TANRI SORUMLU DEĞİLSE NASIL “EGEMEN” OLUR?

19 Mart 2010 Cuma

6: BÖLÜM
TANRI SORUMLU DEĞİLSE NASIL “EGEMEN” OLUR?
Sözde ve sapık imanlılar: “Tanrı insanı uyardığı için sorumlu değildir. Dokunulmaz özgür iradeye ve seçeneğe sahip olduğu için insan sorumludur. İnsan özgür seçeneğiyle kötüyü seçmiştir...” demeye devam ederler! Bozuk Din veya mezheplerdeki bu klasik sapık inanç, takılan plak gibi sürekli döner durur! Bu yüzden de dünya karanlıkla, kaosla, zulümle, kötülükle, işkencelerle, zorluklarla, zorbalıklarla... dolar, taşar!

“Özgür irade ve seçeneği yüzünden insan sorumludur” (?!) Çünkü insana “özgür irade ve seçenek” dokunulmazlığını verirken; insanın bunu salt kötülüğe kullanacağını tanrı önceden sanki akıl edememiştir! Eğer “özgür irade ve seçenek dokunulmazlığının” dünyayı cehenneme çevirerek kötülüklerle dolduracağını; insanları kötülülük robotları edeceğini; hatta Tanrı Egemenliğinin müdahale gücünü ortadan kaldıracağını... tanrı önceden akıl edebilseydi; “özgür seçenek” gibi, böyle bir akılsızlığı uygulamağa koyar mıydı acaba? (!?)
Ey “özgür irade ve seçenek” palavrasını iddia edenler! Bu saçma inancınızla Tanrıyı böyle zavallı ettiğinizin, aşağıladığınızın farkında mısınız? “Önce insan sorumludur” diyerek, insanı, Tanrıdan üstün, en üst egemen yapmağa, ne zamana dek devam edeceksiniz?

ÖNCE KİM SORUMLUDUR?
Hükümetlerde, ailelerde, bankalarda, şirketlerde,... her hangi bir kuruluşta; yolsuzluk, bozukluk olursa önce kim sorumlu olur? Sıradan memurlar mı? Basit işçiler mi? Yoksa en yüksek denetim ve yönetim yetkisine sahip olan başbakanlar, müdürler, şefler, başkanlar, aile reisleri mi sorumlu olurlar? Otobüs, tren, vapur, uçak, taksi gibi ulaşım araçlarında bir kaza olursa önce kim sorumlu olur? Yolcular mı? Yoksa kaptan, şimendifer, pilot, şoförler mi sorumlu olurlar? Sonra da yol işleri yetkilileri, otobüs, uçak, tren şirketleri, gereken kontrolü veya onarımı yapmayanlar mı sorumlu olurlar?
İnkar edilmez gerçek şudur ki, bizler, sırdan basit yaratıklarız! İmkansızlıklarla donatılmış pasif kişileriz. Günah işlemek istemesek bile, ilk insan gibi günaha itiliriz. Arkasından da: Elçi Pavlus gibi: “Ne zavallı adamım! İstemediğim günahı işlemeye itiliyorum! Beni kurtaran yok mu?” diye feryat ederiz: (Bak. Rom. 7:17-24.)
Yarattığı her şeyi yöneten, denetleyen, sevk ve idare eden; en yüce İradenin sahibi, her bozuk şeyi anında onarmağa gücü yeten; hatta daha bozulmadan bozulacağını bilen, istemediği hiçbir şeyin olmasına izin vermeyen; üzerinde Ona baskı yapacak, mecbur edecek kimsenin olmadığı; Hakim ve Egemen olan yönetici, Yaratıcımız değil midir?
Üstelik, kararlarımızı, atacağımız adımlarımızı, irademizi, arzularımızı, meyil ve eğilimlerimizi,... bünyemize yerleştiren; onların fonksiyonlarını önceden bilen; yapılacaklara izin veren, yapılmayacakları engelleyen, yok eden, yine O Yaratıcı değil midir? Tabii ki bizlerin de sorumluluğu vardır. Ama yarattığı her şeyden İLK SORUMLU OLAN, O değil midir! Egemen ve Hakim olan kimse, ilk sorumlu olan Odur! Buna ister “Tanrı” deyin; isterseniz İnsan! Hangisini Hakim, Egemen yaparsanız, sorumluluk onun olur!
Bunu da asla Tanrıyı suçlamak amacıyla yazmıyorum. Çünkü kimse “güneşi balçıkla sıvayamaz!” Çünkü bu denli güçlü, sevgi dolu ve bilge bir Varlık, asla hata ve yanlış yapamaz! Ancak Onun sorumluğunun perde arkasını, kötülüklere niye izin verdiğinin niyetlerini, amaçlarını, bilmiyor ve göremiyoruz! Bunları bilen, gören varsa, lütfen söylesin!
İNSAN KENDİ ARZUSU VE GÜCÜYLE
İYİLİK VE İTAATİ YAŞAMASI HAYAL!

“Robot gibi olmaktan niye bu denli korkuluyor ki? Veya Tanrı neden robot gibi olmamızı engellesin ki?” Sorusuna: “İnsanın bir makine gibi itaat ve iyilik etmesi değil; ama kendi irade ve isteğiyle kötüyü ret edip iyiliği seçmesi daha güzel olduğu için...” diyorlar. Oysa, insan yaratıldığından itibaren, kendi isteği ve gücüyle; itaati ve iyiliği seçememiş; Tanrıyı hoşnut edememiş, günahtan kurtulamamış, dinsel kurtuluş çarelerine veya kurtarıcılara daima muhtaç olmuş, sonsuz yaşam da kazanamamıştır.

Şu ayetlere bir bakın: “Doğru kişi yok, bir kişi bile yok... hepsi birlikte saptılar ve Allah’tan uzak kaldılar... (Rom. 3:9-23.) “Yeryüzünde iyilik edip suç işlemeyen salih adam yoktur.” (Vaiz. 7:20.) “Eğer günahımız yoktur dersek Allah’ı yalancı ederiz ve bizde Onun sözü olmaz.” (1 Yu. 1:10.) Vesaire.
Şu halde, Tanrı’nın yardımı olmaksızın, insan kendi arzu, istek ve kararıyla günaha galip gelmesi; iyilik ve itaati seçmesi, sadece bir HAYAL! Öyle bir hayal ki, ne Kutsal Kitap ayetlerinde böyle bir olanak var; ne de yüzyıllarca yaşanan pratik yaşamda görülmemiştir! Ruhsal yaşamda, günaha bulaşmayan; itaat ve iyilikte muzaffer olan istisna kişiler eğer varsa; bu mutlaka Tanrı’nın yardımıyla olmuştur. Kutsal kitap, insanın kendisiyle övünmesine asla izin vermiyor: “Övünen sadece Rab ile ÖVÜNSÜN” diyor! (Bak. 1. Kor. 1:31.)
Çünkü Tanrı yarattığı insanın bünye mekanizmasına böyle zaferli bir güç koymamış! Daha insanı yaratmadan önce “günah” olgusunu yaratmış; sonra “günah” olgusunu cazibeli görünüşle insanın önüne koymuş; günah karşısında da insan “cam, porselen” gibi kırılgan olarak imal etmiş! Daima günahlılık suçu altında alçalsın ve ezilsin, daima kurtarılmaya ihtiyaç duysun, daima dinlerin kurtarıcılarına ve kurtulma çarelerine sarılsın, diye...
“ROBOT OLMA” FİYASKOSU VE
ROBOT OLMANIN HARİKA YARARLARI!
Şimdi de eğer izin verirseniz, “insanın kötülüğü seçme ve yapma özgürlüğü eğer olmasaydı, robot olurdu” diye iddia edenlerin yorumunu analiz edelim.
Bazı din adamları yorumlarında, “özgür seçenek” nedeniyle, “robotluğu” ret etmelerine karşın; Tanrı, “robot gibi” yaşamanın yararlarını ve gereğini, yaşantımıza zaten koymuştur. Yaşamın pek çok dallarında robotluğu zaten yaşıyoruz! Şunları niye unutuyoruz ki?
1.- Ordularda, 2.- Vatandaşlıkta, 3.- Korolarda, Konserlerde, 4.- Okullarda, 5.- Matematikte, 6.- Bedenimizde ve Kilisenin “ruhsal bedeninde,” 7.- Cennette, çok yararlı ve kaçınılmazdır!
1.- ORDULARDA ROBOTLUK
Her ülkenin ordusundaki askerlerin, bazı din adamlarının savundukları gibi “özgür iradeleri ve seçenekleri” yoktur. Ordularda sadece “Emret Komutanım!” veya “Baş üstüne Komutanım!” “emir komuta zinciri” vardır. Askerlerin resmi geçitlerdeki o görkemli yürüyüşlerine bir bakın! Nasıl da robot gibi aynı adımlarla yürüyorlar, değil mi? Hiçbir asker, “bu emir benim hoşuma gitmiyor, ben özgür irademi ve seçeneğimi kullanacağım komutanım...” diyemez!
Her asker, kayıtsız şartsız, seçeneksiz ve itirazsız, komutanın verilen emrini yerine getirmelidir! Asker, gönülden olsa da olmasa da, orduda olduğu için mutlaka itaat etmelidir. Askerlikte, ordularda: “özgür irade ve seçenek olmazsa robot olunur...” şeklinde safsatalar yoktur. Askerde: “Gönüllü olmayanların itaat etme zorunluluğu yoktur, ancak gönüllü olanlar itaat etsin” diye bir kavram da yoktur. Böyle bir yaşam da, sanki “robotluğu” andırır.
Ama bu harika “robotluk” sayesinde, ordularda uyum, disiplin, birlik, beraberlik, başarı ve zafer sağlanır. Ordularda, dindeki inançlarda olduğu gibi, “benim özgür iradem, seçeneğim var...” diyerek her kafadan ayrı bir ses çıksaydı; aykırı istekler uygulansaydı, o ordunun hali ne olurdu? Tıpkı dindeki mezhepçilik gibi yıkımlar, ayrılıklar, kaoslar, uyumsuzluklar, parçalanmalar, karanlık, perişanlık ve yenilgi olurdu değil mi? Şu halde, orduda bu tür “robotluk” uygulandığı için Tanrıya şükretmeliyiz! Böylece, “özgür seçenek olmazsa, insan robot olur” inancının, bozuk ve saçma olduğunu görebiliyoruz!
2.- VATANDAŞLIKTA ROBOTLUK.
Vatandaşlıkta da böyle değil mi? Her devletin anayasası var. Hiçbir vatandaşın anayasaya itiraz etmeye, karşı koymağa hakkı ve şansı yoktur. Devletin kanunlarını, her vatandaş kayıtsız şartsız, “bir robot gibi” uygulamak zorundadır. Hiçbir vatandaş: “Polis bey,” veya “Yargıç bey, ben kanunun bu maddesini beğenmiyorum. Benim kişisel özgürlüğüm, iradem ve seçeneğim var. Ben kendi özgür seçeneğimi kullanacağım. Bu kanunu bana zoraki uygulayarak beni “robot” edemezsin...” şeklinde karşı koyamaz. Yoksa kendini hapishanede bulur!
3.- KONSER VE KOROLARDA ROBOTLUK.
Konserler ve korolarda da aynı “robotluk” yaşanmıyor mu? Bakın şu müzisyenlere! Hepsi de önlerindeki notaların ve maestronun robotu olmuşlar! Gözlerini onlardan ayırmıyorlar! Robotları makineler yönettiği gibi; müzisyenleri de notalar ve maestrolar yönetiyor! Hiç biri “do” dan başlanacak yerde “fa” dan başlayamıyor! Hepsi de aynı notalara “robot gibi” kilitlenmiş! Hiç biri konserde, “ben şu notayı sevmiyorum. Canımın istediği, özgür irademle seçtiğim falanca başka melodiyi çalmak istiyorum...” diyebilir mi?
Korolarda da aynı robotluk hakim değil mi? Din adamlarının çarpık yorumlarında olduğu gibi; müzisyenler veya korolar, “özgür irade ve seçenek” bahanesiyle her kafadan ayrı bir ses çıkarırsa, farklı melodiler karmakarışık birbirine karışırsa, o koroyu veya o konseri kim dinleyebilirdi ki? Herkes kaçıp giderdi! Değil mi? Görülüyor ki uyum, ahenk, akort, dizayn güzellikleri, böyle “robotluklar” oluşturur ve bu robotluklar sayesinde güzel, mükemmel eserler dinleriz!
4.- OKULLARDA ROBOTLUK.

Okullarda da aynı değil mi? Hangi öğrenci Milli Eğitimin ders programını veya müfredatını ret edebilir? Ret edenler kendilerini kapının dışında bulmazlar mı? Hangi öğrenci “özgür iradesini, seçeneğini ve robot olmayı” bahane ederek okulun disiplinini, müfredatını... değiştirebilir veya farklı davranabilir?
5.- MATEMATİKTE ROBOTLUK
Matematikte de aynı “robotluk” yok mu? Dünyanın neresine giderseniz gidin. Herkes “robot gibi;” “İki, iki daha dört eder” kuralına uymuyor mu? Hiç kimse, “efendim ben özgür iradem ve seçeneğimle, iki, iki daha; üç nokta dokuz olmasını istiyorum” veya bir başkası, “efendim ben, özgürlüğüm ve seçeneğimle iki, iki daha, dört nokta bir olmasını istiyorum... eğer beni tıpkı sizin gibi: ‘İki, iki daha dört ederi’ kabul etmeye zorlarsanız, özgürlüğümü ve seçeneğimi elimden alır ve beni robot edersiniz...” şeklinde kim müdahale edebilir? Müdahale eden, kendini tımarhanede bulmaz mı? Ama dinde bu tür çarpık inançları öğretenler, tımarhane yerine övgü ve onur almaktadırlar!
6.- BEDENİMİZDE VE “KİLİSEDE” ROBOTLUK.
Bedenimizde, bir başımız ve çok üyelerimiz var. Bedenimizdeki tüm üyeler, kayıtsız şartsız başımıza bir “robot gibi” bağımlı olup itaat ederler. Beden üyelerimizin “robotluğu” o denli güzeldir ki, hiç birinde beyin yoktur. Düşünemezler ve kendilerine göre karar veremezler. Bu yüzden de, hasta veya felç olmayan bedende uyum, birlik ve iş yapabilme becerisi vardır. İncil’de, “gerçek kilise” de, insan bedenine benzetilmiştir.
İncil’in kilise “teorisi” şöyledir. “Teori” diyorum, çünkü pratikte, kilisede “beden birliği” pek işlemiyor. Kilisede tek “BAŞ” vardır. O da İsa Mesih’tir. Diğerleri “ruhsal bedenin” üyeleridir. Fiziksel bedenimizde tüm üyelerimiz, kayıtsız şartsız başımıza tabi olduğu gibi; “ruhsal beden” olan kilisede de; her bir üye, kayıtsız şartsız, “robot” gibi, göksel BAŞI olan İsa Mesih’e tabi olmalıdır. Hiçbir üyenin “benim özgür iradem ve seçeneğim var, ben başka şekilde istiyorum” demeğe hakkı yoktur. (Bak. 1. Kor. 12:12-27.) vs.
Ama maalesef, birçok kiliselerde: “özgür irade ve kötülük işleme seçeneği olmazsa, insan robot olur...” inancının çarpıklığı hakimdir. Bu yüzden “İsa’nın isteğini yapıyoruz” aldatmacasıyla, herkes kendi özgür seçeneğini yapmaktadır. Bu yüzden de “her kafadan ayrı bir ses” çıkar. Onlarca mezheplerle parçalanıp dağılırlar! Bu yüzden birbirlerinden koparlar, birlik ve beraberlik sağlanamaz. Kendi kendileriyle oynarlar, eğlenirler. “Özgür irade ve seçenekleriyle” birbirlerine saldırlar. Ruhsal silahlarını düşmana kullanacakları yerde, birbirlerine kullanırlar. Çünkü: “özgür seçenekleri” onları böyle yapmağa itmektedir!
7.- CENNETTE ROBOTLUK.
Beyinler ve vicdanlar, yaşadıkları ortamın kültürü, eğitimi, adetleri ve gelenekleriyle; farklı şekillendirildiğinden farklı algılarlar. Farklı şekillenen ve algılayan beyin ve vicdanları, aynı duruma getirmek ve bir etmek çok zordur. Bu yüzden dünyamızda kargaşa, karanlık ve kaos hüküm sürmektedir. Acaba farklı şekillendirilmiş beyin ve vicdanlar; farklı algılamalar; bu durumlarını CENNETE de aktarıp orada da mı sürdürecekler? Bu dünyadaki uyumsuzluklar, kargaşa ve kaos, acaba Cennette de hüküm sürecek mi?
Tabii ki hayır! Orada tam bir uyum, düzen ve birlik hakim olacak! Peki, cennette o uyum, düzen, birlik, beraberlik nasıl sağlanacak? Yukarıdaki örneğini verdiğimiz “robotluklar” gibi! Her kafadan ayrı bir ses çıkartan “özgür irade seçeneğinin” palavrası Cennette artık olmayacak! Peki, “özgür iradesi ve seçeneği” elinden alınarak “robot” durumuna getirilen cennettekilerin hali ne olacak? Cennetteki ROBOTLUĞU nasıl HAZMEDECEKLER???...
Bazı dinlerce “robotluğun” hazmı zor görülüyor ve ret ediliyor. Ama cennette böyle bir problem olmayacak! Çünkü oradaki her beyin ve vicdan yıkanmış, arıtılmış, değişmiş, olgunlaşmış olacak! Bir robot gibi veya bir fotokopi makinesi gibi; aynı şeyi düşünecek, ayni şeyi söyleyecek, aynı şeye inanacak, aynı şeyi arzu edecek, aynı amacı olacak...! Cennettekilere yüklenen “robotluk” işte bu denli harika olacak! Geçmişte İlk kilisede yaşandığı gibi:
Rabbi’miz İsa Mesih’in Allah’ını birlikle ve bir ağızla yüceltiniz.” (Rom. 15:6.) “İman edenlerin topluluğu, tek yürek ve tek candı.” (Elç. İşleri 4:32.)vs. İşte ilk canlı kilisedeki robotluk!
“ÖZGÜR SEÇENEK” İNANCININ DİĞER TEHLİKELERİ:
Özgür seçenek,” insanı kendi kafasının isteğine göre “keyfi” davranmaya iten bir kavramdır. Bu yüzden birliği, beraberliği, uyumu, akordu, dizaynı benimseyemez durumlara yol açabilir.! Doğrulara, gerçeklere karşı çıkabilir! Öğüt ve uyarıları dikkate almaz! Kaosa ve kargaşaya doğru koşar! “Ben özgürüm, istediğimi seçerim...” inancı, aynı zamanda, aslı olmayan, gerçekleşmeyen, boş ve safsata inançları “iman etmek” kavramı altında kabul eder! Empoze edilen inançların eksik, hatalı, yanlış, tehlikeli tarafları olup olmadığı kontrolünü engeller. Önceden kendine empoze edilen inançları kontrol etmeği veya sorgulamayı “imandan düşmek” veya “imansızlık” olarak yargılar.
Özgür irade ve seçenek kavramı, düşünme, araştırma, tarafsızlık, objektiflik veya fikir özgürlüğüne yer vermez! Kendisine ne empoze edilmişse, mutlak o kabul edilmelidir. “İman” bu demektir! “Özgür seçenek” inancı, iman kavramını, akıl, mantık, bilim, irfan, sağduyu, mantık... gibi şeylerin üstünde tutar. Her hangi bir şüphede yol gösteren şey, akıl, irfan, bilim, sağduyu, mantık... gibi Tanrı’nın insana armağan ettiği yetenekler değildir! Sadece önceden empoze edilen “iman” inancı neyse, doğru olan odur!
BİLİMİ DIŞLAYAN SÖZDE “İMAN,” İNSANI NASIL UYUTUR?
Doğal olarak bize yol göstermesi için, bize Tanrı’nın armağan ettiği akıl, mantık, sağduyu, bilim ve irfan gibi şeyler, özgürlük seçenekçileri tarafından kurnazlıkla ortadan kaldırılır. Yaptıkları kurnazlık şöyledir: “İman, kutsaldır, Tanrısaldır. Daima doğru ve gerçek olandır. Ama bilim, akıl, mantık, sağduyu, irfan... gibi şeyler dünyasaldır, şeytanidir. Dünyasal ve şeytani şeyler bizi doğruya ve gerçeğe götüremez. Bu yüzden sadece imanı kullanmalıyız.”
“İman” sözcüğünün büyüleyici dinsel maskesiyle; böyle bir kurnazlık ve aldatmacayla uyutulan veya uyuşturulan beyinin içine: istediğiniz her tür safsataları, uydurmaları, çelişkileri, saçmalıkları... kolaylıkla doldurabilirsiniz. Çünkü empoze edilen “imanın” doğru veya yanlış taraflarını tartacak DOĞRU TERAZİ, kurnazlıkla elinizden alınmıştır! Eğer “iman” edilen her hangi bir şeyin “saçma” veya “uydurmaca” olduğunu akıl, mantık, irfan, bilim, sağduyu... gibi yeteneklerimiz ortaya çıkarırsa; bu harika Tanrısal armağanları, ye yetenekleri inkar ederler ve “iman” kavramı daima üste çıkarırlar. Çünkü, altının kaç ayar olduğunu ölçen “mihenk taşı” gibi denetim mekanizması, “özgür seçenek” yalanıyla elinizden alınmıştır!
Bu yüzden aslı olmayan “safsata imanı” yani, “boş, batıl, yalan, çelişkili iman” türlerini ne kendileri fark ederler ne de başkalarının göstermeleri onları etkiler. Beyinlerine yerleştirilmiş olan “iman” türüne, “koyun gibi” körü körüne, sıkı sıkıya sarılıp, sabit fikirli olurlar. “İmanımızda, bize önceden empoze edilen yorumlarda acaba hatalar, yanılgılar olabilir mi?” diye asla düşünemezler. Araştırma, soruşturma, analiz etme, “imansızlık” sayılır.
Oysa İncil, her şeyi araştırmamızı, soruşturmamızı, tahlil, analiz ve “temyiz” etmemizi istiyor. “HER ŞEYİ temyiz edin, iyi olanı sıkı tutun” diyor İncil! (Bak. 1. Sel. 5:21.) Bilimsel gerçeklerle veya pratik olaylarla bağdaşmayan “iman” hiçbir zaman “gerçek, orijinal iman” olamaz! Gerçek ve orijinal olmayan “iman” ise, çürük tahta gibi biizi her zaman aldatır ve hüsrana düşürür.
Böylece kilisenin veya Kutsal Kitabın içine safsatalar, batıl inançlar, çelişkiler, saldırılar, deformeler girdiğinde ruhları bile duymaz! Fark edemezler! ( Tıpkı, bu yazıların verdiği uyarı mesajlarını fark edemedikleri gibi!)
Eğer kiliseye veya Kutsal Kitaba giren bozuk ve çarpık şeyler, “iman” olarak önceden empoze edilmiş ve kutsallaştırılmışsa; “imanı koruma kanunu” olarak tüm bozukluklar koruma altına alınır! Bu bozuklukları görüp reform yapmak isteyenlere de, “saldırgan düşman” gözüyle bakılır! Böylece, kilisenin içi, özü boşaltılır, buharlaştırılır. Ruhsal kaos, uyumsuzluklar, çekişmeler, mezhepçilik, ayrılıklar, karanlıklar, cahillikler, yenilgiler... başını alır gider!
Tıpkı, tipik “Laodikya” kilisesi gibi, kendilerine daima: “Ben iyiyim, zenginim, eksiğim, ihtiyacım yoktur...” gibi pozitifleri pompalarlar! Maalesef açıklanan “negatiflerini” yani, “fakirliklerini, çıplaklıklarını, körlüklerini, hastalıklarını, çarpıklıkların, deformelerini, algılama bozukluklarını...” anlayamaz, göremez, kabullenemez derecede zavallı duruma geldiklerinin farkına de varamazlar! (Bak. Vahiy, Esinleme 3:14-18.)
ÖZGÜRLÜK VE SEÇENEK, TANRIDAN DAHA ÜSTÜN BİR ZIRH VEYA DOKUNULMAZLIK MIDIR?
Özgür seçenek,” Tanrı’nın bile müdahale edemeyeceği, değiştiremeyeceği, engelleyemeyeceği; Tanrıdan daha üst konumdaki “dokunulmazlık zırhı” mıdır? “Özgür seçenek” kavramı, Tanrı gücünün üstüne çıkarak, Tanrının müdahale etmesine veya engellemesine imkan vermiyor mu?
Eğer “özgür seçeneğimizle” yapacaklarımızı Tanrı bilmez, karışmaz, denetlemez ve engellemezse; yani, “özgürlük ve seçeneğimiz” Tanrı’nın izin ve müsaadesine bağımlı değilse; bu takdirde Tanrı’nın gücünü ve iradesini bile alt edebilen bir üstünlüğe sahip olmaz mı? Bu takdirde de, dünyada egemen olan güç Tanrı değil, insanın “özgürlüğü” olmaz mı? O zaman da Tanrı, insanın özgür seçeneğinin altında kalarak, Tanrılıktan düşmez mi?
HER ŞEYDEN SORUMLU OLAN ÖNCE TANRIDIR!

Gelecek tehlikeleri bilmek ve önlem alabilirken almamak, eşittir belirlemektir. Bu gerçeği eğer baz alırsak: Yeryüzünde geçmişte var olmuş veya yapılmış; var olan ve yapılmakta olan; veya gelecekte yapılacak ve var olacak olan tüm kötülük ve acılardan; Evrenin en üst Egemeni, Hakimi ve Yöneticisi olarak, MAALESEF Tanrı SORUMLU olmaktadır! Tanrı’nın bu sorumluluğu için Onu suçlayamayız! Yeryüzünde olup biten tüm kötülüklerin faturasını da Tanrıya çıkaramayız! Çünkü olayların nedenlerini, Tanrının esas niyetini ve perde arkasını göremiyoruz!
Bu sorumluluk ise, Tanrıyı sanki suçlu çıkartıyor gibi göründüğünden; biz Tanrıyı sevenler için olumsuz ve üzücü olmaktadır. Bu yüzden de, Tanrıyı böyle “suçlu” duruma düşürmemek için çabalarız, çeşitli görüşler ileri süreriz. İnsanın “özgür irade ve seçeneği” tezi de bunlardan biridir. Oysa, gerçek şu ki, özgür irademiz ve seçeneğimiz dahil, her şey... Tanrı’nın Egemen, Hakim denetimi ve iradesine tabidir. Özgürlüğümüz dahil, hiçbir şey, Tanrı’nın Egemenliği ve Hakimiyetinden daha büyük, üstün, güçlü ve etkin olamaz! Özgür seçeneklerimiz ve irademiz, Tanrıdan müstakil ve bağımsız değildir. Özgür irade ve seçeneklerimiz de Tanrının denetimi ve eli altındadır.
İrademiz, özgür seçeneklerimiz de Tanrı’nın denetimi, izni ve müsaadesi altındadır. Bu yüzden, seçeneklerimizden bizim sorumlu olduğumuzdan daha çok Tanrı sorumlu oluyor. Çünkü seçeneklerimizde kötülükler varsa, Tanrı bunları önceden görüyor. Yapmamızı da eğer istemiyorsa, mutlaka önlem alabilir ve engelleyebilir. Ama ön bilgisi ve yeterli gücüne rağmen, önlem almaz ve engellemezse, kötü seçeneklerimize izin veriyor veya bir türlü onaylıyor demektir.
İnsanın özgürlük ve seçeneğini kötüye kullanmasından doğan; tüm kötülükleri, Tanrı isterse bir anda yok etmeğe gücü pek ala yeter değil mi? En yüce ve en üstün güç olan Egemen Tanrı’nın, bu dünyayı her şeyiyle, OLDUĞU GİBİ, GEÇMİŞTE, ŞİMDİ VE GELECEKTE, ilerde OLACAĞI GİBİ... yönetmek istediğini kabullenmekten başka bir çözüm, başka bir alternatif var mı?
Şeytan veya insan, özgürlüklerini kötüye kullandıkları zaman; bunu önlemeye veya engellemeye Tanrı’nın gücü yetmez mi? Yeter değil mi? O halde, kötüye kullanılan özgürlükleri, Tanrı niye engellemiyor? Niye izin veriyor? Bu durumda kötüye kullanılan özgürlüklerden, bireyin kendisi sorumlu olmaktan ziyade, en üst egemen olan Tanrı sorumlu olmuyor mu? Çocuklar kavga ettiklerinde sorumlu olurlar ama; kavgayı durduramayan evin reisi olan BABA , daha sorumlu olur.

1-. Ailenin asayiş ve huzurundan Baba;
2-. Ülkeninkinden Devlet;
3-. Dünya ve evrendeki her şeyin asayiş ve huzurundan de Tanrı sorumlu olur.
Bir otobüs kaza yaparsa, yolcularda sorumluluk aranmaz. Şoför, trafik, mekanik, mekanikçiyi denetleyicisi ve yol hatası aranır. Tanrı ise YARATICI olarak, şoför, trafikçi, mekanikçi, denetleyici, yolu yapan... olarak, her şeyden sorumludur. Çünkü, acı, tatlı, iyi, kötü, güzel, çirkin, zevkli, işkenceli... her tür koşuluyla HAYATI VAR EDEN, denetleyen, belirleyen, kontrol eden yöneten, izin ve müsaade eden en yüce Egemen Odur!
“İnsanın özgür iradesi ve seçenekleri, Tanrı’nın bilemeyeceği ve engelleyemeyeceği büyüklükte; Tanrıdan daha güçlüdür!” Diyebilir misiniz? Diyemezseniz, işe yaramaz, delik deşik olmuş “özgür seçim” paravanını, hala iddia veya inanç olarak kullanmağı sürdürecek misiniz?
KAİN VE HABİL
DÜNYADAKİ İLK KATLİAM VE GETİREN NEDENLER.
“KUTSALLAŞTIRILMIŞ” CEHALETLER !
(Yaratılış: 4:1-8.)
1.- Kain çiftçi olduğundan, kardeşi Habil gibi hayvan kurban sunma olanağı yoktur. 2.- Tarla ürünüyle koyun takası yapmaları için, Tanrı, Kain ve Habil’i ÖNCEDEN UYARMAMIŞTIR. 3.- Böyle olduğu halde, Tevrat tanrısı kendisine sunulan kurbanlarda AYRIMCILIK yapıyor. 4.- Tevrat tanrısı, Habil’in kurbanını kabul ediyor ama Kaininkini RET EDİYOR! 5.- Bu onaylama ve ret etme davranışının, çekemezliğe, kıskançlığa ve katliama yol açacağını da Tanrı ÖNCEDEN BİLİYOR Ruhu ve yüreği tatlılıkla ikna ve razı eden süper natürel gücüyle önlem almıyor!. 6.- Tanrı’nın önceden bildiği bu durum, aynen Kaini kıskançlığa, çekemezliğe ve katliama iterek, kardeşi Habil’i öldürüyor. 7.- Tevrat’a göre, dünyadaki ilk kardeş katliamının hikayesi budur. Şimdi gelin, bu hikayeyi lütfen birlikte analiz veya “temyiz” edelim:
TEVRAT TANRISI HER ŞEYİ ÖNCEDEN TASARLAMIŞ!

Tevrat tanrısı, bu ilk kardeş katliamı olayını; onların nasıl kurban sunacaklarını; birini kabul ve öbürünü ret etmesinin kıskançlık ve katliam doğuracağını; daha olaylar oluşmazdan çok önce bilmekte olup; Tanrıya bir sürpriz değildir.

Tevrat tanrısı Kaini yaratırken, Kendisinin onaylamayacağı yanlış kurban sunabilmek imkanını veya eğilimini, mekanizma olarak Kainin bünyesine zaten koymuştur. Ayrıca kıskançlık, çekemezlik, öldürme... gibi duygu, dürtü, istek, arzu, meyil, irade, eğilimlerinin tüm imkanlarını da yapabilmesi için Kainin bünye mekanizmasına yine Tevrat tanrısı koymuştur. Kain, kıskançlık, çekemezlik, öldürme, ynlış kurban sunma... gibi marjinal duyguları veya dürtüleri, kendisi yaratıp, kendi bünyesine koymamıştır! Örneğin: Tanrı, yılanın dişini delik yapmasa ve dişinin içine de zehir koymasa, insanı zehirleyemez. Bunun gibi de Kainin bünye mekanizmasına, bu gibi özellikleri koymasaydı, Kain bunları bilemez, bulamaz, kullanamaz ve yapamazdı.

Diğer tarafta, Tanrı bu iki kardeşin kurbanlarını kontrol ederken, - sapık inançta olanların zannettikleri veya iddia ettikleri gibi; Tanrı, onları deneyerek bir “şans oyunu” oynamıyordu. Yani, Tanrı: “Bakalım acaba, hangi kardeş Bana makbul kurbanı sunmak için doğru seçimi yapacak?” şeklinde, bir piyango bileti çekilişi yapmıyordu! Yani, onların “özgür irade ve seçeneklerini” ne yönde kullanacaklarını, itaat veya itaatsizliklerini görmeğe, bilmeğe ve öğrenmeye İHTİYACI YOKTU! Çünkü Tanrıydı! Tanrı’nın her hangi bir şeyi görmesine, bilmesine veya öğrenmesine ihtiyacı yoktur. Bu gibi şeylere ihtiyaç duyan, zaten Tanrı olamaz!

Tanrı, “Adem, Havva, Kain... gibi, tüm insanların özgür irade ve seçeneklerini kötüye kullanacaklarını, yasağını çiğneyeceklerini, itaat etmeyeceklerini, önceden bilmektedir! Habil’in Kain tarafından öldürülmesi Tanrıya önceden bilinmeyen, beklenmeyen bir sürpriz değildir. Tam tersine, Tevrat tanrısının önceden bildiği, önlemediği ama dayattığı bir “KADERDİR.” Tanrı’nın her şeyi önceden bilmesine ve kötü olaylarda önlem almamasına, tersine olayların kötü gelişmesine izin vermesi gerçeğine, “KADER” demekten başka bir alternatif var mıdır?

Bu trajik hikayeye baktığımızda, “kader” dayatması gözlenmektedir. Tevrat anlatımlarına göre: “İlk kardeş katliamının gelişeceğini” Tevrat tanrısı, önceden bilmesine karşın; sevecen, sevgi dolu ve eşitçe davranan şefkatli bir “BABA” gibi davranmamıştır!, Daha yumuşak, insanın yüreğini ve ruhunu tatlı bir şekilde ikna ve razı edebilen süper natürel gücünü ve bilgeliğini kullanamamıştır. Sevgi ve şefkat dolu, ikna ve tatlılıkla razı edici ve bilge bir ifadeyle Kaine, tarla mahsulünü, kardeşinin koyun ürünü ile takas etmesini söylemekte ve bunu tatlı bir biçimde başarmakta aciz kalmıştır. Çünkü, ya amacı olayların böyle gelişmesidir; ya da bu tatlılıktan, insanı ikna ve razı edebilen süper natürel güçten haberi yok!

KARDEŞ KATLİAMINDA, UYARIYLA YETİNEN BİR BABA!

Tevrat tanrısı, sevgi, bilgelik ve güç dolu “Egemen bir BABA” olarak; süper gücünü, ikna ve razı edebilen tatlı gücünü kullanmamıştır. Tersine, kardeş katliamı gibi böyle acı bir trajedinin olacağını önceden bilmesine rağmen; olayın bu şekilde gelişmesine engel olmamış, Tanrısal donanımıyla önlem almamıştır. Yeterli olmayacağını çok iyi bildiği halde, sadece PASİF, sözlü bir uyarıyla yetinmiştir. “Kardeş katliamı” gibi böyle trajik bir olayda; süper gücüyle tamamen engelleme ve önlem alabilme imkanına sahipken; bu gücünü kullanmamıştır. (Belki de uyduruk bir tanrı olduğundan böyle güçlerden ve faziletlerden yoksun idi!) Bu yüzden, sadece PASİFÇE, sözlü uyarıyla yetinerek, Habil’in öldürülmesine seyirci kalmıştır!

SİZ OLSAYDINIZ NE YAPARDINIZ?

Bu tutum da bize, böyle bir tanrı’nın; dünyamızdaki en taş kalpli, acımasız ve vurdumduymaz babalarından daha da beter olduğunu göstermektedir. Sıradan bir baba bile, böylesine trajik bir olayda sadece sözlü bir uyarıyla yetinmez! Elinden gelen tüm gücü ve imkanlarıyla, kaba gücüyle; oğulları arasındaki katliamı engellemeye çalışır! Siz olsanız ne yapardınız? Bakın, İsa ne öğretiyor?

HZ. İSA VE HZ. DAVUT “BABA’YI” NASIL TANIMLIYORLAR?
“BABA” HAKKINDA NE ÖĞRETİYORLAR?

Hz. İsa şöyle diyor: “Sizler kötü olduğunuz halde çocuklarınıza iyi hediyeler vermeği bilirseniz; Göksel Babanız... size ne kadar iyi şeyler verir?” (Mat. 7:11.) Hz. Davut ne diyor? “Baba çocuklarına nasıl acırsa, Rab da...bize öyle acır!” (Mez. 103:13.) Vesaire.

Görülüyor ki Habil ve Kainin hikayesini yazanın “babası”; Hz. Davut veya Hz. İsa’nın tanımladıkları “Babaya” hiç benzemiyor! Hz. İsa ve Davut’un tanımladıkları “baba” çocuklarına “ACIYAN, iyi armağanlar veren, şefkatli, merhametli, ters ve aksi çocuklarını ise, sabırla, tatlılıkla eğiten, ikna, ilzam ve razı etmeye muktedir olan süper natürel bir “BABA!”
Oysa Yaradılış kitabını, Habil ve Kainin olayını yazanın “babası” tıpkı kendisi gibi kendi ilkel, cahil ve çarpık düşüncesine göre “bir tanrı kavramı” üretmiş. Yoksa bu tür çarpık, acımasız, müdahalesiz ve sadist bir olayı, Orijinal Tanrıya mal etmek, Ona hakaret ve küfür etmekten başka bir şey olamaz! Kendi kafalarına göre uyduruk bir tanrı kavramı üreten kişi, veya kişiler, maalesef, nasıl olmuşsa, bu safsatayı “kutsal Tanrısal esin” olarak, yüzyıllarca, on binlerce insana yutturabilmiştir!

Bu saçma hikayeyi yazan kişi veya kişiler, Orijinal Tanrı hakkında şunları ya bilememiş, ya da akıl edememiştir: Orijinal Tanrı, Kain daha doğmadan önce; “özgür iradesi ve seçeneğini” kötüye kullanarak olumsuz bir kurban sunacağını bilir! Ayrıca, Tanrı, Kainin bünyesine Kendi elleriyle koyduğu mekanizmanın devreye gireceğini; Kainin hem yanlış kurban sunacağını; hem de kıskançlık, çekemezlik ve öldürme gibi dürtü, istem ve imkanlarının devreye gireceğini; bu kurban sunma olayıyla, “kardeş katliamı” olacağını da çok önceden bilir durumdadır!

Şu halde, tüm bunların olacağını önceden bildiği halde, “KARDEŞ KATLİAMI” gibi önemli ve acil bir olayda; Tanrının Kendi süper gücüyle önlem almaması veya engellememesi; tersine olayın “Kardeş KATLİAMIYLA” gelişmesine izin vermesi, nasıl bir “Tanrı” kavramı, nasıl bir “baba” KARAKTERİ sergilemektedir? “Kurban alma” bahanesiyle iki kardeşin arasını açan, iki kardeşi kıskançlık ve çekemezlikle birbirine düşüren akılsız bir “tanrı kavramı” açıklanmıyor mu? Böylece kardeş katliamına yol açan, ortam hazırlayan, “sadist bir tanrı” kavramı, vurdumduymaz, acımasız, duygusuz bir “baba” karakteri sergilenmektedir! İşte “Yaradılış” kitabında üretilen “değiştirilemez kutsallıklardan” (?!) birini daha görüyoruz!

“ÜZÜM ÜZÜME BAKARAK KARARIYOR!”

Kain, kardeşi Habil’i öldürünce, tanrı, Tevrat’taki bizzat kendisinin verdiği (şeriata) yasaya göre: “dişe diş, göze göz, kana kan” olarak bir ceza uygulamıyor. Kaine: “yeryüzünde kaçak ve serseri olacağını” söylüyor. (Bak. Yar. 4:12.) Bu pasif cezaya karşı Kain tanrı karşısında güçlü bir savunmaya geçiyor. Kainin savunması o denli etkin oluyor ki, Tevrat tanrısı kendine geliyor; bir kardeş katilini korumak için derhal önlem alıyor. Parlamenterlerde olduğu gibi; Tevrat tanrısı Kainin üzerine güçlü bir dokunulmazlık zırhı giydiriyor. Kaini kimse öldürmesin diye, ona özel bir işaret koyuyor. “Kim Kaini öldürürse, yedi kat intikamı alınacaktır” diye de fetva veriyor. (Bak. 4:15.)

Kaine yapılan bu özel KIYAĞI veya TORPİLİ gören “Lamek” de Kain gibi birini öldürüyor. Yeryüzündeki ikinci katliamı gerçekleştiren “Lamek,” bu kez tanrıdan yetmiş yedi kez (77) “dokunulmazlık” ister: “Eğer Kainin yedi kat öcü alınacaksa, Lamek’in de yetmiş yedi kez öcü alınacaktır” der. (Bak. Tek. 4:23-24.) “Üzüm üzüme bakarak karardığı” gibi; ortam böylece sürüp gider! Katliamlar ve kötülükler o denli yoğunlaşır ki, yaptığı işin böyle kötü sonuçlara varacağını önceden bilemeyen ZAVALLI Tevrat tanrısı, aciz bir insan gibi “insanı yarattığına yüreğinde acı duyar, NADİM veya PİŞMAN olur.” (Bak. 6:6-7.)

Oysa 1 Sam. 15:29da: “İsrail’in güvendiği yalan söylemez ve NADİM olmaz, çünkü İNSAN DEĞİL Kİ NADİM OLSUN!” diye yazılıdır. Belli ki, nadim olan aciz insandır ve Tanrı insan gibi aciz değildir. İşte gerçek Tanrısal özellik burada açıklanırken, Yaradılış 6:6-7 deki ve yine 1. Sam. 15:11 deki “Saul’u kral ettiğime nadim oldum” sözleri, Gerçek Tanrısal Özellikle çelişmektedir. Belli ki, bu tip sözde ayetler, Kutsal Kitaba sonradan sokulmuş deformasyonlardır.

TANRISAL ADALETTE GELİŞME VE ÇELİŞME!

Başlattığı işleri kötüye gidince, aciz insan gibi, insanı yarattığına pişman olan tanrı, şimdi de başka “pişmanlıkları” yani “adalet pişmanlığını” yaşar. Yaptığı katliamı için Kaine ceza vermek yerine dokunulmazlık zırhı giydirince tanrı görür ki, “Lamek” gibi kişiler de devreye giriyor ve dünyada katliamlar peş peşe oluşuyor. Kaine bu dokunulmazlığı verdiğine pişman olan ve bunun adil olmadığını anlayan, öğrenen Tevrat tanrısı, aradan uzun zaman geçmeden, kısa bir zaman sonra, şimdi de, birinci fetvasıyla çelişen, aynı zamanda gelişen, ikinci bir fetva daha verir:

“Her kim adam kanı dökerse, onun kanı da adam eliyle dökülecektir” der. (Bak. Yar. 9:6.) Şimdi, Sayın okuyucum, bu tür çelişkili, akıllanan ve gelişen “tanrısal fetvalara” siz ne dersiniz? Kardeş öldürene önce dokunulmazlık zırhını versin; biraz sonra da bunun adil olmadığını öğrenip fikrini değiştirsin ve “kana kan dökmek” cezası uygulasın!... Orijinal Tanrı hiç böyle aptallıklar yapar mı? Böyle şeyleri orijinal Tanrıya yakıştırdığınız zaman, vicdanınızın ve yüreğinizin durumunu görebiliyor musunuz? Sızlamıyor, yanmıyor ve acımıyor mu?

İLK TOPLU CEZA VE BUNU GEREKTİREN NEDENLER:
“T U F A N !”

Tevrat tanrısının yaptığı işler tek, tek kötü sonuçlar vermeye başlayınca; başladığı işlerin böyle kötü sonuçlar vereceğini önceden bilemeyen ZAVALLI Tevrat tanrısı, PİŞMAN veya nadim olur. Tevrat tanrısı yukarıdan, dünyanın “zorbalarla” ve “yüreğinin kuruntusu kötü olan insanlarla” dolduğunu görür. Bunları görmekle “yüreğinde acı duyar” ve insanı yarattığına nadim/pişman olur. Bu yüzden de “Tufan” yaparak insanoğlunun neslini silmeyi (SOYKIRIMI) amaçlar. (Bak. 6:4-7.)

Yapılan işin sonucunda “yürekte acı duymak” veya “nadim / pişman olmak” ne demektir? Neden tanrı böyle bir sonuçla karşılaşır? Öyle görünüyor ki, Tevrat tanrısı, ilerisini görmeyen, yapacağı işlerin böyle kötü sonuçlar vereceğini önceden bilmeyen ACİZ insana benzemektedir. Buradaki yazar: İnsanın “özgür iradesi ve seçeneğiyle” sürekli kötüye meyledeceğini, yasakları çiğneyeceğini, itaatsizlik edeceğini, önceden bilemeyen bir “tanrı kavramı” üretmektedir!

Yeryüzünün kötülüklerle dolmasıyla, öyle görünüyor ki, Tevrat tanrısı, cazibeli, çekici ve tahrik edici güzellikte “kötülüğü bilme” ağacını yoktan yarattığını; onu ilk insanın tam gözlerinin önüne bizzat kendisinin koyduğunu unutmuştur! Kötülüğün veya günahın tüm ayrıntılarını “kötülüğü bilme meyvesinin” içine koyduğunu da hatırlamamaktadır. İnsanın yasaklanan bu meyveyi alıp yiyeceğini ve böylece “insan yüreğinin tüm kuruntularını” kötü edeceğini de unutmuştur! ( Yar. 2:9.)

Yoksa, “yüreğinde acı duymasının ve insanı yaratmasına pişman olmasının” anlamı ne? Yaptığı işin nasıl sonuçlanacağı, nereye varacağını önceden bilirse; her şeyi buna göre tasarlamış veya planlamışsa; “acı duymanın veya pişman olmanın” bir anlamı olur mu? Ama beklenildiği gibi işler iyi değil de kötü sonuçlanırsa, tabii ki aciz insan gibi, hayal kırıklığının verdiği “acı duyulur ve pişman da olunur!”

Tevrat tanrısının “yüreğinde acı duyması ve pişman / nadim olması” sadece bu olayla sınırlı değildir. Konumuzun içinde işlediğimiz, Kutsal Kitap sayfalarında tekrarlanan başka birçok olaylarda tanrının “pişman olduğunu” görmek mümkündür. Oysa, “yüreğinde acı duymak” ve “pişman olmak” gerçek Tanrı özelliklerinden değildir. İlkel düşüncelerinde, kendileri gibi aciz bir “tanrı kavramı” üretenler, maalesef tanrılarını da kendilerine benzetmişlerdir!

Bunu biz söylemiyoruz! Yine aynı Kutsal Kitabın, bozulmamış, deforme olmamış, saldırıya uğramamış, sağlam ayetleri söylüyor! İşte, Kutsal Kitaptan gerçekler: “İsrail’in güvendiği de yalan söylemez ve NADİM OLMAZ! Çünkü İNSAN DEĞİL Kİ NADİM OLSUN!” (Bak. 1 Sam. 15:29.)

GELECEK TEHLİKELERİ BİLMEK VE ENGELLEYEBİLİRKEN
ENGELLEMEMEK, EŞİTTİR = ÖYLE BELİRLEMEKTİR!

Yeryüzünde oluşan her bir kötülük ve acı, yukarıdaki örnekler gibi, nedensiz gelmemiştir. Gelecek olan tüm kötülükleri, Tanrı önceden bilmektedir. Buna rağmen, üstün, süper gücüyle önlem almaması ve engellememesiyle bunları BÖYLE belirlemektedir. Çok az, nadir ve istisna olaylarda, Tanrı kendi gücüyle kötülükleri engellediği halde; genellikle pek çok olaylarda, kötülüklerin geleceğini önceden bildiği halde, önlem almamakta veya Tanrısal gücüyle engellememektedir. Bu durumda da, Tanrı’nın o kötü olayı belirlediği veya öyle olmasını kararlaştırdığı anlaşılmaktadır.

Bunun nedenlerini araştıran insanların bazıları, doğru yanıtları bulamayınca; ya ateist, ya kaderci olmakta, ya da kaosa düşmektedirler. Bu gibi sözlerle de, kimse asla, Tanrı’yı suçlamaya çalışdığımızı düşünmemeli! Çünkü, “güneş balçıkla sıvanamaz! Çünkü Tanrının nedenlerini ve olayların perde arkasını da henüz görememekteyiz! Tanrı’nın niçin böyle davrandığını bizzat Onun ağzından işitmeden, insansal zayıf düşüncelerin veya yanlış yorumların tuzağına düşmemeliyiz!

TARİHSEL BİR ÖRNEK: “ADOLF HİTLER VE NAZİZM.”

1- İnsan kasabı “Adolf Hitler’in,” “özgür iradesini ve seçeneğini” kötüye kullanıp, neler yapacağını, daha dünyaya gelmeden önce Tanrı bilmektedir. 2.- Çünkü Tanrı, Adolf Hitler’i yaratırken, onun bünyesine de, koyu şovenizm, ırkçılık ve insan kasaplığı yapmağa iten; eğilim, istek, irade, meyil gibi şeylere imkan veren bir mekanizmayı koymuştur. (Tıpkı yılanın ve zehirli hayvanların bünyesine zehirleme sistemini koyduğu gibi.) 3.- Tanrı, Hitler’in vicdanına, bu kötü mekanizmasını işletmek yasağını da koymuştur. 4.- Koymuştur, ama Hitler’in bu yasağı çiğneyeceğini de önceden bilmektedir!

5.- Hitler’in vicdanındaki “yasak” sesi ise, yukarıdaki olaylarda da görüldüğü gibi; SADECE Tanrıdan gelen pasif “sözlü bir uyarı” niteliğindedir. 6.- Eğer Tanrı süper gücüyle anında, acilen engellemezse, Hitler’in vicdanındaki bu pasif sözlü uyarının işe yaramayacağını da bilmektedir. 7.- Bu yüzden Hitler, vicdanındaki pasif sözlü uyarıya veya yasağa uymazsa; bunu önceden bilen Tanrı, süper gücüyle Hitler’i engellemediği için, Hitler kötülüğünü yapmakta serbest kalacaktır. Dolayısıyla Tanrı Hitler’e, “insan kasaplığına” izin vermiş ve müsaade etmiş olacaktır.

8.- Bünyesine Tanrı’nın koyduğu mekanizmayla, Hitler, “özgür iradesi ve seçeneğini,” kötü yönde kullanabilme imkanına sahiptir. 9.- Hitler’in çevresinde, beğenmediği ırktan Yahudiler bulunmaktadır. 10.- Rusya, Amerika, İngiltere gibi ulusların, Hitler’i engellemek için savaş müdahaleleri çok geç kalmıştır! 11.- Tanrı, vicdansal pasif bir uyarıdan başka, Hitler’e süper gücüyle engelleme yapabilirken, ruhunu ve yüreğini, tatlılıkla ikna ve razı edebilmeğe yeterli bilgeliğiyle, hiçbir engelleme yapmamıştır. 12.- Bu yüzden de, Hitler serbest kalmış, diğer ulusların savaş müdahalelerine dek; milyonlarca Yahudi’yi ve insanı öldürmüştür! “İnsan kasaplığını” “insandan sabun yapmağı” ve “toplama kamplarındaki” akıl almaz boyuttaki işkencelerini özgürce sürdürebilmiştir.

13.- Hitler, Tanrının süper gücünün engeliyle karşılaşmadan; özgürlük ve seçeneğini bu denli kötüye kullanabilme imkanına,Tanrı izniyle sahip olabilmiştir. 14.- Hitler’in Nazizmi gibi, dünya tarihinde böyle acı ve trajik pek çok olayların olacağını Tanrı, çok önceden bilmesine rağmen; (Örneğin: Mao, Lenin ve Stalin dönemleri gibi...) Tanrı, süper gücüyle anında, acilen önlem alabilirken almamıştır. 15.- Tanrı, bu trajik olayların olacağını önceden bilmesi ve oluşmasını engellememesi; bu olayları önceden BELİRLEDİĞİNİ veya bunlara izin verdiğini göstermektedir. Başka çıkar bir yol, başka alternatif var mı? Tüm olaylar, Tanrı’nın Egemen denetim ve yönetiminde geliştiğinden; bunların tümüne Tanrının izin veya onay verdiği “KADER” demekten başka bir alternatif var mı?

Adamın biri başını tren raylarına koymuş orada yatarak intihar etmek istiyor. Ben de onu görüyorum. O adamı bir top gibi oradan alıp uzaklaştırmak için fiziksel, atletik, spor şampiyonu güce sahibim; hatta o adamı intihar etmekten vazgeçirecek ruhsal veya psikolojik yeteneğe, yani yüreğini ve ruhunu tatlıca, ikna ve razı etmeye sahip özelliğim de bulunuyor... Ama bu yeteneklerimden hiç birini kullanmıyorum. Sadece pasif sözlü bir uyarı yapıyorum.

Adam beni kovuyor: “Benim kişisel iradem ve seçeneğimle intihar etmek istiyorum. Çekil git yanımdan! Defol!” diye bağırıyor. Ben de “Eh, ben görevimi yaptım, onu uyardım...” düşüncesiyle oradan uzaklaşıyorum. Aslında görevimi yapmadım. Görevimi tam olarak yapsaydım, o adamı intihardan hem ruhen hem de bedenen mutlaka kurtarabilirdim.

Ruhsal ve fiziksel tüm yeteneğimi kullanmadan o adamı o durumda bırakıp gidersem; o adamın intihar etmesine pek de aldırış etmediğimi, aslında rıza gösterdiğimi veya öyle belirlediğimi gösteririm. Eğer kamu davası açılıp da benim yaptığım ortaya çıkarsa, elimdeki tüm olanaklarımı kullanmadığımdan dolayı, o adamın ölmesinden mutlaka sorumlu tutulurum ve suçlu çıkarım!


Ben veya siz, tren raylarının üstüne başımızı koyup uyumaya çalışırsak, tabii ki başımıza ne geleceğini biliriz. Ama bir otobüsle, veya kendi arabamızla bile yola çıktığımızda, ne ile karşılaşacağımızı bilemeyiz! Bunu Tanrıdan başka bilen biri de yoktur! Bu yüzden, başımıza gelecek olan her şeyden, bunu çok öncesinden bilen Tanrı sorumludur. Biz, az şeylerin nasıl gelişeceğini az bilebiliriz, ama çok şeylerin nasıl gelişeceğini bilemeyiz! Ama Tanrı, bizim bilemediklerimizin hepsini ve daha fazlasını çok öncesinden bilmektedir!

6: BÖLÜM SONU

GELECEK BÖLÜM:


BAZI ÇÖZÜMLER:
BİZE GÖRE KÖTÜ VE OLMUSUZ OLANLAR,
TANRI İÇİN NORMAL OLABİLİR!






site map


counter