atmaya sanki can atan haksız, sadist bir tanrı kavramından başka bir açıklaması olabilir mi?

TANRI, CEHENNEMLİKLERİ EZELDEN Mİ TASARLADI?

Eğer Tanrı, insanları cehenneme atmayı önceden planlamadı ise; daha insanı yaratmadan önce, günah olgusunu dünyamızda neden yaratmıştır? Ayrıca, insanın tüm günah işleyebilme olanağını, yani, kötülüğe giden arzuyu, meyili ve eğilimlerini, insan mekanizmasına neden koymuştur? İnsan, kendi doğasında var olan bu kötü mekanizmayı, nereden bulmuş ve almıştır? Bünyesindeki kırılgan mekanizmasını, insan kendisi mi yapmış, kendisi mi yaratmıştır? İnsanın kendisi için böyle bir mekanizma yaratabilir mi? İnsan yoktan bir şey yaratabilir mi?

Değilse: A). Gerek koyacağı yasağın çiğneneceğini; B). Gerek vereceği özgür seçeneğin, kötüye kullanılacağını ve C). Gerekse de, kurtarma çabalarını insanın ret edeceğini, önceden bilmesine rağmen, bu tanrı hangi akla hizmet ederek hem günaha düşecek insanı hem de cehennemi yaratmıştır?

Burada “insan eğer kötülüğü bilmez ve seçemezse ‘robot’ olur” tehlikesinden çok daha büyük bir tehlike, yani Cehennem tehlikesi söz konusudur! “Cehennem olgusu” karşısında derim ki: “Keşke insan iyilik robotu olsaydı da asla ebedi cehennem robotu olmasaydı! Ya da hiç var olmasaydı da, ebedi azaba gitmeseydi!”

“Tanrı sözcüsü” olduklarını iddia edenlerin yanlış inanç ve yorumlarına göre değil de; Orijinal Tanrı’nın sevgisi, şefkati, dürüstlüğü, anlayışı, bilgeliği de böyle iyimser davranır diye düşünüyorum. İnsanın bu tür aptalca, ve merhametsizce yanlış yorumlarıyla haksızlıklara, tuzaklara, kötülüklere ve cezaya maruz kalmasını, sevgi olan orijinal Tanrı istemez diye düşünüyorum! Ya siz ne dersiniz?

Eğer insanın, koyulacak yasağı çiğneyeceğini, özgür seçeneğini kötüye kullanacağını ve kurtarma çabalarını ret edeceğini veya kurtarma çabalarının akim kalacağını, yani başarılı sonuç vermeyeceğini Tanrı önceden mutlaka biliyorsa, o zaman insanı yaratmasının ne anlamı olur ki? Bunun tek bir anlamı olur: O da cehenneme gitmesi için yaratmak! Öyle değil mi?

Tanrısal sevgi, dürüstlük ve bilgelik bu mudur! Eğer insan yasakla, özgür seçenekle, kurtuluş çağrılarıyla, tanrı tarafından denenecekse; bu denemelerde de mutlaka yenik düşeceğini Tanrı önceden biliyorsa; böyle bir insanı cehennem için yaratmak yerine hiç yaratmaması daha iyi olmaz mı? O zaman ne yasağa, ne özgür seçeneğe, ne robot olup olmamağa, ne işkence dolu kurtarma çabalarına, ne yargıya, ne de ebedi cehenneme gerek kalır mı?

Bu bilinçle insanı yaratmak, “Cehennem kaderciliği” değil midir?
Bu gibi inançları orijinal Tanrı mı verdi? Yoksa, ilkel ve cahil insanların çarpık, deforme ve düşmanca saldırı yorumları, dine, mezheplere mi sokuldu?
İnsana yasak konulmasının, özgür seçenek verilmelisinin, “robotluğunun”... Tanrısal bilgelikle asla bağlantısı olamaz! Çünkü insanın yasağı çiğneyeceğini, özgür seçeneğini kötüye kullanacağını ve yarar yerine zarar getireceğini, Orijinal
Tanrı zaten önceden bilmektedir. Önceden her şeyi bilen, sevginin, anlayışın, bilgeliğin ve dürüstlüğün doruğundaki bir Tanrı, bu tür akılsızlıkları yapabilir mi? Cehenneme gideceğini önceden bildiği insanı hiç yaratır mı?
TANRI’NIN HER ŞEYİ ÖNCEDEN BİLMESİ,
SAPIK İNANÇLARI MEYDANA ÇIKARIYOR!

Açıkça görülüyor ki, “Özgür seçenek, yasak, deneme, itaatsizlik, günah, yargılama, suçlama, tüm insanlara ulaşamayan ve tüm insalığı kapsamayan başarısız kurtarma çabaları, ceza ve cehennem” gibi; tüm marjinal inançları asılsız ve iptal eden kaçınılmaz gerçek: Tanrı’nın her şeyi önceden bilmesidir!

Tıpkı, güneşin balçıkla sıvanamayacağı gibi, bu açıklamalarımızla orijinal Tanrıyı asla suçlamak amacında değiliz! Bilgeliğin, gücün ve sevginin doruğundaki bir Varlığa, böyle akılsızlıklar yüklemeğe kimsenin hakkı yok! Burada:
1.- Sözde “Tanrı sözcülerinin” “Tanrısal esin” yerine koydukları bozuk, çarpık, ilkel inanç ve yorumları;
2.- “Tanrısal esin” saydıkları sahte ayetlerin bozuk tercümeleri;
3.- İlkel ve çarpık insan yorumlarının “kutsal” ilan edilerek dine girmesi ve deformesi;
4.- Bunların eleştirisi ve uyarısı söz konusudur.
“ALLAH DÜNYAYI ÖYLE SEVDİ Kİ,
BİRİCİK OĞLUNU FEDA ETTİ!”

Bazıları, şu klasik, şu ünlü ayetle itiraz edebilirler: “Ama, Tanrı dünyayı öyle sevdi ki, insanların kurtulmaları için biricik Oğlunu feda etti...” diyebilirler. Ben de radikal gerçeklerin bana verdiği rahatlıkla: ‘hangi dünyayı?’ diye sorarım! Sadece Orta doğudan İspanya’ya kadar uzanan, sadece Asya’nın küçücük bir parçası olan ‘dünyayı mı sevdi Tanrı?”

İsa’dan önce ve sonra çeşitli kıtalarda yaşayan milyarlarca insanları; Cristof Kolomb zamanına dek çeşitli kıtalarda, Amerika’da, Avustralya’da, Afrika’da, Avrupa’da, Asya’nın diğer kısmında, Kutuplarda, Grönland’da... yaşayan milyarlarca insanların ‘dünyaları ve sevilmeleri’ ne olacak? Tanrı onları nasıl sevdi? Kurtuluş müjdesini onlara nasıl ulaştırdı? Ulaşım ve haberleşmenin çok sınırlı olduğu eski çağlarda, Tanrı KURTULUŞ HABERİNİ ve SEVGİSİNİ onlara ulaştırabildi mi?

“Tanrı onları da vicdanlarına göre yargılayacak” diyecekler. Peki, ben de yine soracağım: “Vicdansal yargılama yoluyla Kurtuluş geliyor mu? Eğer vicdansal yargılama yoluyla Kurtuluş sağlanabiliyorsa; o zaman Kurtarmak için bu denli çile, acı, aşağılanma ve işkence çeken İsa Mesih’e yazık olmadı mı?”

A.) İsa’dan binlerce yıl önce çeşitli kıtalarda yaşayan milyarlarca insana; kurtuluş müjdesi niye ulaştırılamadı?
B.) İsa’dan yüzlerce yıl sonra, yaklaşık İsa’dan sonra 1600 lü yıllarda, Orta çağa dek, Cristof Kolomb’un Amerika’yı keşfetmesine dek, diğer kıtalarda yaşayan; Amerika’da, Afrika’da, Avrupa’da, Avustralya’da, Grönland’da... Asya’nın diğer kısmında, Uzak doğuda yaşayan milyarlarca insanlar, “kurtuluş müjdesinden” niye yoksun bırakıldı?
Sadece Ortadoğu’da yaşayan bir avuç insanlar, kurtuluş müjdesi ve Tanrı sevgisini anlamak bakımından torpilliler miydi? Yoksa, Tanrı’nın sevgisini ve kurtarışını artıran ve yayan şey modern teknoloji mi oldu? Modern teknolojiyle Tanrı’nın sevgisi ve kurtarışı, daha fazla mı değer kazanıyor? Daha fazla mı iş görüyor? Ulaşım ve haberleşme teknolojisi Tanrı sevgisinden ve gücünden daha mı üstün?
TEVRAT TANRISINA SESLENİŞ!

Ey Tevrat tanrısı, yaratacağın insanların, ilerde
1.- Kötülük işleyeceklerini,
2.- Yasağını çiğneyeceklerini,
3.- Özgür seçeneklerini kötüye kullanacaklarını,
4.- İtaat etmeyeceklerini,
5.- Kurtuluş müjdesini herkese ulaştıramayacağını,
6.- Ulaştırdıkların ise, çokları tarafından ret edileceğini... önceden bile, bile, o insanları neden yarattın? Cehennemin boş kalmasın diye mi yarattın?”
“Hem kötülüğü, hem kötülük karşısında kırılgan zayıf insanı, hem insanın kötüye meyil etmesini, kötüyü arzulamasını onun içine, mekanizmasına niye koydun? Hem de Cehennemi neden yarattın? Öncesinden her şeyi bile, bile, neden cehennemi ebediyen çığlıklar atılan, feryatlar edilen, işkence ve azap çekilen yeri zavallılarla dolduracaksın? Bu hoşuna mı gidiyor? Onların sonsuz feryat ve çığlıklarıyla, işkencelerinin azaplarının inlemeleriyle, tahtında nasıl rahat edebileceksin?
İnsanların cehennemdeki sonsuz çileleri sana zevk mi verecek? Tıpkı gangsterlerin ve katillerin, istemedikleri adama tetiği çekerken söyledikleri gibi:
‘Canın Cehenneme’ demek sana da mı keyif veriyor...?
Yoksa sen bunlardan tamamen münezzeh olup, yozlaşmış dincilik ve mezhepçiliğin sana yüklemeğe çalıştığı aşağılamalar mıdır? ”

“ÖZGÜR İRADE, ÖZGÜR SEÇİM
“TANRI İSTİYOR AMA İNSAN İSTEMİYOR!”

Böyle bir noktada, kendi doktrinlerini iddia edenlerin başka bir itirazları belirebilir: “Tanrı bütün insanların kurtulmalarını istiyor, ama insanlar istemiyor...” derler. Bu iddialarıyla da, güya iyimser olarak, Tanrıyı “tüm insanların kurtulmalarını istediğini” söyleyerek, Tanrının sanki “sevgi dolu” olduğunu göstererek Tanrıyı koruduklarını zannederler!
Oysa bu iddialarıyla Tanrıyı daha da beter acizlik batağına batırırlar! Böyle bir iddia, insanın istememesini, Tanrı’nın istemesinden daha güçlü eder! Aciz insanı, Tanrı’dan daha da güçlü pozisyona koyarak Tanrıyı aşağılar ve hakaret eder.

Tanrı tüm insanların kurtulmalarını istiyor ama maalesef insan istemiyor” şeklinde itiraz edenlerin iddiaları, gerekçeleri her ne olursa olsun iki büyük fahiş hata ediyorlar.
1.- İnsanın istemini, Tanrı’nın isteminden daha güçlü duruma sokmağa çalışıyorlar.
2.- “İstem gücünde” insanın Tanrıyı alt edebileceğini zannediyorlar!

3.- Tanrıyı, insanları Cennetine almak için mecbur etmeyen, zorlamayan bir pasiflik içinde tanımlarken; Cehenneme atmak için ise sanki can atan, mecbur eden, zorlayan bir aktiflik içinde tanımlıyorlar! Yani, cennetine almakta zorlamayan pasiflik içinde bir tanrı; ama cehenneme atmak için sadistçe, zebanice zorlayan zorba birine benzetmek istiyorlar. Nasıl mı? Açıklayalım:

İnsanın istemi, Tanrı’nın isteminden daha güçlü müdür? İnsanın istemi, Tanrı’nın istem gücünü alt edebilir veya bağlayabilir mi? Tanrı bir şeyi YAPMAK İSTER DE kim, hangi güç, Ona engel olabilir veya durdurabilir? İnsanın istem gücü karşısında, isteminde yenik düşen ZAVALLI, ACİZ bir tanı üretildiğinin farkında mısınız?

CENNETE ALMAK İÇİN ZORLAMAYAN;
CEHENNEME ATMAK İÇİN İSE, ZORLAYAN BİR TANRI MI VAR?

“Tanrı insanları cennetine zorla alan bir diktatör değildir” diye itiraz edenler var! Peki, Tanrı insanları ZORLA cennetine alması “diktatörlük” oluyorsa; ZORLA cehenneme atması diktatörlük olmuyor mu? Cennet “zoraki bir mecburiyet” değilse, Cehennem niye “zoraki bir mecburiyet” oluyor? Bu dengesizlik nerden kaynaklanıyor? İnsanların akılsızlığından, bencilliğinden, ilkelliğinden, cahilliğinden değil mi?

İnsanlar: “Ben cennete gitmek istemiyorum! Günahı, itaatsizliği, imansızlığı seçiyorum...” dediği zaman; Tanrı eğer o kişiyi zorlamadan: “Peki sen bilirsin, özgür seçeneğini bu yönde kullanıyorsan, seni cennetime almam... defol git” deyip, cennet dışı serbest bırakabiliyorsa; öbür tarafta başka biri: “Ben cehenneme gitmek istemiyorum, beni serbest bırak! Özgürlüğüme ve seçeneğime saygı göster! Beni zorla cehenneme atamazsın, buna hakkın yok...” diyenlere, niçin aynı serbestliği vermiyor ve zoraki tutup cehenneme atıyor?

Tanrı, Cennete gitmek istemeyen insanları, pasif bir uyarıdan sonra serbest bıraktığı, zorlamadığı gibi; Cehenneme gitmek istemeyenlere de niçin aynı pasifliğini kullanmıyor ve serbest bırakmıyor? Cennetine zorla almak bakımından “sevgi zorlamasını” kullanmazken; Cehennemine atmak için, niçin güya “adalet veya kutsallık” (!?) zorlamasını kullanabiliyor? Buradaki uyuşmazlık çelişkisi neredendir? Tanrıdan mı, yoksa düşünce acizliğinden mi?

Cennetine almakta sevgi zorlamasında pasif bir tanrı; ama Cehennemine atmakta güya kutsallık veya adalet zorlamasında aktif ve güçlü bir tanrı! Bu inançla, sadist bir tanrı kavramı üretildiğinin acaba farkında mısınız?

Siz sıradan basit anne ve babalar olarak, çocuğunuzun ateşe doğru gittiğini gördüğünüzde, sadece basit bir uyarıyla yetinir misiniz? Çocuğunuzun sizin isteminizi ret etmesi karşısında, ateşe düşmesine, yanmasına, kavrulmasına... izin verir misiniz? Yoksa, çocuğunuzun istememesine, karşı koymasına rağmen; tüm gücünüzle çocuğunuzu ateşe gitmekten engeller misiniz? “Çocuğum, seni seviyorum! Benim istemimi ret etmene rağmen, bedenimi çiğnemeden, beni öldürmeden, ateşe gitmene izin vermeyeceğim...” diye haykırmaz mısınız?

“SEVGİ ZORLAYICIDIR!”
Pavlus: “Mesih’in sevgisi bizi zorluyor” diyor. (Bak. 2. Kor. 5:14.) Bu sevgi zorlaması, vuran, kıran, döken... bir zorlama değildir. Tersine, şefkatle, merhametle dolu, bilgelikle dolu, insan yüreğini tümüyle ikna, razı etme ve değiştirmeye gücü yeten bir sevgidir. Sevgi, sadece basit, pasif bir uyarı, basit bir müjdeleme değildir!

Gerçek sevgi zorlayıcıdır! Sevgi ne denli güçlü olursa, zorlama da o denli güçlü olur. Zorlama ne denli güçlü olursa, karşı koyma tehlikesi de o denli azalır ve yok olur! Zorlama, sadece basit bir “bağırma” da değildir. Zorlama, eldeki tüm güçleri, tüm olanakları, Tanrısal bilgelikle sonuna dek kullanma demektir. Kötü istekleri, karşı koymaları, isyanları, baş kaldırmaları... eldeki tüm güçleri bilgece kullanarak bastırmaktır. “Ben uyarımı yaptım, gerisi kendine kalmış” deyip, öz çocuklarının ateşe gitmelerini ve yanmalarını seyretmek, sevgi değildir!

Böyle pasiflik, hiçbir anne babaya yakışmadığı gibi, komşuluk, vatandaşlık veya insanlığa bile yakışmaz! İntihar etmek isteyenleri hatırlayın..., Hiç tanımadıkları halde, çeşitli vaatler, sevgi ve güven dolu diller dökerek, onları intihardan kaparak uzaklaştıran, sıradan basit insanların sevgilerini hatırlayın...

Çocuğumuz, uyarımızı ret edip, ateşe doğru giderken; “aman robot olmasın” diye ateşe gitmesine müdahale etmememiz, ama izin vermemiz; çocuğumuza “özgür irade ve seçenek” vermenin “iyiliği” midir? Yoksa vurdumduymazlığımızın, sevgisizliğimizin, ilgisizliğimizin ve kötülüğümüzün göstergesi midir?
“SEVGİ ZORLAYICIDIR!”

Tanrı’nın isteyip de yapamadığı şey var mıdır? Tanrı’nın yapmak istediği hangi şeyi insan veya başka bir yaratık engelleyebilir? Tanrı insanı kurtarmak isterken, insanın kurtulmak istememesi, Tanrı’yı engelleyebilir mi? Durdurabilir mi? Vazgeçirebilir mi? İnsanın İSTEMEMESİ, Tanrı’nın İSTEMESİNDEN bu denli güçlü müdür?
Tanrı’nın kurtarmak istemesi sevgisinden gelir. Sevgi ise zorlayıcıdır. Sevgi ne denli güçlü ise, zorlama da o denli güçlü olur. Zorlama ne denli güçlü olursa, karşı koyma tehlikesi de o denli yok olur!

Şimdi tekrar düşünün: Tanrı’nın en görkemli, en doruk, en yüce sevgisinden gelen; Tanrı’nın en güçlü zorlamasını hangi güç, engelleyebilir? “Tanrı istiyor ama insan istemiyor” safsatası da, Tanrı özellikleriyle bağdaşmayan, Tanrı özelliklerini tahrip eden ve Tanrıyı aşağılayan deforme inançlardan biri değil midir?

Lütfen söyleyin bana: Hangi evlat üzerine benzin dökerek kendini yakmak isterken; babası: “Ben oğlumu kurtarmak istiyorum ama, oğlum kurtarılmak istemiyor! Ne yapayım? Elimden bir şey gelmez...” diyerek sadece seyirci kalır ve oğlunun cayır, cayır yanmasını seyreder? Üstelik, elinde güçlü yangın söndürücüler; artı, babanın çok güçlü, atletik ve şampiyon kolları varken... Eğer bu baba, acımasız, tımarhanelik akıl hastası değilse, nasıl oğlunun kendini yakmasına seyirci kalır? Normal bir baba, kendini yakmak isteyen oğlunu engellemek için onunla boğuşmaz mı?! Eğer gücü yetmiyorsa, kendisi ölüme gitmeden, oğlunun kendisini yakmasına asla seyirci kalamaz!
Cehenneme giderek orada ebediyen yanmak üzere karar veren birini, “Tanrı onu kurtarmak istedi ama insan istemedi” diyenler; Tanrıyı, “ben oğlumu kurtarmak istiyorum ama, ne yapayım oğlum istemiyor, elimden de bir şey gelmez...” diyebilen acımasız, akıl hastası, tımarhanelik bir babaya benzetenler; Tanrı’ya bu denli korkunç hakaret ve küfür ettiklerini acaba fark ediyorlar mı?

SADECE “SÖZLÜ UYARI” VE “YASAK” YETERLİ Mİ?
Dünyada hangi baba, evde benzin ve ateşle oynayan oğlunu sadece sözlü bir uyarıyla ikaz eder, yasak koyar ve sonra da başka hiçbir şey yapmaz, üstün gücüyle müdahalede bulunmaz? Dünyada hangi baba, oğlunun eroinman arkadaşlar edinmesini, sadece uyarmakla veya yasaklamakla yetinir?

Oğlunuz yasağınızı tutmazsa, sözlü uyarınıza itaat etmezse, evde yangın çıkarması veya kendini yakması kaçınılmaz olursa, “Ne yapayım? Ben görevimi yaptım. Onu uyardığım ve yasakladığım için artık sorumlu değilim. Onun da özgür iradesi ve seçeneği var. Eğer yangın çıkarırsa, kendini yakarsa, müdahalem yanlış olur. Onu robot durumuna düşürmüş olurum. Özgürdür, seçeneğini kullansın. Yangın çıkarırsa, evimle beraber o da yanarsa yansın ve cezasını alsın...” diyebilen, dünyada hangi baba vardır?

Bir baba olarak, yoksa oğlunuzun evde yangın çıkaracağını önceden bildiğinizden, başlangıçtan evinize benzini hiç sokmaz mısınız? Veya, benzini soksanız bile, ne yapıp eder, elinizden gelen tüm çabaları harcar, oğlunuzun evde yangın çıkarmasına ve kendini yakmasına engel mi olursunuz? Tabii güçlü yangın söndürücüleriniz varsa, gücünüz de yetiyorsa! Gücünüz yetmiyorsa o başka!
Oğlunuzun eroinman arkadaşlar edineceğini önceden bilirseniz, bu arkadaşlarla tanışmaması için önlem almaz mısınız? Veya böyle arkadaşlar edindiği haberi size gelince; sadece sözlü bir uyarı veya yasakla yetinir misiniz? Sonra da: “Ne yapayım, ben elimden geleni yaptım. Onu uyardım, yasakladım. Gerisi kendisine kalır. Benim sorumluluğum artık yok...” mu dersiniz?

Dünyadaki hangi baba, böyle trajik durumlarda sadece sözlü bir uyarıyla, bir yasakla yetinir? Oğlunuzun evinizde yangın çıkarmaması için tüm gücünüzle gereken önlemleri almaz mısınız? Oğlunuzun bir esrarkeş, bir eroinman olmaması için elinizden gelen tüm çabaları göstermez, tüm gücünüzü kullanmaz mısınız?

Oğlunuzun güya “özgür seçeneğini” (?!) engellememek için, “eroinman” olmaya mı terk edersiniz? Eroinman olmaya terk edince, şimdi daha ziyade “özgür” olduğunu mu düşünürsünüz? Siz, oğlunuzu tüm gücünüzle engelleyip kurtardığınızda, oğlunuzun “özgürlük ve seçeneğini” yok edip, onu “robot” ettiğiniz için üzülür müsünüz?

Hangi baba, “eğer oğlumun eroinman olmasını engellersem “oğlumu robot etmiş olurum” düşüncesiyle serbest bırakır? Hangi baba, oğlunun evde yangın çıkarmasını sadece sözlü bir uyarıyla yasaklar, ama gereken tüm güçlerini kullanmaz? Hangi baba oğlunun evde yangın çıkarmasını güçleriyle engellediğinde, oğlunu “robot durumuna soktuğunu” düşünür?

Yangın çıkarmayı engellemek, iyilik midir? Kötülük müdür? Eroinman olmayı önlemek, iyilik midir? Kötülük müdür? “Özgür irade, seçenek ve robot olmak” kavramlarını, aptal bir iddia olarak kullanmak, yapılan akılsız kötülüğü örtebilir mi? “İnsan, özgürlüğünü ve seçeneğini eğer kullanamazsa “robot olur” düşüncesiyle; insanların kötülüklerine müdahale edemeyen Tevrat tanrısı, sıradan basit babalar kadar bile düşünemiyor, sevemiyor ve önlem alamıyor mu?

Gerçek sevgi ZORLAYICIDIR, demiştik! Yineliyorum: Çünkü çok önemli! Sevgi ne denli güçlü ise, zorlama da o denli güçlü olur. Zorlama ne denli güçlü olursa, karşı koymalar, kötülükler, tehlikeler, zararlar ve riskler de o denli yok olur. Tabii bizler dünyasal aciz babalar olarak imkanlarımız sınırlıdır, kısıtlıdır. Ama göksel “Babanın” imkanları bizler gibi sınırlı değildir. O halde yine soruyoruz:
“Tevrat tanrısı” ilk insana neden sadece sözlü bir uyarı yaptı ve orada kaldı? Neden sadece formalite icabı bir yasak koydu ve orada kaldı? Tevrat tanrısının sevgisinin engelleyici güçlü ZORLAMASI nerede idi?

Tevrat tanrısının imkanları bizler gibi sınırlı mıydı? Elinden başka şeyler gelmiyor muydu? Yoksa sözde “özgür seçeneklerini yitirmemeleri ve robot olmamaları için,” insanların cehennemde sonsuzlarca azap çekmeleri, tanrıya daha iyi, daha güzel mi gelmekteydi? Bu “tanrı’nın” terazisine göre: İnsanın özgür seçeneği kullanamayarak robot olması; Cehennemde sonsuz azap çekmekten daha ağır mı basıyordu? Daha mı kötü geliyordu? Yoksa bu tanrı, çiğneneceğini önceden bile, bile yasak koyarak; insanı tuzağa düşürmeğe, günaha bulaştırmağa ve böylece cehennemde sonsuzlarca işkence çektirmeye can mı atmaktaydı?
“YARATILIŞ” KİTABI TEKRAR MERCEK ALTINDA ANALİZ EDİLİYOR!
TANRI, ŞEYTANIN “ BAHÇEYE” GİRMESİNİ ENGELLEMİYOR!
ÇÜNKÜ TÜM KAPILARI ARDINA DEK AÇMIŞ!
Şimdi tekrar o ilginç hikayeye, (masala) “Aden cennet bahçesine” dönelim: Tevrat tanrısının “ateş alevli kılıçları” olan, güçlü koruyucu bekçileri, yani baş melekleri olan “Kerubileri” var. (Bak. Yaratılış 3:24.) Buna rağmen, şimdi İblis şeytan yılan kılığına bürünmüş, ilk insanı aldatmak için cennet bahçesine yaklaşıyor.
Yaklaşırken kaygı içinde: “Kapılardan acaba nasıl geçeceğim? Baş melekleri nasıl etkisiz edebilirim? Tanrı beni, ellerindeki ateşli kılıçlarla donatılmış Baş Melekleriyle engellerse ne yapacağım...?” gibi kuruntularla bahçenin kapılarına geldiğinde bir de ne görsün? Bir sürpriz! Tevrat tanrısı, Şeytan için sevinçli bir bayram havası estiriyor!

Çünkü her şey tam istediği gibi! Özgür, serbest bir manzara ile karşılaşıyor! Çünkü Tevrat tanrısı, aldatmaya, ilk ruhsal atom bombasını patlatmaya giden Şeytana, tüm kapıları ardına dek açmış! Bir tek bile, koruyucu “Kerubi” Meleği ortada yok! Nöbetçi, kılıçlı melek, engel, mengel hiç kimseler yok! Şeytana, içeri girmek tamamen serbest! İlk insana kolayca yaklaşabilir. İstediği yalanı, taktiği ve kışkırtmayı uygulayabilir ve ilk ruhsal atom bombasının patlatılmasını sağlayabilir...!
Karşı koyacak kimse yok! Sanki şeytanın bahçeden içeri girmesi ve ilk insan çiftini aldatması bekleniyormuş gibi Tevrat tanrısı hazırlık yapmış! Sanki Tevrat tanrısı Şeytana: “Buyur, Şeytancığım! İçeri gir ve işini gönül rahatlığıyla yap” der gibi bir manzara ile karşı karşıya!
DÜNYAMIZDA İLK RUHSAL ATOM BOMBASI PATLIYOR!

Şimdi Şeytan ilk insanın yanına kolayca ulaşmış!! Olanca kurnazlığıyla ilk insanı ikna etmeyi ve aldatmayı başarıyor. Öyle ki, ilk insan, güzel, cazibeli süslerle kamufle edilmiş çok tehlikeli “ruhsal atom bombasını” yani “günahı bilme meyvesini” kopartmağa elini uzatıyor. “Günahı bilme meyvesinin” kopartılarak yenmesi; yani ruhsal atom bombasının patlatılması an meselesi!

“Hirojima ve Nagazaki’de ilk kez patlatılan “Atom” bombasından çok daha feci ve korkunç sonuçlar doğuracak olan “ruhsal bir BOMBA” patlatılmak üzere! Ama maalesef, “Tevrat tanrısı” yani SEVGİ DOLU GÖKSEL BABA, (!?) bu korkunç tehlikeyi gördüğü ve müdahale edebileceği veya engelleyebileceği halde, hala sessiz ve hareketsiz! Hiçbir müdahaleye gerek görmüyor! Duygusuca ve vurdum duymazlıkla, neler olacağını çok iyi bildiği halde, (belki de bilmediği halde ?!) bu korkunç olayı sadece seyre dalıyor! İlk insana düzenlediği ve amaçladığı tuzağa düşmelerini merakla gözetliyor!

Hz. İbrahim’in oğlu İshak’ı kurban edeceği zamanda yaptığı gibi müdahale etmiyor: O zamanda İbrahim’e: “Şimdi ne yapacağını kesinlikle gördüm, anladım, “bildim. Sakın Oğluna dokunma” diyerek müdahale etmişti. (Bak. Yar 22:12.)
Burada da Adem ve Havva’ya: “Şimdi artık ne yapacağınızı iyice anladım, bildim gördüm! Sakın elinizi uzatıp o meyveyi kopartmayın” demiyor! Tersine, sesini çıkarmayarak, vurdum duymazlıkla, insanı o ilk günaha düşürme tasarısının gerçekleşmesine izin veriyor!

Tekvin tanrısı, ruhsal “bombanın patlatılması,” yani, yangının başlaması, yani ilk günahın oluşması; yani önceden kurduğu tuzağın başarıyla sonuçlanması için kılını bile kıpırdatmadan, bu trajik olayı müdahalesizce seyrediyor! HAYRET DOĞRUSU! Şu sevgiye, ilgiye ve merhamete bir bak! Şu Babalığa, kutsallığa, dürüstlüğe, adalete bir bak! Şu bilgeliğe, iyiliğe, yardım severliğe bir bak! Doğrusu burada, sevginin doruğundaki, sevecen “Baba” olan tanrı, ne harika örnekler sergiliyor! (?!) Öyle bir sevgi ki, dünyasal, aklını yitirmiş, üvey babalar bile asla yapmaz! Yapamazlar, çünkü vicdanları onları zorlar!

Siz olsaydınız, bu yalancı ve mahvedici “yılanı” yani şeytan olan düşmanı evinizden, “bahçenizden” kovmaz mıydınız? Onu hapsetmez, zindana atmaz mıydınız? İtaatsızlıkları için de, evladınızın da ya eline, ya poposuna okkalı birer “Osmanlı” tokadı vurarak bu korkunç tehlikeyi engellemez miydiniz? Tanrısal Özelliklerin zedelendiği ve Tanrı’nın aşağılandığı bu anlatımlar; Kutsal Kitaba yapılan saldırı deformeleri değildir de nedir?

TEVRAT TANRISININ KARAKTERİYLE,
İSA MESİH KARAKTERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI.

İncil’in temel öğretisinde gerçek “tövbe” vardır. Vaftizci Yahya, İsa Mesih, Elçiler, ilk kiliseler, insanlara daima “tövbe” kapısını açtılar. Günah işleyenleri tepeden inme fanatiklikle veya despot bağnazlıkla yargılayıp dışlamadılar ve öldürmediler. Ama tam tersine, tövbe, özür dileme, af, bağışlama, eğitme, yenileme, güçlendirme, değiştirme, ıslah etme, rehabilite, topluma veya kiliseye yeniden kazandırma... gibi harika erdemleri kullandılar. Oysa “Tevrat tanrısı” ilk insana, bu güzel erdemlerden hiç birini kullanmadı! Çünkü BİLMİYOR ki kullansın!
Belki de bunları bilmesi, akıllanması, despotluktan kurtularak uygarlaşması için, belki de uygar çağların gelebilmesi için, yüzyılların geçmesi gerekiyordu!!! Veya, bir Tevrat tanrısı, bir de ayrı İncil Tanrısı vardı! Ve bu iki Tanrılar arasında yüzde yüz karakter farklılıkları vardı!
HAYRAN OLUNACAK HARİKA BİR “İSA MESİH!”
İncil’de bir kadın vardı ki günahı, ilk insanın günahına hiç benzemiyordu. Defalarca daha ağır bir günah işlemişti! İlk insan günahını bilinçsizce işlemişti. Ama bu kadın günahını tam anlamıyla bilinçlice işlemişti. İlk insan, günah bilincine vakıf olmadan “kötülüğün ne olduğunu BİLMEDEN,” Tevrat tanrısının tuzağıyla günaha düşürülmüştü! Oysa bu kadın, zina ederek günahı bilinçli olarak işlemiş, ve şeriatın vahşi “taşlama ölümünü” hak etmişti. Yahudilerin din adamları, bu kadını yakalayıp, güya İsa’yı tuzağa düşürmek amacıyla Ona götürdüler. İsa bu kadına nasıl davrandı? İsa Mesih, Tevrat tanrısının acımasız, vahşi Şeriatının, “taşlama ölümüne” KARŞI ÇIKTI! İsa, açıkça şeriatı DELİYORDU!!!
“Tevrat tanrısının” VAHŞİ ŞERİATI, bu kadının taşlanarak öldürülmesini emrediyordu. (Bak. Tesniye 22:21-24.) Oysa İsa, BİLGELİK DOLU TANRISAL BİR SEVGİYLE, buna karşı koydu ve engelledi!
Çünkü İsa günahlının dostuydu!
Çünkü insanı çok seviyordu!
Çünkü İsa sevgi doluydu!
Canım İsa Mesih! Canını seve, seve verir ama bir tek izleyicisinin helak olmasını istemezdi! Günah veya şeytan, şeriatçı veya fanatik bağnazlar...; günahlı bir insanı Onun elinden alması ve yargılayıp öldürmesi için; Önce İsa Mesih’in cesedini çiğnemesi gerekirdi! Çünkü İsa’nın karakteri böyleydi! Sevgi doluydu!
Benim hayranı olduğum harika İsa’m, bu zavallı kadını, taşlama ölümünün VAHŞETİNDEN kurtardı. Af etti! Bağışladı! Yeniledi, güçlendirdi, hayata tekrar kazandırdı. İnanırım ki, bu kadın İsa’nın en sadık, en içten bağlısı, İsa hayranı, minnettar, en sadık izleyicilerinden biri oldu. Ömrünün sonuna dek sevinç ve adanmışlıkla İsa’ ya hizmet etti... (Bak. Yu. 8:3-11.)
“TEVRAT TANRISIYLA” “İSA” ARASINDAKİ
180 DERECELİK FARK!
Şimdi soruyorum: Tevrat tanrısıyla, İsa Mesih arasındaki 180 derecelik farkı veya uçurumu görebiliyor musunuz? Bir tarafta, daha henüz günah bilincine sahip olmayan ilk insan var. Günahı bilerek işlemiyor. Çünkü henüz kötülüğün ne olduğunu “BİLMİYOR!” Sadece itaatsiz olup yasaklanan “meyveyi” yediği zaman, kötülüğün veya günahın ne olduğu “bilgisine” varacak. Yani, ancak günah işleyince günahın ne olduğunu bilecek. Günahın ne demek olduğunu bilmeyen bu ilk insan; Tevrat tanrısı tarafından günah tuzağına düşmesi için itiliyor.

Böyle daha henüz hiçbir “günah” deneyimi olmayan bu insanı, daha İLK GÜNAHDA, Tevrat tanrısı, aşağılıyor, lanetliyor, kovuyor, trajedilere, elemlere, streslere, hastalıklara, dertlere, ÖLÜME mahkum ediyor! Tövbe, özür dileme şansı, af, bağışlama, öğüt verme, yenileme, güçlendirme... şansını ve imkanlarını ASLA vermiyor! Burada acımasızlığın, merhametsizliğin, adaletsizliğin, sevgisizliğin, despotluğun, anlayışsızlığın, haksızlığın... en güzel tablosunu görüyoruz!
Öbür taraftaysa bilinçli olarak, defalarca işlediği “zina” günahının farkında olan bir kadın var. Böyle kişileri Tevrat tanrısı, şeriatında VAHŞİ biçimde “taşlama ölümüne” mahkum ediyor. Oysa İsa, “Tevrat tanrısının” bu vahşi Şeriatına karşı çıkıyor! Şeriatı bozuyor! Şeriatı UYGULAMIYOR VE UYGULATMIYOR!
Böylece, “Tevrat şeriatını veren tanrı” karakteriyle, Kendi karakteri arasında taban tabana zıt, 180 derecelik karakter farkını gösteriyor. Bu kadını af ediyor. Bağışlıyor. Özgür bırakıyor! Yeniliyor, tazeliyor, güçlendiriyor, ıslah ediyor. Bir fırsat, bir şans daha veriyor. Topluma tekrar kazandırıyor! Bu günahlı kadın da, yaşamının sonuna dek, İsa hayranı ve en sadık izleyicisi oluyor.

İSA MESİH, NEDEN “TEVRAT TANRISINDAN”
TAM 180 DERECE FARKLIDIR?
İsa Mesih, “Tevrat tanrısından” niye tam tersini davranıyor? İnsan hayatını neden bu denli üstün tutuyor ve değer veriyor? Hatta İsa, insan hayatını Kendi Canından bile neden daha üstün ve değerli tutuyor? Bir tek koyununu yitirmemek için, neden hayatını bile veriyor? Onları “avucuna resmediyor, çiziyor, avuç içi güvenliğiyle onları koruyor: Yu. 10:11-29. Yeşaya 49:6. Tövbe ve yenilenme fırsatı veriyor: 1. Yu. 1:9 Günahı bilinçlice, kasten yapsalar bile yargılayıp ÖLDÜRMÜYOR! Tam tersine onları Cennete tekrar kazandırıyor: Yu. 8:11.vb.
“Yaratılış” kitabının tanrısı gibi, yarattığı “kamışın” ezilmesine ve “tüten fitilin söndürülmesine” izin vermiyor. Ama tam tersine “ezilmiş kamışı kırmıyor ve tüten fitili söndürmüyor!” Yeşeya 42:3. Tam tersine, “yepyeni” yapıyor. Kullanılır, iş görür duruma getiriyor! 2.Kor. 5:17. Rom. 6:4-6.

Günah işleyemeyen kendi Tanrısal “DOĞASINA ORTAK” ediyor!: 2.Pet.1:4. Günah “işleyemeyen” “yeni bir doğa” veriyor!: 1. Yu. 5:18. 3:6-9. Kutsal Ruhunun tüm gücü ve donanımıyla “emirlerine ve kanunlarına kusursuzca, mutlak itaat ettiriyor!”:... Hez. 36:25-27. vb. “Tevrat” kitabının tanrısında bu harika olanaklar yok mu? Yoksa daha sonra akıllandı, uygarlık ve sevgiyle mi doldu? Yoksa buradaki Tanrılar farklı ve karakterleri de farklı mı?
Çünkü İsa: “ezilmiş kamışı kırmayan ve tüten fitili söndürmeyen,” ama onları tekrar yaşatan karaktere sahiptir. (Bak Yeş. 42:3.) Oysa Tevrat tanrısı, ilk insana yaptığı gibi, tam tersine, canlı kamışı ezen ve yanan fitili söndürüp çöpe atan bir karaktere sahip! Tevrat tanrısının sözlüğünde “tövbe, özür dileme, af, bağışlama, öğüt, eğitim, yenileme, güçlendirme, bir fırsat daha verme...” niye yok acaba?
Çünkü, ilkel bir adam, böyle bir tanrı üretmiş ve sahte bir “esin” olarak Kutsal Kitaba da sokabilmiş!
Günahı, bilinçsizce işleyen ilk insanın, İLK GÜNAHI için, “Tevrat tanrısı” tepeden inme bir bağnazlıkla, küplere binmiş, lanetlemiş, kovmuş, trajedilere ve ölüme mahkum etmiştir. Bir “TÖVBE” fırsatı bile vermemiştir. Eğer bile, bile defalarca günah işleyen bu kadını “İsa yerine” “Tevrat tanrısı” yargılasaydı acaba ne ederdi? Nasıl küplere binerdi? Acaba o önemli, despot “kutsallığından dolayı” çıldırır mıydı? Tabii, o zavallı kadını, vahşi, çılgın, acımasız, ilkel... taş ölümüne mahkum ederdi. Çoklarını ettiği gibi...
Bunu biliyoruz ama, öbür dünyada acaba ne yapardı? Cehenneminin tam ortasına mı atardı? Orada da sonsuzluklar boyunca çığlıklar atarak azap çekmesinden hoşnutluk ve kahramanlık mı duyardı? Yoksa, Tevrat tanrısı, İncil döneminde, vahşetinden ve ilkelliğinden uygarlaştı, akıllandı ve sevginin daha güzel olduğunu mu öğrendi? Tanrı gelişmezse, bu karakter çelişkileri neden var? Bunlar, Kutsal Kitaba yapılan saldırıların deformeleri değil mi?
Bazıları Tevrat tanrısını haklı çıkarmak için şöyle itiraz ederler: “Tanrı kutsaldır! Günaha asla bakamaz ve adaleti günahı asla cezasız bırakamaz...” Ben de derim ki, eğer Tevrat tanrısının bu akıl almaz yaptıkları “kutsallık ve adaletse, bu kutsallığı ve adaleti uygulamayan, uygulatmayan ve karşı koyan İsa, sözün tam anlamıyla “sapık bir hergele” olmalıdır! İsteyerek bu ağır argo kelimeyi kullanıyorum, çünkü bu tür “kutsallık ve adalet manyaklarının” başka türlü lisanı anlayamayacaklarından korkuyorum!
“ŞERİAT VE İNAYET” DÖNEMLERİ İTİRAZI!
Bu önemli çelişkiyi güya çözümlemek için zoraki yorum kullananlar var: “Efendim, Tanrı’nın ‘şeriat ve inayet’ olarak farklı dönemleri var. Burada karakter çelişkisi yok. Tevrat şeriat dönemidir, İncil de inayet dönemidir...” diyenler var. Oysa kıvırdıklarını, palavra attıklarını kendileri de biliyorlar. Çünkü, onlar da iyi biliyorlar ki, “şeriat” ve “inayet” Tanrısal özelliklerin uygulamalardır. Tanrısal özelliklerin, hiçbir zaman ayrı dönemleri olamaz, artmaz, eksilmez, gelişmez ve değişikliğe uğramaz. (Bak. Mal. 3:6.)
Bu yüzden, Tanrı’nın inayeti de şeriatı da dönemden döneme artmaz, eksilmez, gelişmez ve değişmez! Her iki kavrama da her zamanda eşit ihtiyaç vardır. Yasa ve inayeti eşitçe kullanmadan dünyayı yönetmek mümkün değildir. Yoksa Tanrı da “ayrımcılık ve torpilcilik” yapmış olur. Tanrı, “yağmurunu ve güneşini eşitçe insanlara verdiği gibi...” Şeriat ve inayetini de eşitçe uygulamaktadır. (Bak. Mat. 5:45-48.)
Tanrı, bunun gibi de, şeriat ve inayetini her dönemde, duruma göre eşitçe uygulamaktadır. Eğer Kutsal Kitabı bu yönden incelerseniz: ”Şeriat dönemi” denilen zamanda birçok “inayetler” bulmak; ve “İnayet dönemi” denilen zamanda da birçok “şeriatlar” bulmak mümkündür. Şeriat ve inayet gerçek hukukun parçalarıdırlar. Her dönemde onlara eşitçe ihtiyaç vardır. Kimse kendisini aldatmasın!
ÖLDÜRMEK BİR CEZA MI? YOKSA YOK ETMEK Mİ?
“Tevrat tanrısı,” hem günahın ilk olgusu olan “kötülüğü bilme meyvesini” yoktan yaratıyor; hem cazibeli ve tahrik edici süslerle donatıp ilk insanın gözlerinin önüne koyuyor; (Bak. 2:9 ve 3:6.) hem de cazibelerle süslediği meyveden yememeleri için yasak koyuyor. Bu ne çelişki? “Madem yemesini yasaklayacaktın; niye yaratıp süsleyerek gözlerinin önüne koydun? Deneyerek öğrenmen için mi? Deneyerek öğrenen biri nasıl “TANRI” olabilir? Madem yasağını çiğneyince ÖLÜM verecektin; meyveyi yemeleri için, NİÇİN tahrik ve teşvik edici, çekici, güzel cazibelerle süsledin? Amacın onları ölüm tuzağına düşürmek miydi?”
“Yasağını çiğneyeceklerini, özgür seçeneklerini kötüye kullanacaklarını, itaat etmeyeceklerini, madem çok önceden biliyordun; neden onları yarattın? Neden ölüm cezası koydun? Yoksa başlangıçtaki amacın, yarattıktan sonra onları lanetlemek, trajedilere sürüklemek, öldürmek ve cehenneme mi atmaktı?” İnsan kendi elleriyle yarattıklarına karşı böyle gaddar ve acımasız olabilir mi?
“Tesniye 22:21-24.de, “Öldüreceksin ve kötülüğü aranızdan kaldıracaksın” diyorsun. Bu ne çelişki? Eğer kötülüğü ortadan kaldırmak için “öldürmek” gerekiyorsa; o zaman “kötülüğü bilme ağacını” başlangıçta SEN neden yoktan yarattın? Şimdi de yoktan var ettiğin, yarattığın “kötülüğü” kaldırmak için öldürmeyi mi emrediyorsun? Kötülüğü eğer yok etmek istiyorsan, onu neden ilk önce sen yarattın?”
“Kötülüğü neden cazibeli ve çekici süslerle donatılmış bir meyve olarak önlerine koydun? Kötülüğü kolayca bulmaları ve cazibesine kapılarak kullanmaları, kötülük işlemeleri ve birbirlerini öldürmeleri için mi? Yoksa olayların böyle gelişeceğini, özgür seçeneğin sürekli kötüye kullanılacağını, yasağın çiğneneceğini, itaatsizlik edileceğini... önceden bilmiyor muydun? Eğer böyleyse, sen ne biçim bir tanrısın?” Sen nasıl “Tanrı” olabilirsin?
Ayrıca: “Öldürmek” bir çare, bir çözüm mü? “Öldürmek” gerçekten de dünyadan kötülükleri kaldırabilmiş mi? Tarih boyunca, yıllardan beri insanlar öldürüldükleri halde, dünyamızda hala kötülükler neden var? Öldürmek neyi halletmiş ki? Öldürmek, insanı ıslah eden, düzelten, yenileyen, pişman eden, değiştiren, vazgeçiren bir ceza mıdır? Öldürmek aslında bir ceza mı? Öldürmek, yok etmek, ortadan kaldırmak değil mi? Ceza, kişiyi pişman etmek, vazgeçirmek, ıslah etmek, değiştirmek, yenilemek, topluma tekrar kazandırmak için verilmeli değil mi? Oysa birey öldürüldüğü zaman, tüm bu güzel erdemler, yaşamsal olarak yitirilmekte değil mi?
İnsanlar uygarlaştıkça, öldürme şekillerini de uygarlaştırdılar. Önceleri Tanrı’nın verdiği zannedilen, oysa ilkel insanın ürettiği dinsel öldürme şekilleri vardı: 1.- Taşlayarak vahşice öldürme. 2.- Haça gererek işkenceli öldürme. 3.- Kılıçla öldürülme, 4.- Giyotin. 5.- İpe asmak. 6.- Gaz odası, 7.- Elektrikli sandalye. 8.- Zehirli İğne, 9.- Elektroşokla öldürme... gibi bir çok evrelerden geçti. Ama bugün en uygar ülkeler, öldürmeyi, yani idamı, yasalarından çıkardılar. Çünkü öldürmenin bir ceza değil, yok etmek olduğunu fark ettiler. Kişiyi öldürerek, eğitemez, pişman edemez, yenileyemez... ve topluma tekrar kazandıramazsınız!
NELER, HANGİ KOŞULLARDA ÖLDÜRÜLEBİLİR ?
Hastalık virüsü taşıyan sivrisinekler eğitilerek kötü doğalarından kurtarılamaz. Aynen zehirli yılanlar, akrepler, vahşi timsahlar, yırtıcı et oburlar, haşaratlar, böcekler... eğitilerek değiştirilemez ve ıslah edilemezler. Onların zarar vermelerini eğiterek, ceza vererek engelleyemediğimiz için onları öldürürüz! Ama insan zamanla eğitilebilen bir varlıktır. Uzun vadede pişman ve ıslah edilmesi, topluma tekrar kazandırılması söz konusudur.
İnsanı öldürenler, onu yukarıdaki eğitilmesi olanaksız olan vahşi hayvanların yerine koymaktadırlar. Bu yüzden, yasalarından idamı, öldürmeyi silen ve idam yerine müebbet hapis cezasını koyan uygar Avrupa’yı ve de Türkiye’mizi kutlamak gerekir. Harika İsa Mesih’in, 2 bin yıl önce uyguladığı o uygarlık örneğini (zinalı kadını af etmesini) bugün uyguladıkları için onları tebrik etmek gerekir!
Oysa “Tevrat tanrısı,” maalesef Avrupa uygarlığı kadar bile düşünemiyor! İnsanı eğiterek tekrar kazanmak yerine, tıpkı eğitilmesi imkansız o vahşi yaratıklarla veya haşaratlarla eşdeğer tutuyor! Sonra da bir böcek öldürür gibi ayağıyla çiğneyiveriyor!

LANET, TRAJEDİ, KOVULMA...
VE ŞİMDİ TÜM KAPILAR KORUMA ALTINDA!
“Aden Cennet bahçesinden” lanetlenerek dışarı kovulan ilk insan, her halde neye uğradığını şaşırmış olmalı! “Ne için yaratıldık? Bize ne oldu böyle? Bunun için mi var edilmişiz? Değerimiz bu kadar mı imiş? Bir ‘meyve,’ Tanrıya bizden daha mı değerli imiş! Yaratıcımızın yanında, bir meyve kadar bile değerimiz yok mu imiş! Eğer meyvesi bizden daha değerli bile olsa; bizi neden “kırılgan” bir karakterle yarattı? Neden Yaratıcımız bizi yalnız ve yardımsız bıraktı? Neden tuzağa düşmemize izin verdi? Neden bize zafer kazandırmadı? Neden bizi bu denli zayıf yapmış acaba?...”

“Acaba bizi denedi mi? Ama bu da olamaz! Çünkü bizim her şeyimizi o yarattı. Atacağımız tüm adımlarımızı, niyetlerimizi, kararlarımızı, irademizi, eğilimlerimizi, meyil ve arzularımızı... önceden O layıkıyla bilir! Peki, amacı bizi tuzağa mı düşürmekti? Bundan zevk mi alıyor acaba? Yaratıcımız bize neden zafer sevinci vermedi? Hayatımızın sonuna dek böyle lanet altında mı yaşayacağız? Trajediler, stresler, elemler, hastalıklar, dertler, göz yaşları, acı ve ölüm, kaderimiz mi?...” İlk insan her halde bu gibi şeyleri düşünmüş ve içini acı, acı çekmiş olmalı! Çünkü biz torunları, bunları sorgulayabiliyoruz!

TANRI ARTIK AKILLANIYOR !
ŞİMDİ KAPILARI SIMSIKI KAPATIYOR !
Cennet bahçesinden kovulan ilk insan “belki bir af, bir merhamet, bir şefkat... buluruz ve tekrar güzel yurdumuza döneriz” diye, kapılara doğru geri dönmüş olabilirler. Ama bir de ne görsünler? Tanrı o muazzam gücüyle artık kapıları kapatmış! Kapıların her birinin önüne de, dev gibi baş melekler koymuş. “Aaaa, o da nesi? Meleklerin ellerinde şimdiye dek hiç görmediğimiz ve adını ve ne olduğunu da hiç bilmediğimiz bir şey var, alevli bir şey! Acaba o nedir? Neye yarar? Baş melekler bizi asla içeri bırakmayacağa benziyorlar... Ne yazık! Bu güzel cennet bahçe, bu harika yurdumuz, bu güzel ortam artık bitti! Artık içeri giremeyiz! Yoluna git Adem ve Havva! Yabana, ormana, kırlara, çöllere! Kaderine, ÖLÜME!...”

“Eh! Ne yapalım Havvacığım! Kaderimiz buymuş! Başa gelen çekilir! Gökten ne yağmış da yer kabul etmemiş! Sevgili Havva, acaba önceden yılan bizi aldatmaya geldiğinde, kapılarda nöbet tutan o baş melekler neredeydiler? Yılan bizi aldatmaya geldiğinde, şimdi yaptıkları gibi neden kapılarımızda nöbet tutup da bizi korumadılar? Bizi aldatan yılanın içeri girmesini, tanrımız neden engellemedi de şimdi bizim içeri girmemizi engelliyor? Bizi aldatan yılan, önceden nasıl yanımıza girebildi?”
“Acaba tanrımız, şeytan bizi aldatmaya gelirken, kapılara nöbetçi koymağı önceden akıl edemedi mi? Acaba kapıları korumayı bizi kovduktan sonra mı akıl etti? Acaba yılan bizden daha mı değerli, sevgili Havva? Yılanın bahçeye girmesine engel koymadı da, bizim bahçeye geri dönmemize neden engel koydu?
Yoksa, tanrımızın amacı bizi dışarı kovmak, dehşetlere, yalnızlıklara, trajedilere, zorluklara... ÖLÜME maruz bırakmak mı...?” Havva: “Adem, sevgili kocacığım! Şimdi bırak bu soruları... Bak gün batıyor, hava kararıyor, karanlık basıyor. Şimdi, biz yapayalnız yabanda ve dışarıdayız! Karanlık basmadan yiyecek bir şey ve başımızı sokacak bir yer, mağara gibi bir şey bulsak iyi olur....”

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM SONU
GELECEK BÖLÜMDE
CİNSEL SAPIKLIK : “İNCİR YAPRAĞI VE DERİ ELBİSE”



ŞİMDİYE DEK GÖZ ARDI EDİLEN, EŞİNE ENDER RASTLANAN, “YARATILIŞ” KİTABINDAN İLGİNÇ BİR ARAŞTIRMA !

1 Ekim 2009 Perşembe


Kutsal Kitaba Yapılan Saldırıların,
Diğer Acı Gerçekleri!


Kutsal Kitap'ta Oluşturulan Deformasyonlar!

“Aden Cennet Bahçesini” Anlatan Deformelerden Başlıklar:
DÜNYADAKİ “GÜNAH’IN” İLK OLUŞUMU VE KAYNAĞI!
“YARATILIŞ” KİTABI MERCEK ALTINDA ANALİZ EDİLİYOR

DÜNYADAKİ “GÜNAH’IN” İLK OLUŞUMU VE KAYNAĞI!
“YARATILIŞ” KİTABI MERCEK ALTINDA ANALİZ EDİLİYOR!


1.- Günahın oluşumuna neden olan, “kötülüğün” ilk varoluşu ve günah sorunu.

2.- Günahın tüm ayrıntılarını içeren “kötülüğü bilme meyvesini” Tevrat tanrısının yaratması.”

3.- Meyvedeki “günah bilincini” veren “kötülüğü BİLME” özelliği.

4.- Tevrat tanrısının, adım, adım ilk insanı günah işletmeğe teşvik ve tuzakları.

5.- İlk yasaklama ve yasak psikolojisi. “Yasak” psikolojisini bilmeyen bir tanrı!

6.- Yasaklanan “Kötülüğü bilme meyvesinin” tahrik ve teşvik edici cazip güzelliği.

7.- Kurduğu tuzağa ilk insanı düşürmesi için, “Yaratılış” tanrısının, şeytana Cennet bahçesine“buyur” etmesi. “Tevrat” tanrısı, Cennet Bahçesinin tüm kapılarını ardına dek açmış. Hiçbir koruma YOK! koymamış!

8.- Sadece sözlü uyarı veya “yasağın” yeterli olmayacağını bilemeyen bir tanrı!

9.- Günah işlemeye müdahale etmeyen, sadece seyirci kalan bir tanrı!

10.- “Hirojima ve Nagazaki’den önce, dünyada Tevrat tanrısının ilk imal ettiği ve patlamasına da ilk izin verdiği, en güçlü ruhsal bomba: “Kötülüğün bilgisi, bilinci!”

11.- Tövbeye, özür dilemeye, bağışlamaya, af ve ıslah etmeğe; eğitim, öğüt, rehabilite, değiştirme, güçlendirme, yenileme, cennete tekrar kazandırma gibi İncilsel erdemleri bilmeyen ve uygulayamayan, “despot” bir tanrı kavramı!

12.- İsa Mesih’in karakterine ve İncil Ruhuna tezat uygulama yapan bir tanrı! Tevrat tanrısı karakteri karşısında, Hayran olunacak yüz seksen derece farklı karakterde, Harika bir “İSA”

13.- Kovulma, lanetlenme, trajediler, stresler, hastalıklar ve ölüm cezası.

14.- Ölüm bir ceza mı? Yoksa yok etmek mi?

15. Kovulan ilk insanın tekrar bahçeye geri dönmemesi için; Tevrat tanrısı şimdi muazzam bir koruma akıl etmiş! Cennet Bahçesinin tüm kapılarını şimdi sıkı sıkıya koruma altına almış!

16.- Mitolojik veya efsanevi bir ZAMANLAMA HATASI: “KILIÇ!” “Eğer meleklerin ellerinde ‘kılıç’ olduğunu okumasaydık, ilk insanın melekleri etkisiz edip, bahçeye tekrar geri dönebileceklerini düşünebilirdik...” yalanı ve “çocuk” yorumu!

17.- Günah fiyaskosu! “Günah” demek: Meğer, Seksüel bir skandal imiş! Veya “Cinsel sapkınlık” imiş!

18.- Deneyerek bilen ve öğrenim kazanan bir tanrı!

19.- “Özgür irade, seçenek ve robot olma” yalanları! 20.- Robotluğun hala işlemekte olan harika yararları. 21.- Gelişecek kötü olayları önceden bilemeyen, önlem alamayan, engelleyemeyen ve sonunda da işleri istenmeyen kötüye doğru gidince, nadim / pişman olan, üzülen, acıyan aciz bir
tanrı!...


GÜNAHIN” İLK VAROLUŞU
VE “GÜNAH” SORUNU !

ÖNCE B İ R M İ Z A H !

Adamın biri ormanda dolaşırken, ağaçların yapraklarında biriken su, birden adamın başına dökülmüş. Adam yapraklara dönerek: “Ey yapraklar, başıma niye su döktünüz?” diye şikayet etmiş. Yapraklar adama: “Kusura bakma bayım!” demişler. “Bunu yapmak istemezdik. Ama esen rüzgar bizi sarstığı için, içimize biriken sular döküldü” demişler. Adam, rüzgara dönerek:
“Ey rüzgar. Neden yaprakları sarstın ve onlarda biriken suları başıma döktün?” demiş. Rüzgar adama dönerek: “İnsanoğlu” demiş. “Islandığın için ne yaprakları suçla ne de beni. Gökten yağmur yağdığı için böyle oldu. Eğer gökten yağmur yağmasaydı, ne yapraklar ne de ben, seni asla ıslatamazdık.”
Adam yağmura dönerek: “Ey yağmur neden beni ıslattın?” demiş. Yağmur adama dönerek, “Beni suçlama ey adem oğlu!” demiş. “Eğer doğa böyle olmasaydı ben yağmur, olamaz ve yağamazdım. Sen ademoğlu” demiş yağmur: “Sen doğa ile ve doğanın koyucusu ile uğraşıyorsun. Eğer doğanın koyucusu bu düzenlemeyi yapmasaydı, sen asla ıslanamazdın! Yağmur, rüzgar, yapraklar... ancak bir vesile, sadece doğanın ve kanun koyucunu emrine tabii!”
İşte “günah” veya “günahlı olmak” konusu da, bu mizaha benziyor!

ÜRETEN Mi? YOKSA ONU KULLANAN MI? ÖNCE KİM SORUMLUDUR?
İnsan, kötülük yapma imkanına niye sahiptir? İnsanın “kötülük yapabilme” olanağı, müsaadesi veya eğilimi, özgürlük müdür? Bu tür “özgürlük ve seçenek” bereket ve hayat mıdır? Yoksa lanet, bela ve ölüm müdür? Esrar, eroin, kokain, zehir... gibi maddelerin tohumu veya ham maddesi YARATILMAMIŞSA, yoksa, ÜRETİLMİYORSA veya BİLİNMİYORSA; doğal olarak bunları ALABİLME ve kullanabilme olanağı da ASLA olmayacaktır!
Bu tehlikeli maddeleri, var etmek, üretmek, bulmak, almak ve kullanmak imkanı, sizce gerçekten “seçenek ve özgürlük” müdür? Yoksa, esaret, tutsaklık, yıkım ve mahvolmak mıdır? Tüm kötülüklerin kaynağı, anası, temel taşı olan KÖTÜLÜĞÜ BİLME” meyvesini ilk kez yoktan yaratan, ilk kez ÜRETEN ve ilk insanın gözleri önüne cazip ve çekici bir görünümle koyan
“Tevrat tanrısı” değil mi? Böyle ise, bunu kullanan insan mı? Yoksa yoktan üreten mi? En önce kim sorumludur? Bak. (Yaratılış 2:9, 17. 3:3.)
Bununla beraber, Tevrat tanrısı” “kötülüğü bilme meyvesini” yaratıp da yasaklamadan önce; eğer bu “özgürlük ve seçenek denemesi idi ise”; ORİJİNAL Tanrı’nın DENEMEYE ihtiyacı olur mu? Öte yandan, seçenek ve özgürlüğün kötüye kullanılacağını; yasaklarının mutlaka çiğneneceğini; mutlaka itaatsizlik edileceğini; arkasından da onları ölüm gibi korkunç bir olayla lanetleyeceğini; böylece insanın çeşitli trajedilere, streslere, acılara, göz yaşlarına, hastalıklara, işkencelere, çilelere... maruz kalacağını; “Tevrat tanrısı” ÖNCEDEN BİLMİYOR MUYDU?
SİZ, elleri, ayakları olmayan, sürekli mahrumiyet ve cefa çekeceğini çok iyi bildiğiniz, sakatlıklarla dolu bir çocuğun ailenizde doğmasını ve hayatı boyunca size ve kendisine işkence çektirmesini ister miydiniz? SİZ, eğer sert, vicdansız, sadist bir karaktere sahip olarak böyle yapsaydınız bile, sizi tanıyanlar size ne gözle bakarlardı? Nasıl davranırlar, size ne derlerdi?

BİLMEDİĞİMİZİ VE BULAMADIĞIMIZI ASLA KULLANAMAYIZ!
Bizler, bilmediğimiz ve bulamadığımız şeyleri asla kullanamayız. Ancak bir şey yoktan var edilmişse; nerede olduğu kolayca biliniyor ve de bulunabiliyorsa; yasaklansa bile, bir gün onu bir şekilde kullanmak olasılığı olacaktır. Örneğin: (Atıyorum) Siz “KATAKOMA’YI” kullanabilir misiniz? Bunun ne olduğunu, neye yaradığını, zararını, nerede bulunduğunu, iyiliğini veya kötülüğünü biliyor musunuz? Tabii: “Hayır” diyeceksiniz. Çünkü “katakoma’yı” ilk kez işitiyorsunuz. Ne olduğunu, nerede bulunduğunu neye yaradığını... bilmediğinizden ve de bulamadığınızdan dolayı, “katakoma’yı” asla kullanama şansınız yoktur ve de olmayacaktır!
“ROBOT OLMA” ALDATMACASI!
Peki, “katakoma’yı” bilmediğiniz ve kullanamadığınızdan dolayı bir eksikliğiniz var mı? Veya bunu kullanamadığınız için; kendinizi “özgürlük veya seçenekten yoksun bir “ROBOT gibi” mi hissediyorsunuz? Tabii ki buna da: “Hayır” diyeceksiniz. Şimdi bu gerçeklerin ışığında, eğer lütfedip izin verirseniz, “günahın ilk varoluşunu ve günah sorununu” “Tevrat’tan” Yani “Aden”
Cennet Bahçesinden beraberce araştıralım:
“GÜNAH” “KATAKOMA” GİBİ OLSA,
ONU DA ASLA BULAMAZ VE KULLANAMAZDIK!

Başka bir örnek verelim: Buğday tohumu olmadan ekmek; haşhaş tohumu olmadan, esrar veya uyuşturucular; kimyasal elementleri olmadan, eroin, kokain, zehir; tütün yaprakları olmadan, sigara gibi... maddeleri üretemezsiniz! Bu örnekler gibi, “günah” denen olgu da eğer önceden var edilmeseydi; tıpkı yukarıdaki “katakoma” örneği gibi, bilinmese ve bulunmasaydı; bizler insan veya ruhlar olarak; Günahı asla yoktan var edemez, bilemez ve de kullanamazdık!
Genel olarak “günah” sorunu, ilk önce Şeytana ve sonra insana mal edilir. Genellikle “günahtan İLK SORUMLU olan Şeytandır! Sonra da ona uyan insandır” diyorlar. Oysa var edilen, yoktan yaratılan tüm ruhsal, fiziksel, canlı cansız maddeler, objeler, kavramlar, olgular, fiiller, eylemler, duygular, hisler, arzular, eğilimler ... gibi; “GÜNAH” olgusu da yoktan var edilmiştir. Kol. 1.17. Ayette: “HER ŞEY varlığını Onda (TANRIDA) sürdürüyor” yazılıdır.
“Her şeyin” içine doğal olarak otomatikman “günah” da dahildir. Şu halde “günah” da varlığını Yaratıcısından almakta ve “sürdürmektedir.” Tanrı eğer isteseydi, günahı da Şeytanı da, kötülükleri de... bir anda yok edebilirdi. Ama bunları O yarattı ve kalmasına da izin veriyor!
Bunun başka bir alternatifi yoktur.
Tanrı gibi yaratma özellikleri olmayan ruhsal varlıklar veya insanlar, yoktan hiç bir şeyi yaratamazlar. Evrende sadece bir tek Yaratıcı vardır! O da Tanrıdır! Tevrat’a göre, “günah olgusunu”, “KÖTÜLÜĞÜ BİLME meyvesi” olarak bizzat “Tevrat tanrısı” yaratmıştır. Günahın akla gelen ve gelmeyen en ince, en ufak ayrıntılarını içeren “kötülüğü bilme meyvesini” İLK KEZ
“Tevrat tanrısının” yarattığı yazılıdır. “Rab Allah... İyilik ve KÖTÜLÜĞÜ (günahı) BİLME ağacını yerden bitirdi.” (Bak. Yar. 2.9.)
İMAL EDİLEN İLK RUHSAL BOMBA!
Günahın tüm ayrıntılarını ihtiva eden “KÖTÜLÜĞÜ BİLME” ağacı ve meyvesi; modern dünyamızda imal edilen en etkin bombalardan daha da etkin olarak karşımıza çıkmaktadır. Hiroşima ve Nagazaki’de ilk kez patlatılan “Atom” bombasının radyoaktif, kanserojen etkileri uzun süre sürmesine rağmen; bugün neredeyse etkilerini yitirmiştir. Ama ilk kez tanrı tarafından yaratılan ve Aden bahçesinde PATLATILMASINA İZİN VERİLEN “KÖTÜLÜĞÜ BİLME” adındaki ruhsal bombanın patlatılmasının kanserden daha kötü etkileri hala sürmektedir!

GÜNAH İŞLEMEYE VE ÖLÜME DOĞRU İLK TUZAKLAR!
Tevrat tanrısı, “kötülüğü bilme ağacını” insandan önce yaratmasıyla; ilerde yaratacağı insanın “kötülük işleyebilmesine” olanak vermek üzere bu kötülük ağacını tasarladığı ve var ettiği anlaşılmaktadır. İlk insanın ilerde “günah işleyebilme” olanağına sahip olarak; “günah işlemeye özgürlüğü ve seçeneği” olabilmesi amacıyla; atacağı adımlara “İLK YOL HARİTASINI,” Tevrat tanrısı, bu meyveyle tasarlamış ve hazırlamıştır!

Çünkü “günahı bilme ağacı” yaratıldığında, daha insan henüz yaratılmamıştı. İnsanın daha ünü, tünü yoktu. “Kötülüğü bilme ağacı ve meyvesi” eğer var olmasaydı, -tıpkı yukarıdaki “katakoma” örneğinde gördüğümüz gibi; - biz günahı asla bilemeyecek, bulamayacak, kullanamayacak ve asla “günahlı” da olmayacaktık! “Katakomayı” bilmediğimizden, bulmadığımızdan ve kullanmadığımızdan dolayı da “seçme özgürlüğümüzü” kaybederek
“ROBOT” durumuna asla düşmediğimiz gibi; Günahın da ne olduğunu “katakoma” gibi bilmeseydik ve onu kolayca bulmasaydık; asla günahlı olmayacağımız gibi, seçme özgürlüğümüzü de asla kaybetmeyecektik.
Elçi Pavlus da bu görüşe şöyle katılıyor: “Şeriat – Tanrısal Yasa - eğer aracı olmasaydı, ben GÜNAHI bilmemiş olurdum. Çünkü eğer şeriat ‘Tamah etmeyeceksin’ dememiş olsaydı, ben tamahı asla bilmezdim... bir zamanlar şeriat yok iken ben diri idim: fakat Tanrısal yasa gelince GÜNAH DİRİLDİ, ve ben öldüm...” ( Bak. Rom. 7:7-9.)
“HER ŞEYİ TEMYİZ EDİN İYİ OLANI SIKI TUTUN.” (1. Sel. 5:21.)
Şimdi lütfen, aşağıya aktarılan Tevrat ayetlerinin anlattıklarını iyi kontrol edin! Bu ayetlerin anlatımlarında, yukarıda sözünü ettiğimiz “Kutsal Kitaba yapılan saldırıların analiz yöntemini” uygulayın: Aşağıdaki ayetlerde:
1-. Tanrısal Özellikler tahrip ediliyor mu? Yoksa olduğu gibi mi kalıyor?
2-. Tanrı, bu ayetlerin anlatımlarıyla yüceltiliyor mu? Yoksa alçaltılıyor mu?
3.- Tarihsel, coğrafik ve zamanlama hataları var mı?
4.- Putperestliğin efsanevi mitolojileri kokuyor mu, kokmuyor mu? Bu dört yöntemle, oluşan deformasyonları lütfen iyi tespit edin:
“ADEN” CENNET BAHÇESİNDEKİ MARJİNAL OLAYLAR!
İLK GAF! TANRIYI ALÇALTAN İLK ANLATIM:
“Rab Allah... İyilik ve kötülüğü bilme ağacını yerden bitirdi.” ( Yar. 2.9.)
GÜNAHIN TÜM AYRINTILARI VE BİLİNCİ,
BU “AĞAÇTA” MEVCUT!

Yoktan var edilen bu ağacın “meyvesinin” üç özelliği var. 1.- İyilik, 2.- Kötülük, 3.- İyilik ve kötülüğün tüm özelliklerinin BİLİNCİ, BİLGİSİ! Yani bunları “BİLMEK.” Şöyle ki, ilk insan, bu meyveyi yiyince, her tür kötülüğün veya günahın tüm bilincine varacak! “İyiliği” bildiği gibi; “kötülüğün” yani günahın da ne olduğunu bilecek! Bazılarının yalan yanlış yorumları gibi: “Allah ilk insanı yarattığında onları güzel bir şekilde eğitti. Onlar neyin ne olduğunu iyice biliyorlardı...”iddiası, sadece hayal ve masal! Neden mi?
Çünkü, bu meyveden yemeden önce, ilk insanda “BİLGİ” eksikliği var! Yani iyiliğin ve “kötülüğün” yani günahın, ne olduğunu henüz bilememektedir. Çünkü “Tevrat tanrısı, ilk insanı yarattığında zannedildiği gibi onları “eğitmedi”; Yani onların bilinçlerine, ruhlarına, beyinlerine, vicdanlarına, yüreklerine... kötülüğün ne olduğu “bilgisini veya bilincini” koymamıştır. Yani zannedildiği gibi, “Tanrı onları iyilik ve kötülük hakkında eğitmemiştir.” Nasıl mı?
Çünkü eğer Tevrat tanrısı, ilk insanın bilinç veya vicdanına “kötülüğü bilme” özelliğini koymuş olsaydı; yani zannedildiği gibi onları önce bu konularda eğiterek “BİLME” özelliği onların beyinlerine koymuş olsaydı; bu “ağaca veya meyveye” de TEKRAR “BİLME” özelliğini koymazdı. Hem ilk insanın bilincine veya vicdanına, onları eğiterek “bilme” özelliğini koymak; hem de aynı zamanda o “meyveye” tekrar “bilme” özelliğini koymak; tıpkı dolu olan bir su bardağını tekrar suyla doldurmaya çalışmak gibi; akılsızlık, aptallık ve zır delilik olurdu. Orijinal Tanrı da asla böyle “zır delilik” yapmaz! Ama Tevrat tanrısı eğer böyle bir “zır delilik” yaparsa, buna hiç şaşmam!
Şöyle ki, ilk insanın “kötülüğü bilmek” meyvesinden yiyip de “kötülük” veya “günah” bilincine ulaştıkları gibi; bizim de günah bilincine ulaşmamız için tekrar bu “meyveden” yememize gerek yoktur! Çünkü, kötülük veya günah bilgisi, ilk atlarımızdan bize irsi, kalıtsal, organik, genetik
veya eğitimsel olarak bulaştığından, artık otomatikman kötülük bilgisine sahip olabiliyoruz!
GÜNAHIN NE OLDUĞUNU HENÜZ BİLEMEYENLERE;
KONULAN ANLAMSIZ “YASAK,” VE
VERİLEN KORKUNÇ CEZA!

“İyilik ve kötülüğü bilme ağacından yemeyeceksin. Yersen ölürsün” (2:17)
TANRIYI ALÇALTAN İKİNCİ GAF!
Değerli Okuyucularım! Şimdi düşünebiliyor musunuz? Orijinal Tanrı böyle bir haksızlık veya gaf yapar mı? İlk insan daha henüz günahın, kötülüğün ne olduğunu bilmiyor. Bu konuda hiçbir deneyimleri, yaşanmış hiçbir örnekleri de yok. Hiç kimse önce günah işlememiş, uyarılmamış, yasaklanmamış, ceza almamış ve ölmemiş! Kötülüğün, yasağın, uyarılmanın, cezanın, trajedinin, lanetin, kovulmanın, ölümün... neler olduğunu henüz bilmiyorlar ki!
Bu gibi şeyleri daha önce hiç yaşamamış ve görmemişler. Pratik hiçbir deneyimleri ve bilgileri yok. Sadece teorik olarak, henüz ALAMINI bilmedikleri bazı sözleri işitiyorlar: “Bu meyveyi yeme! Yasak! Yoksa ceza var... ölürsün...” Bu insanlar YASAĞIN NE OLDUĞUNU NE ANLAMA GELDİĞİNİ BİLMEDİKLERİ GİBİ, “ölümü” de bilmiyorlar. Çünkü daha önce hiçbir insan ölmemiş! Hiçbir ölü görmemişler! Ölüm olayı daha hiç yaşanmamış! Sadece bildikleri bir şey var: “YEMEYİN, DOKUNMAYIN, ÖLÜRSÜNÜZ” (Bak. 3:3.) Bildikleri, anladıkları tek şey bu:
“Yememeli ve dokunmamalı!” Yerse ve dokunursa ne olur? “ÖLÜR!” Adem’e bir soru sorsak ne der acaba? “Adem bey, ‘ölüm’ nedir? Nasıl bir şey?” Adem: “Bilmem ki? Bu sözü ilk kez işitiyorum, ne olduğunu hiç görmedim ve de bilmiyorum!”
İlk insan, yasağı ne bilir, cezayı ne bilir, günahı ne bilir, ölümü ne bilir? İlk insan “günahı bilme meyvesini” yedikten sonra, bu şeylerin ve de kötülüğün bilincine sahip olacak! Daha da basiti veya açıkçası: Günahı işledikten sonra, günah işlediklerinin farkında ve bilincinde olacaklar!
Bu tür “bilinçsizlik masumiyeti” içinde olan insanlara konulan yasağın, cezanın, ölümün... bilgelikle, dürüstlükle, hakla, hukukla, kutsallıkla, anlayışla, sevgiyle... ne ilgisi olur ki?
Böyle bir karakter, orijinal, yüce Tanrı’nın Özellikleriyle örtüşüyor mu? Tanrıyı yüceltiyor mu? Yoksa aşağılıyor mu? Ne dersiniz?
Bu kararı siz değerli okuyucularımın vicdanına sunuyorum!
ARKASINA SAKLANILAN KLASİK PARAVAN!
Ancak bu gibi çelişkilerde, daima anlamsız ve saçma bir paravanı kendilerine sığınak edip, bu paravanın arkasına saklananları da teşhir etmek istiyorum: “Siz Allah’ın düşüncelerini anlayamazsınız... siz insansınız o Tanrıdır... Tanrı’nın düşünceleri gök yerden yüksek olduğu gibi yüksektir... o Tanrıdır, özgürdür istediğini yapar...”
Yanlış veya saçma inançlarında zorlandıkları halde inat edenler, işte bu tür paravanların arkasına saklanıyorlar! Tanrı’nın büyüklüğünün arkasına, kendilerinin ilkel inançlarının ürettiği sapık çelişkilerini saklamak istiyorlar! Tanrı’nın anlaşılmaz büyüklüğüyle, çarpık inançların ne ilişkisi olabilir ki? “Allah’ın yüksek düşüncelerini anlayamamak” sevgisizlikle, dürüstsüzlükle, haksızlıkla, hukuksuzlukla, anlayışsızlıkla, adaletsizlikle bağlantısı olabilir mi?
Ama şaşmamak gerekir. Eski “Grek mitolojilerinde” insanlar kendilerine birçok tanrılar ve tanrıçalar ürettikleri gibi; bu gün de, din ve mezheplerinde, insanlar kendilerine maalesef istedikleri türlerde tanrılar üretebilmektedirler!
ADIM, ADIM GÜNAHA TEŞVİKLER,
DİĞER GAFLAR DEVAM EDİYOR!
TAHRİKLER VE TUZAKLAR!
GÜNAH MEYVESİNİ EN KOLAY BULUNACAK YERE KOYMUŞ!

Tevrat tanrısı “Günah” veya “kötülüğü bilme” meyvesini nereye koymuş biliyor musunuz? Biz ilaçları çocuklardan uzak tutarız. Oysa burada tam tersi var: İlk insanı adım, adım günah işlemeye doğru teşvik ve tahrik ediyor! “Günahı bilme ağacı ve meyvesi” gözlerden uzak, zor bulunabilen bir yerde değil! Bir tepenin arkasında, bir çalılığın arasında, yamaçta, derede, çukurda, dağ üstünde veya arkasında değil! Ama nerede hatırladınız mı? Tam gözlerinin önünde! En yakınlarında! Çok kolayca ulaşılacak bir yerde! Yani, “TAM BAHÇENİN ORTASINDA!” (Bak. 3:3.) İlk insanı günaha itmek için, diğer tahrik, teşvik ve tuzaklarının nasıl sürdürüldüğüne lütfen aşağıda iyi dikkat edin:
“GÜNAH MEYVESİNİN” TAHRİK VE
TEŞVİK EDEN EŞSİZ CAZİBESİ, GÜZELLİĞİ!

Çalı, diken, ısırgan... gibi bitkilerin pek cazibesi yoktur. Timsah, yılan, akrep, hamam böceği... gibi yaratıklardan ürkeriz! Oysa “günah meyvesinin” ürküten, korkutan hiçbir yanı yok! Tam tersine, öyle güzel, öyle çekici ve tahrik edici cazibelerle süslenmiş ki, Şeytan aldatmasa bile, meyve çekici güzelliğiyle sanki büyük sesle çağırıyor: “Gel yanıma, bak bana, ne güzel ve lezzetliyim! Haydi durma! Bir an önce al ve ye beni!...” diye davet ediyor! Meyvenin görünüşü, güzelliği ve çekiciliği öyle eşsiz ki, insanı tahrik, teşvik, mecbur ediyor sanki: Bu Meyvenin çekici güzelliğine ve cazibesine bir bakın:
“BAKILIŞI HOŞ, GÖZLERE GÜZEL, YEMEK İÇİN İYİ, ANLAYIŞLI KILICI VE ARZU OLUNUR...” cazibe, çekicilik, tahrik ve güzelliklerle süslemiş onu Tevrat tanrısı! (Bak. 3: 6.) “Tevrat tanrısı” neden bu meyveyi yaratmış? Neden en yakınlarına koymuş? Neden bu denli cazip ve tahrik edici çekiciliklerle süslemiş? Yoksa amacı, ilk insanı günah tuzağına düşürmek mi? Böyle “tuzak” hazırlamak, Tanrı’nın Özelliklerini, karakterini yansıtıyor mu? Onu yüceltiyor mu yoksa aşağılıyor mu?
İLK “YASAK” VE YASAK PSİKOLOJİSİ
1.- Tanrı, insanı yaratmadan çok önce, günah işleyebilmeye imkan olsun amacıyla GÜNAH olgusunu yaratıyor. Böylece insanın “günah” işleyebilmesi için ilk hazırlığı yapan “Tevrat” tanrısı, bununla yetinmiyor.
2.- Günahı işleten meyveyi “bahçenin tam ortasına,” gözlerinin tam önüne koyuyor ama bununla da yetinmiyor.
3.- Artı, “günah işleten meyveyi;” harika güzelliklerle, çekici, tahrik edici cazibeyle süslüyor ve bununla de yetinmiyor.
4.- Ama adım, adım amacına ulaşmak ve ilk insanı günah tuzağına düşürmek için sanki can atarcasına icraatına devam ediyor.
“Günah meyvesini” bu denli çekici, tahrik ve teşvik edici güzellikle yaratıp; tam gözlerinin önüne koyduktan sonra; Tevrat tanrısı hangi akla hizmet ediyorsa, şimdi de kurduğu bu tuzağa düşürmek için korkunç bir “YASAK” icat ediyor: “BU MEYVEDEN YEMEYECEKSİN! YERSEN SENİ ÖLDÜRÜRÜM!” (Bak. 2:17. ve 3:3.) Sanki, koyduğu yasağın ilk insan tarafından çiğneneceğini önceden bilemiyor!
Bu yasaklama ise, Elçi Pavlus’un şu sözlerini hatırlatıyor:: “Eğer Şeriat aracı olmasaydı, ben GÜNAHI bilmemiş olurdum. Çünkü eğer şeriat ‘Tamah etmeyeceksin’ dememiş olsaydı, ben tamahı asla bilmezdim... bir zamanlar şeriat yok iken BEN DİRİ İDİM: fakat Tanrısal yasa
gelince GÜNAH DİRİLDİ, ve BEN ÖLDÜM...” (Rom. 7:7-9.)
İNSANIN MEKANİZMASINA, KENDİ ELLERİYLE KOYDUĞU
“YASAK PSİKOLOJİSİNİ” BİLEMEYEN BİR tanrı!

Tevrat tanrısının şu diğer acayipliğine de bir bakın! Bu nasıl bir tanrıysa, insanın bünye mekanizmasına koyduğu “yasağın” üreteceği kötü sonuçları bilemiyor! Koyduğu yasağı insanın çiğneyeceğini; itaat etmeyeceğini; özgür seçeneğini kötüye kullanacağını... Tevrat tanrısı önceden bilemiyor. Bu yüzden de ilk insanın sadakat, bağlılık ve itaatini; koyduğu yasakla DENİYOR! Böylece, “deneme” yoluyla öğrenen, bilen bir varlık durumuna düşürülerek korkunç şekilde aşağılanıyor ve Tanrılığı yok oluyor!
YASAKLAMANIN KÖK NEDENİ!
Bu tanrı, mutlaka şöyle düşünmüş olmalı: “Günahı bilme meyvesini en cazip ve çekici görünüşte yaratmalıyım. Kolayca bulacakları bir yere, göz önüne, “bahçenin ortasına” koymalıyım. Aldanarak yesinler diye de, günah meyvesini en üstün güzelliklerle, tahrik edici, çekici cazibelerle donatmalıyım. Bu çekici güzellik cazibelerine rağmen, sonra da meyveyi yemesinler diye de yasak koymalıyım. Sonra arkasından, şeytanın ayartmasına izin vermeliyim. Şeytan onları ayartmak için kolayca yanlarına gidebilmeli. Şeytana karşı hiçbir korumam olmamalı.
Kendi gücümle ilk insana yardım etmemeliyim. Bunları böyle yapmalıyım ki, bakalım bu insan, iradesi, gücü ve arzusuyla bana itaat edecek mi? Yoksa etmeyecek mi? Böylece onların iradelerini, arzularını, seçimleriyle DENEYEBİLİRİM! Denememin sonucu görünce, öğrenirim ve ona göre davranırım...”
Aslında orijinal Tanrı değil de Tevrat yazarı, kendi kafasında oluşturduğu tanrısını böyle hayal ediyor olmalı! Oysa Kutsal Kitapta orijinal Tanrıyı hedef alan bu hayal, yine orijinal Tanrıyı aşağılıyor ve Tanrısal Özelliklerini tahrip ediyor!
Yok eğer bu Tanrı, ilk insanın yasağı çiğneyeceğini, itaatsizlik edeceğini, özgür seçeneğini kötüye kullanacağını önceden biliyor idiyse; o zaman da, bunları bile, bile boş ve anlamsızca onları deniyor! Hain bir tavırla onları korkunç “ÖLÜME” göndermeye tuzak hazırlıyor! Böylece, boş ve akılsız şeylerle uğraşan, “akılsız ve hain bir tanrı” olarak karşımıza çıkarılıyor! Bu tanrı maalesef insanı lanetlemeğe ve öldürmeğe can atıyor!
“YASAK PSİKOLOJİSİ” VE,
PATLAMAYA HAZIR BİR BOMBA!

Kötülük, tehlike, zarar verme gibi marjinal durumlar var olmasaydı, yasalara ve yasaklara hiç gerek kalmazdı. Oysa, Tevrat tanrısı, ortaya, tahrik edici, cazibeli ve çekici süslerle süsleyerek kamufle ettiği çok tehlikeli, korkunç bir “bomba” koymuş! Yani, “kötülüğü BİLMEK” bombası! Koyduğu bu “bombanın” patlatılacağını da ya biliyor, ya da bilmiyor! Yukarda dediğim gibi:
1.- Eğer bilmiyorsa zaten Tanrı olamaz!
2.- Eğer biliyorsa, onları DENEMEZ!
3.- Eğer bildiği halde engellemiyor, tersine izin veriyorsa: bu “bombayı” patlatmaları için tuzak kurmuş ve patlatılmasını istiyor!
Çekici cazibelerle süsleyerek kamufle ettiği bu “bombayı,” ilk insanın patlatacağını “Tevrat tanrısı” önceden bilmiyor! Aynen, koyduğu yasağı bozacağını, özgür seçeneğini kötüye kullanacağını, itaatsizlik edeceğini de önceden bilmiyor. Bu durumda: “Acaba” “belki” gibi, varsayımlarla, “denemelerle...” hareket eden, aciz insana benzeyen ve orijinal Tanrıya asla yakışmayan bir tanrı kavramı ortaya çıkıyor! Bu da onu yüzde yüz aşağılıyor!
“YASAK” YERİNE, KÖTÜLÜKLERDEN ARINMIŞ BİR YAŞAM!
Eğer siz, koyacağınız yasağa kesin olarak uyulmayacağını, ama mutlaka çiğneneceğini önceden bilseydiniz; yine de böyle boş, anlamsız, aptal bir yasak formalitesiyle uğraşır mıydınız? Akıllı biri, böyle bir durumda yasağı hiç koymazdı, değil mi? Akıllı biri, böyle bir durumda, eğer gücü yetseydi, yasak koymak yerine; yasak koymağı gerektiren “kötülükleri” tehlikeleri, zararları hiç var etmezdi! İnsanın önüne “kötülüğü bilme meyvesini” çekici ve cazibeli süslerle koymazdı ve akılsız, yasalar ve yasaklar da icat etmezdi!
TANRI, İNSANIN NASIL DAVRANACAĞINI ÖNCEDEN BİLMEDİ Mİ?
“Tevrat tanrısını” eğer gerçek orijinal Tanrı olarak kabul edecek olursak; koyacağı yasağı insanın mutlaka çiğneyeceğini; itaat etmeyeceğini; özgür seçeneğini de mutlaka kötüye kullanacağını önceden bal gibi bilmelidir! Bunu bildiği halde, yine de “kötülük,” bombasını, yani “kötülüğü bilme meyvesini” yoktan yaratıp, cazibeli süslerle kamufle ederek, insanın önüne koyması ne anlama geliyor?
BİR TUZAK MI?
Bunun anlamı çok basittir: Koyduğu yasayı ve yasağı bir an önce çiğnemeleri, itaatsizlik etmeleri, seçeneklerini kötüye kullanmaları ve kovulmaları için tuzak hazırlamış olmalı! Bunun başka bir alternatifi var mı? Yasağını çiğnemeleri ve itaatsizlik etmeleri için onlara yardım ediyor! Bu ne akıl! Ne bilgelik! Ne anlayış! Ne kutsallık! Ne sevgi! Tanrılığa yakışan ne güzel özellikler sergileniyor! (?!) Değil mi? İşte harika Kutsal Kitap deformeleri...
Devletlerin koyduğu yasalar ve yasaklar, Tanrı’nınkine benzemez! Aciz insanlardan oluşan hükümetler, doğada ve insanda var olan kötülükleri yaratmadıkları gibi, bunları yok etmeğe de güçleri yetmez! Bu yüzden de koydukları yasa ve yasaklarla doğal önlemi alıyorlar. Oysa “Tevrat tanrısı” doğaya ve insan mekanizmasına “kötülüğü bilme” olgusunu koyuyor. Bu olguyu yaşamak için de, insana gereken arzu, istek, meyil, eğilim ve serbesti ve de izini veriyor. Sonra da anlamsız ve akılsız yasaklarla güya önlem almaya çalışıyor!
Devletlerin yasakları neden var? Çünkü insanın doğasında kötülükler var. İnsanın doğasına günah girmeseydi, ama temiz olsaydı, yasalara ve yasaklara asla gerek kalmazdı. Tıpkı Cennette olduğu gibi...
“AŞIRILMIŞ SULAR TATLIDIR!”
Yasak psikolojisini bilmek için Akademisyen, Entellektüel, “Psikolog” Doktor veya Profesör olmaya gerek yok! Bunu deneyimlerimizle biliriz. İnsana neyi yasaklarsanız, yapmak için mutlaka onun üzerine gider. Neyi serbest bırakırsanız, ilgisini pek çekmez. İnsanın ilgisini, dikkatini ve merakını üzerine çeken, en önce yasaklanan şeylerdir! Eğer insana doksan dokuz şeyi serbest bıraksanız ama bir şeyi yasaklasanız; serbest olan doksan dokuz şeyden fazla, yasaklanan tek şey insanın dikkat, merak ve ilgisini üzerine çekecektir.
İnsan fırsatını ve zamanını bulunca, ne yapıp eder, yasaklananı gizlice de olsa yapmak ister. Yasaklanan şeyler, yasaklanmayanlardan ziyade, çekici ve tatlı olur. Bu yüzden Kutsal Kitap doğrulukla şu tanımlamayı yapıyor: “Aşırılmış (çalınmış, alınması yasaklanmış) sular tatlıdır.” (Bak. Sül. Özdeyişleri 9:17.) Aşırılmış sular, memba sularından daha tatlıdır! İşte “yasak” psikolojisi!
Elçi Pavlus da benzer şeyleri söylüyor: “Şeriat aracı olmasaydı, GÜNAHI bilmemiş olurdum. Çünkü eğer şeriat ‘Tamah etmeyeceksin’ dememiş olsaydı, ben tamahı asla bilmezdim... bir zamanlar şeriat yok iken ben diri idim: fakat emir gelince GÜNAH DİRİLDİ, ve ben öldüm...” (Bak. Rom. 7:7-9.)

Eğer yasakların arkasında ceza ve müeyyidelerle durulmazsa, konulan yasakların hiçbir yararı olmaz. Kaldı ki, yasakların arkasında çeşitli cezalar veya müeyyideler olmasına rağmen, bu güne dek bir yere varılamamıştır. Yasaklar yine çiğnenmiş, mahkemeler arı kovanları gibi kaynamış, hapishaneler tutuklularla dolup taşmıştır. Yasak ve cezalar yerine, güçlü, gerçek, sevgi ve anlayış dolu eğitime; insanı içten, yürekten ikna etmeğe gerek vardır. Daha da iyisi, kötülük ve günahın olmadığı bir ortama gerek vardır! Maalesef Tevrat tanrısı bunları bilemiyor veya gücü yetmiyor ki uygulayabilsin!

“TEVRAT TANRISINA” SORULAR!

“Ey Tevrat tanrısı! Eğer elinden geliyor idiyse, başarabilecek gücün var idiyse; insanın kötü yüreğini, ve kullanabileceği kötülükleri, tehlikeleri, zararları, ziyanları, riskleri... neden ortadan kaldırmadın? Daha doğrusu, bunları niye yarattın ve cazibeli şekilde gözlerinin önüne koydun? Eğer bu kötü ortamı var etmeseydin, o zaman, var olan kötülükleri önlemek için yasalar ve yasaklar koymana gerek kalır mıydı? Ama eğer canın ille de yasaklar koymak istediyse, koyduğun yasaklara uyabilmesi için; insanın ruhunu, beynini, kötü yüreğini, vicdanını, iradesini, arzularını, kararlarını, meyil, eğilim veya tutkularını... niye iyileştirmedin? Günah karşısında insanı niye bu denli zayıf ve kırılgan yarattın?”


“İnsanları güçlü, anlayışlı, bilgelik, çekicilik ve sevgi dolu gerçek bir eğitimle niye eğitmiyorsun? Yasaklarına mutlaka uyabilmeleri için, onları yürekten, içten neden ikna etmiyorsun? Her şeye yeten gücünle, günah işlememeleri için onlara niye yardım etmiyorsun? Senin yardımın olmadan, insanın bir hiç olduğunu niye unutuyorsun? Böyle yapmakla, insanın seçeneği olmayan robot olacağını mı düşünüyorsun? Çünkü bazıları Seni böyle tanımlıyorlar! Eğer Sen de böyle düşünüyorsan, özgür seçeneğin kötüye kullanılacağını önceden bilemedin mi? Ayrıca aşağıdaki şu vaatlerinle de neden çelişiyorsun?”

“Verdiğin şu sözleri niçin tutmuyorsun? ‘Üzerinize temiz su serpeceğim ve tertemiz olacaksınız. Size yeni yürek vereceğim. İçinize yeni ruh koyacağım. Taş yüreği çıkarıp et yürek vereceğim. Ruhumu içinize koyacağım. Sizi kanunlarımda YÜRÜTECEĞİM, ...’ diyorsun! (Bak. Hez. 36:25-27.) Görülüyor ki, bunların hepsini bizzat SEN YAPIYORSUN! Biz değil! SEN bunları yaptığında insan robot mu oluyor?”

“İlk insanı yarattığında, ona bu vaatlerini niye uygulamadın? Bu vaatlerinle neredeydin? Bu vaatlerini sonradan mı akıl ettin? Şimdiye dek, yüzyıllarca kötülüğe batan insanlığa, bu vaatlerinle ne yapıyorsun? Söz verdiğin halde, tüm insanları NEDEN ‘KANUNLARINDA YÜRÜTMÜYORSUN?’ Söz verdiğin halde elinden gelmiyor mu? Yoksa insana verdiğin “özgür iradeye ve seçeneğe” müdahale edemez aciz duruma mı geldin? Yoksa, insanın özgürlüğü ve seçeneği, senin vaatlerinin ve egemenliğinin üstüne mi çıktı?”

“Eğer insanları eğitmesini, yüreğini ikna etmesini ve razı etmesini beceremiyorsan; veya insan yüreğini, iradesini... gereği gibi kırılmaz güçte yaratamamışsan, neden yasalarla, yasaklarla, cehennemle... uğraşıyorsun? Yasalara ve yasaklara gerek kalmayan, günaha düşmeyen, güçlü, tertemiz ‘yeni yüreği ve yeni ruhu’ vaat ettiğin gibi neden vermiyor ve uygulatmıyorsun? Şeytan, günah ve kötülükleri neden kaldırmıyorsun? Vaat ettiğin halde, “kanunlarında neden yürütmüyorsun?” Günahların yoğunlaştığı ‘kötülük robotluğu;’ günahın olmadığı ‘iyilik robotluğundan’ daha mı iyi?”


“Kötülük veya günah karşısında, cam veya porselen gibi bizi niye kırılgan bir bünyeyle yarattın? Kırılgan olmayan; tersine sertleştirilmiş kırılmaz çelikten daha güçlü bir bünyeyle bizi yaratamaz mıydın? Böyle yapmağa her halde gücün kolaylıkla yeterdi! Tarih boyunca görüyoruz ki yasakların, yasaların, cezaların... bir faydası olmadı! Kurtarış müjdeleri ve çabaları da herkesi kurtaramadı... Cehennem hala açık ve dolduruluyor!”

İKİNCİ BÖLÜM SONU
GELECEK BÖLÜM

YASAK: BİR FORMALİTE Mİ?
YASAĞI GEREKTİREN ŞEYLER NİYE VAR?

site map


counter