“EYUB” KİTABI MERCEK ALTINDA!

13 Mayıs 2010 Perşembe

8. BÖLÜM
“EYUB” KİTABI MERCEK ALTINDA!

“SABIR” DERSİ VERDİĞİ SANILAN,

ÇELİŞKİLERLE DOLU TEVRAT’IN “E Y U B” KİTABINDAN;

BİR ARAŞTIRMA !
Kutsal Kitapta Hz. Eyub, dillere destan önemli bir yer alır. “Hz. Eyup” denilince, akılımızda dev bir “SABIR” abidesi belirir. Hem ruhsal hem de fiziksel yaşamda sabrın iyiliklerini, güzelliklerini yazmak, çizmekle bitmez! Eyub kitabındaki, Eyub’un yaşamında izlenen o güzel sabır örneğini izleyebilirsek, ne mutlu bizlere! Çünkü dünyamızın sistemi, yoğun bir sabrı gerektiriyor.
KİMİN YAZDIĞI BİLİNMEYEN BİR KİTAP
Eyub” kitabının yazarı bu güne dek bilinmemektedir. Bu yüzden, Eyub kitabını analiz ederken veya mercek altına alırken; SADECE “sabır” örneğinin güzelliği ile yetinmemeliyiz. Çünkü, sabır örneğinin güzelliği yanında; maalesef şimdiye dek göz ardı edilen; üzerine gidilmeyen; Yüce Tanrıyı AŞAĞILAYAN VE HAKARET EDEN anlatımlar da dikkatimizi çekmiştir! Bunları görmek, bizi şaşkına çevirdiği gibi; hem de yoğun bir şekilde üzmüştür! “Eyub” kitabındaki, Tanrıyı aşağılayan hataları protesto ediyor ve düzeltilmesi için dua ediyoruz! İşte kanıtları:
ÖNCE BAZI SORULAR:
1.- Biz sabrımızın boyutlarını, onu bilemeyen ve göremeyen birbirimize göstermemiz tabii ki gerekmektedir! Ama her şeyimizi öncesinden gören ve bilen Tanrıya da mı sabrımızı göstermemiz gerekiyor? Bizi yaratırken “Sabır” özelliğini içimize koyan Tanrı, içimize koyduğu sabrın boyutlarını, yani ne denli sabredip sabretmeyeceğimizi bilmiyor mu?
2.- Eğer Tanrı yardım etmezse, kendi gücümüzle hiçbir şeyde başarılı olamayacağımız gibi; “sabırda da” asla başarılı olamayacağımızı Tanrı bilmiyor mu? Şu ayetler niçin yazılmıştır: “Bensiz bir şey yapamazsınız...” (Bak. Yu. 15:5.) “Övünen Rab ile övünsün!” (Bak. 1. Kor. 1:31.)
3.- Her şeyde olduğu gibi, “sabır” konusunda da sadece ve ancak, Tanrı’nın yardımıyla başarılı olabiliyorsak; Tanrının sabrımızın derecesini ölçmesi, denemesi, bilmesi, öğrenmesi, Tanrıyı aşağılayan acizlik ve hakaret olmaz mı?
4.- İçimize koyduğu “sabrın” boyutlarını öğrenmesi veya bilmesi için; Tanrı’nın elemlerle, hastalıklarla, işkencelerle, baskılarla, trajedilerle... bizi DENEMESİ mi gerekiyor?
5.- Eğer böyleyse, SADİST bir tanrı kavramı üretilmiyor mu?
Eyub Kitabının Analizinden Başlıklar: 1.- “BİLMİYOR!” Kitabın tanrısı, şeytanın nereden geldiğini BİLMİYOR! Aciz bir insan gibi sorarak öğrenmek isteyen bir duruma indirgenmiş! Tevrat tanrısı şeytana: “Nereden geliyorsun?” diye sorarak öğrenmeye çalışıyor! Bir “tanrı” için bu, ne ayıp! Ne rezalet!. (Bak:2:2.) 2.- “RAKİBİ VAR” Kitabın tanrısı, kendi yanında bir toz kadar olan yalancı, aldatıcı şeytanı, kendine bir rakibi veya bir düşmanı muhatap almış durumda gösteriliyor! Yine ne ayıp! Ne rezalet! (Bak. 2:3.)
3.- “KIŞKIRTILABİLİYOR!” Ulu, akıl almaz büyüklük ve bilgelikteki bir Tanrıyı; yanında bir toz kadar bile olmayan, YALANCI ve İFTİRACI şeytan KIŞKIRTABİLİYOR! Yani kitabın tanrısı, bir yalancı ve iftiracı tarafından KIŞKIRTILABİLECEK derecede AKILSIZLIKLA alçaltılıyor! (Yazıklar Olsun!) (Bak 2:3.)
Siz ve ben, sıradan insanlar olarak, öteden beri MUTLAK yalancı, iftiracı ve düşman olduğunu bildiğimiz birinin bizi EV HALKIMIZDAN BİRİNE KARŞI kışkırtmasına izin verebilir miyiz? Böyle biri bizi kışkırtabilir mi? Üstelik kışkırtma, öz çocuğumuza sadistçe işkenceler vermek konusunda olursa? Böyle yalancı, iftiracı ve düşman birinin; yalanlarını, iftiralarını, düşmanlığını dinleyerek kabul edip kışkırtılmak akılsızlığı yerine; tam tersine, ona güzel bir “Osmanlı Tokadı” atarak; ve acı bir biçimde azarlayarak defolmasını sağlamaz mıyız?
Bizim sıradan bilgeliğimiz böyle davranmamızı gösteriyorsa, ya bilgeliğin doruğundaki, bilgeliğin kaynağı olan Tanrı nasıl davranmalıydı? Yalancının ve iftiracının bu “zır deli” aldatmacasına ve “kışkırtıcılığına” karşı; Eyub tanrısının takındığı bu zır deli akılsızlığını kabul edebilir miyiz? Yazıklar olsun! Orijinal Tanrıyı alçaltan bu tür hakaretler Kutsal Kitaba girdiği ve tarih boyu korunduğu için tekrar yazıklar olsun!
4.- “DENİYOR” Kitabın tanrısı, Eyub’un sadakat ve bağlılığını, acı trajedilerle DENİYOR! Öğrenim, bilgi, deneyim kazanıyor! Bu deneyimini de, yalancı ve iftiracı olduğunu bildiği şeytana; kanıt sunmak derecesinde akılsızlıkla alçaltılıyor! Yalancı ve iftiracı olduğu öteden beri bilinen birinin iddiasını, Hangi akıllı Yargıç muhatap alır da kanıt sunmaya çalışır? Bu denli yalancı ve iftiracı olduğu bilinen birine KANIT sunmaya çalışmak, akılsızlık, zır delilik değil mi? İşte yüce Tanrı yine bu acıklı duruma düşürülüyor! Yazıklar Olsun! (Bak. 2:6.)
5.- “SUÇLU SANIĞI KONUMUNDA!” Yazar, Eyub kitabındaki tanrıya: sanki KENDİSİNİ SAVUNAN “Egemen Hakimiyetini yitirmiş, SANIK KÜRSÜSÜNE oturtulmuş” imajını veriyor!
6.- “ŞEYTAN: SAVCI KONUMUNDA!” Aldatıcı, yalancı ve iftiracı şeytana ise, sanki “suçlayıcı SAVCI KÜRSÜSÜNE oturtulmuş” imajını veriyor!
7.- Kitabın yazarı, suçlanarak SANIK kürsüsüne oturttuğu tanrıyı; suçlayan SAVCI kürsüsündeki iftiracı şeytana kendisini savunmak zorunda bırakmış!
8.-Yazarın bıraktığı imaj: Suçlu olarak SANIK kürsüsüne oturtulan tanrı; suçlayan SAVCI kürsüsündeki şeytanın iddiasına göre; ancak bir şekilde haklı olabilir: O da şudur: Eğer Eyub’a sadistçe işkenceler verirse! Yani, şeytan tanrıyı Eyub’a işkence etmesi için zorlar: “Şimdi elini uzat ve onun etine ve kemiğine dokun, sana lanet edecektir” der!
Sanık kürsüsündeki tanrı da, Eyup kuluna hiç acımadan, kendini doğruya çıkartabilmesi için, Şeytanın dediği gibi, Eyuba işkence edilmesi fikrini kabul eder! (Şu şeytan da ne yamanmış meğer! Koskoca ulu tanrıyı sanki avucunun içine almış gibi ona telkin ve talimatlarda bulunuyor! Yalan telkinleriyle tanrıyı aldatabiliyor bile! (Bak Eyub 2:4-6.)
Eğer Eyup çektiği eziyet içinde Tanrıya lanet etmezse; Savcı şeytana göre, suçlanan tanrı ancak bu şekilde haklı çıkabilir ve suçsuzlukla beraat edebilir!
9.- Sanık sandalyesinde bu surette suçlanan tanrı; SAVCI sandalyesinde oturan şeytanı susturabilmek ve haklı çıkabilmek için; şeytanın ortaya attığı bu suçlamayı “kanıt” olarak kabul etmek zorunda kalır.
10.- Savcı sandalyesine oturtulan yalancı şeytana istediği kanıtı vermek ve kendisini haklı çıkmak; yani YALANCI ŞEYTANI TEKRAR YALANCI ETMEK PAHASINA; yalancının icat ettiği SADİSTÇE bir kanıt formülünü işleme koyacak derecede, tanrı burada akılsızlıkla alçaltılmaktadır!
11.- Eyub kitabının tanrısı, bu akılsız durumuyla, yarattığı evladına karşı “Baba sevgisini” ve “Baba aklını” yitirmiş duruma düşürülmüştür! Yani, yalancı, düşman ve iftiracı olduğunu bildiği şeytanın SADİSTÇE suçlamalarına ALET olmuş ve zavallı bir duruma sokulmuştur! Tanrı, yarattığı sevgili evladının, korkunç acı ve işkenceler çekmesini onaylayan SADİST biri konuma sokulmuştur! (2:7,12.) 12.- Masalın sonunda, şeytan yalanı, yazar tarafından doğruya çıkmaktadır!!! Aynı zamanda Eyub kitabı tanrısının yanılgısı veya yenilgisiyle sonuçlanan mitolojik bir efsane ortaya çıkmaktadır! Şimdi bu noktaları Eyub kitabından tek, tek inceleyelim.
Bu öyle bir tanrı ki, karşısına gelen şeytanın nereden geldiğini BİLMİYOR ve ona “nereden geliyorsun? diye soruyor: (Bak. 2:2) Yazar anlattığı olayın devamında, şeytanı sanki Tanrı’nın rakibi, düşmanıymış gibi tanımlıyor. Allah aşkına, aptal birileri Tanrıya düşmanlık tasarlayabilirler ama; Tanrı’nın düşmanı, rakibi olur mu? Olabilir mi? Bir karıncanın, bir İmparatora rakip düşman olduğunu söylemek, komik olduğu gibi, “zır delilik” de olmaz mı? Pire kadar, toz kadar küçük, yalancı ve iftiracı birinin, bir İmparatoru yalan ve iftiralarıyla KIŞKIRTARAK harekete getirmesi kadar komiklik ve akılsızlık olur mu?
İşte bir pire gibi, bir toz gibi olan şeytan, Tanrı’nın rakibi olmuş ve karşısına geçerek onu yalanlarıyla KIŞKIRTABİLİYOR! Aptal şeytan Tanrıyı kışkırtmak isteyebilir ama; aptal şeytanın kışkırtmasıyla KIŞKIRAN bir tanrıya ne demeli? Bakın, bu tanrı, şeytan tarafından kışkırtıldığını nasıl açıkça itiraf ediyor: “Eyub’u yutayım diye Beni KIŞKIRTTIĞIN halde...” diyor! (Bak. 2:3.)
Eyub kitabının tanrısı, niye ve nasıl kışkırtılabiliyor? Aklı yerinde olan, HER ŞEYİ BİLEN ve Egemen birini yalanlarla ve iftiralarla; BİR SADİSTLİK İŞLEMİ İÇİN kışkırtabilmek mümkün mü? Kesinlikle Hayır! Demek ki bu “tanrı” orijinal “Tanrı” değil, sadece uyduruk bir tanrı!!!
Yaratılış kitabındaki tanrı, Cennet (Aden) bahçesinde, ilk insanı “yasak meyveyle” denediği gibi; ve Hz.İbrahim’i de, oğlu İshak’ı kurban etmesiyle denediği gibi: (Bak. Yar. 22:1. vs.) Bu kitaptaki tanrı da, Eyub’u, sadist işkencelerle deniyor! Yaratılış ve Eyub kitaplarındaki tanrılar, aciz insanlar gibi denemelerle öğrenim ve bilgi kazanma peşindeler! Denemelerinde bilgi, deneyim ve öğrenim kazandıran da, yine o eski emektar işçisi olan şeytan! Şeytan, burada “yılan kılığına” girmemiş ama; Havva anamızı itaatsizliğe kışkırttığı gibi; Eyub’u suçlayarak, bu kez de (Eyub kitabının aptal tanrısını kışkırtmayı başarıyor!
KIŞKIRTILAN tanrı, şeytanın sürekli yalan söylediğini ve iftira ettiğini bildiği halde; bu ne akılsa; yine de bu yalancı ve iftiracıya “SADİSTLİK” kanıtı sunmak zorunda kalıyor! Yani, “elini uzatıp, Eyub’un etine ve kemiğine korkunç bir hastalık vermeye zorlanıyor. (Bak Eyub 2:4-6.) Çünkü Eyub kitabındaki tanrı, maalesef “yargıçların Yargıcı Kürsüsünde” değil; savunma yapan ve şeytanın sapık ve asılsız iddialarına kanıtlar arayan “SANIK” kürsüsüne oturtulmuş durumda!
“SAVCI kürsüsüne” oturtulmuş olan şeytan; beraat etmesi için tanrıdan kanıtlar istiyor: “Savcı” kürsüsüne oturtulmuş olan şeytanın; “Sanık” kürsüsüne oturtulmuş olan “tanrıdan” istediği kanıtlar şudur:
Eyub gerçekten de Tanrı’nın söylediği gibi Tanrıya “sadık biriyse;” böyle olduğunu kanıtlayabilmesi için, Eyub’un, SADİSTÇE İŞKENCELERE katlanması gerekmektedir! Şimdi sanık kürsüsünde oturtulan tanrı, kendi tezini kanıtlayabilmek için; “SAVCI” konumundaki iftiracı şeytanın iddiasını kabul etmek zorunda kalır! Yani, Eyub kitabının tanrısı, sevgili evladı Eyub’a, SADİSTÇE işkenceler vermeği, şeytanın kışkırtmasıyla kabul etmek zorunda kalmıştır!
Tanrı, şeytanın, yalancı, iftiracı ve düşman olduğunu bildiği halde; bu ne akılsa, yine de şeytanın istediği sadistçe “kanıtı” kabul etmek ve uygulamak zorunda kalır! 1.- Eyub’a uygulanacak olan bu sadistçe denemenin işe yarayıp yaramadığını öğrenmek için; 2.- “SAVCI kürsüsüne” oturtulmuş Şeytana istediği kanıtı göstererek onu susturabilmek için; 3.- Aynı zamanda yalancı şeytan karşısında tanrının haklı çıkabilmesi pahasına; 4.- Elindeki tüm kötülükleri kullanması ve Eyub’a korkunç hastalıklarla işkence vermesi için, “Eyub tanrısı, Şeytana gereken İZİN, GÖREV ve YETKİYİ verir. (Bak. 2:4-8.)
Çünkü, 1.- Eyub’un tanrısı, Eyub’un sabrını, bağlılığını ve sadakatini; ona çektireceği korkunç, trajik hastalıklarla, işkencelerle DENEYECEK ve öğrenecektir! 2.- Öğrendiği ve ortaya çıkardığı bu kanıtıyla da, şeytanı yani, “yalancı” olduğunu bildiği biirini; eski yalancılıkları yetmiyormuş gibi, TEKRAR VE TEKRAR “yalancı” çıkarma akılsızlığıyla uğraşmaktadır! (?!) 3.- Sanık kürsüsünde suçlanan tanrı da, bu şekilde suçsuz çıkacak, tezinde haklı olacak ve beraat edecektir! Gökte kurulu ne harika bir mahkeme salonu manzarası, değil mi?
BİZLER, EYUB TANRISINDAN
DAHA AKILLI VE SEVGİ DOLU MUYUZ?
SİZ OLSANIZ NE YAPARDINIZ?

Siz sıradan bir baba olarak böyle bir şey yapar mıydınız? 1.- Yalancı, iftiracı ve düşmanınız olarak bildiğiniz biri gelse ve Oğlunuzu size kötülese, bu YALANCININ VE İFTİRACININ sözleriyle kışkırtılır ve düşmanınızın İSTEDİĞİNİ YAPMAK ÜZERE, SADİSTÇE harekete geçer miydiniz? 2.- Yalancı, iftiracı ve düşman olduğunu bildiğiniz kişinin TÜM söylediklerinin hepsinin yalan ve iftira olduğunu bildiğiniz halde; tekrar akılsızca o yalancı düşmana istediği kanıtı göstermeye çalışır mıydınız? 3.- Bu yüzden de, yalancının iftirası yüzünden, Oğlunuza korkunç eziyetler, işkenceler, trajediler, hastalıklar, çileler... çektirir miydiniz?

Akıllı bir Yargıç, suçlayanın sürekli yalan söylediğini kesinlikle bilirse; artık kanıt arar ve bu yalancıya kanıt göstermeye çalışır mı? Böyle bir durumda Yargıcın kanıt araması “zır delilik” aptallık olmaz mı? Dahası: Yalancı düşmana kanıt sunmak ve kendisini aklamak pahasına; sevgi, anlayış ve bilgelik dolu bir “Baba” sevgili Oğluna korkunç işkenceler çektirir mi?

SİZ OLSANIZ ŞÖYLE YAPMAZ MIYDINIZ?

Siz olsanız: “Defol oradan alçak, namussuz, yalancı, pis iftiracı! Bu ne cüret? Sürekli iftiracılığın ve yalancılığınla sen kim oluyorsun da oğlumu bana kötülüyorsun? Sen kim oluyorsun da Oğluma söylediğim övgüleri yalanlıyorsun? Bana oğlumu sen mi öğreteceksin? Ben oğlumun bana olan sadakat, bağlılık ve sabrını çok iyi biliyorum. Çünkü bunları ona Ben veriyorum!”

“Senin yalan ve iftiralarınla kışkırtılıp da, akılsızca, tarif ettiğin korkunç işkencelerle oğlumu deneyeceğimi mi zannettin? Senin yalan ve iftiraların ile kışkırtılıp da, oğluma çeşitli çile ve ıstıraplar veren “SADİST bir BABA” olduğumu mu zannettin? Çabuk karşımdan yıkıl, defol, pis yalancı düşman...” gibi sözlerle onu azarlamaz, kovmaz veya cezalandırmaz mıydınız? Tam tersine, şeytanı kabul etmek ve görevlendirmek yerine!


Bu hikayede başka bir çılgınlık daha var: Şeytan sanki “Savcı” durumunda suçlarken; tanrı da sanki “sanık” durumunda, savunmada ve kanıt aramada! Sanık durumundaki zavallı tanrı, karşısında sanki savcı kesilmiş şeytana, oğlu Eyub’un suçsuzluğunu kanıtlamak çabası içinde! Tanrı, her şeye Hakim, en yüce Yargıç, olması gerekirken; şimdi Egemenliğini yitirmiş zavallı, kanıtlar peşinden koşan ve yalancı şeytanı susturmaya çalışan bir “sanık” sandalyesine oturtulmuş!

Eğer bir Yargıç, suçlama olayının tüm ayrıntılarını kesinlikle biliyorsa; suçlayanın iftira attığını, yalan söylediğini de kesinlikle, yüzde yüz biliyorsa; suçlanan kişiyi mutlaka beraat ettirmez mi? İftira atana da cezasını vermez mi? Suçlanan masum kişiyi beraat ettireceği yerde, işkence ve çileler çektirerek, hala kanıt peşinden koşmak, Göksel bir Yargıca yakışır mı? Bu ne delilik?

Hele, hele, aklı yerinde olan dürüst bir Yargıç; yalancı ve iftiracı olduğunu kesinlikle bildiği kişinin sözleriyle kışkırtılıp da, - kanıt olsun diye - suçlanan masum kişiye, korkunç işkenceler, ıstıraplar, çileler... çekmesine izin, ferman verir mi? Siz dünyada böyle bir Yargıç, böylesi bir olay gördünüz, işittiniz mi? Tanrı Kitabında, Tanrı’nın ne zavallı duruma düşürüldüğünü; Tanrıya ve Kutsal Kitaba saldırıların ve deformelerin boyutlarını... görebiliyor musunuz?

Mezmur 103:13. de, Tanrı’nın bir “BABA” gibi sevgi dolu olduğu yazılıdır. İncil’de de İsa; Tanrıyı, dünyasal babalarımızla kıysalar ve dünyasal babalarımızdan her bakımdan kat, kat daha üstün olduğunu söyler: (Bak. Mat. 7:9-11.) Dünyasal babalarımızdan kat, kat daha üstün olan “Göksel Baba;” EYUB’A, nasıl böyle bir saçmalık için işkenceler yapabilir? Hangi dünyasal baba, çocuklarına böyle muamele yapmıştır veya yapar? Siz yapar mısınız?

MEĞER ŞEYTAN İDDİASINDA HAKLI İMİŞ!
TANRI İSE YANILMIŞ!

Sonuç olarak, Eyub kitabının yazarı, (ki yazarının da kim olduğu bilinmiyor) Şeytanı haklı, Tanrıyı da haksız çıkarıyor. Nasıl mı? Şöyle: Tanrı, önce kulu Eyub’la övünüyor. “Dünyada onun gibisi yok... KAMİL, mükemmel adam...” diyor. (Bak. 2:3.) Şeytan da Tanrıya karşı çıkarak Onu yalanlıyor: “Elini uzat ve onun etine kemiğine dokun, yüzüne karşı sana lanet edecektir” diyor. (Bak. 2:5.) Gerçi Eyub, ilk etapta lanet etmiyor.

Ama olaylar geliştikçe, ağırlaştıkça ve derinleştikçe, Eyub dolaylı olarak lanet etmeye başlıyor! İşte kanıtları: “Ondan sonra Eyub ağzını açtı ve KENDİ GÜNÜNE LANET etti. Doğduğum gün yok olsun! Rahimde bir erkek peyda oldu diyen gece de yok olsun! O gece kısır olsun, ona sevinç sesi girmesin. Günü LANETLEYENLER ona LANET etsinler...” (Bak.3:1-8.)

“Bu sözlerle Eyub Tanrıya değil, güne lanet ediyor” diye itiraz edenler olacaktır. Ama hayır! Bu “lanetler” direkt Tanrıya gidiyor! Tanrıya lanet ediyor. Nasıl mı? İyi dikkat edin: Eyub, “doğduğu GÜNE lanet ederken,” bu lanetin KÖKÜ nereye gidiyor? Eyub’un doğduğu gün, kimin günüdür? Anasının Rahminde Eyub gibi bir erkeğin oluşmasını kim tasarlamış, kim sağlamıştır? Eyub’un doğduğu GÜNÜ, Tanrısı planlamamış mıdır? Eyub’un doğduğu GÜN, Tanrı’nın egemen olduğu gün değil midir? Tüm GÜNLERDE olan tüm olaylara izin veren, TANRI değil midir? O halde, Eyub açıkça, TANRIYA ait olan, Tanrı’nın denetlediği, ve EGEMEN OLDUĞU GÜNÜNE lanet ediyor!

“Hiç Lanet etmeyin!” (Rom. 12:14.) “Takdis ve Lanet aynı ağızdan çıkmamalı!” (Yakup 3:10.) vs. gibi ayetleri de, Eyub’un ihlal ettiği görünüyor!

Görüyorsunuz ki, Şeytanın önce söylediği söz doğru çıkarılmakta, iddiasında haklı gösterilmektedir. Çünkü şeytanın iddia ettiği gibi Eyub “LANET” etmektedir. Dahası da var: Öyle ki hikayenin sonunda: Tanrı’nın: “Dünyada onun gibisi yok. KAMİL ve doğru adam, Allah’tan korkar ve kötülükten çekinir” diye övündüğü Eyub, denendiğinde günahlara düşmüştür! Çünkü Eyub: Aynı zamanda “...TÖVBE etmekteyim!” diye itiraf eder.(Bak. 42:6.) Bu yüzden de “kamil, kusursuz adam, kötülükten çekinir...” diye tanrının Eyubu övmesini yalan, anlamsız ve boşa çıkartılır! Böylece “yüzüne karşı sana lanet edecektir, çünkü o da kusurludur...” diyen şeytanın iddiası da gerçek çıkartılmaktadır!

Böylece, yazar tarafından bu kitapta, Tanrı ikinci kez yanılgılı ve şeytan da ikinci kez doğru ve haklı çıkartılmaktadır. Yani, bu hikayede gelişen olaylar, şeytanın önceden söylediklerini o denli doğrulamaktadır ki, Tanrı’nın Eyub’la övünmesi de asılsız olup boşa çıkartılmaktadır! Yazıklar olsun!

Sonuç olarak “Eyub” kitabının yazarı da; “Yaratılış” kitabının yazarı gibi o denli ilkel, o denli cahil ki, ne yazdığının farkında değil! Belki de farkında olmadan, yazar bir masal uydurayım diye, Şeytanı doğru, haklı ve Tanrıyı da yanılgılı çıkartmaktadır. Yani Şeytan iddialarında galip, tanrı da iddialarında mağlup olmaktadır. Tanrı Kitabında Tanrıyı karalayan ve aşağılayan böyle “Tanrısal esin” olabilir mi? Böyle saçma masalları “esin” olarak nasıl Kutsal Kitaba soktular! Nasıl şimdiye dek de dokunulmazlığını ve de “kutsallığını” (!?) koruyabildi! HAYRET DOĞRUSU!

KONUNUN ÖZETİ:
TANRI, SADİSTLİĞE KIŞKIRTILABİLİR Mİ?

Yüce Tanrı, şeytanın yalanlarıyla etkilenip, düşmanın sadist kışkırtmalarına alet olacak kadar sevgisiz, bilgesiz, akılsız ve acımasız mıdır? Tanrı yanında toz gibi olan, pire kadar küçük bir ruh, yani şeytan; sınırsız ve sonsuz Tanrı’nın nasıl muhatabı olabilir? Nasıl Tanrı’nın karşısına “üst konumdaki bir Müfettiş gibi” bir “SAVCI” gibi geçer? Onu kışkırtmaya çalışır ve başarır? Siz, düşmanınızın haince kışkırtmalarına alet olarak, - Eyub’a olduğu gibi – çocuğunuza, sadist bir zebaninin İŞKENCE etmesine İZİN VERİR misiniz? (Eyup 1:6-12. 2:1-6.) Tanrı, o işkenceleri çekmesine izin vermeden önce, Eyub’un nasıl davranacağını ne yönde hareket edeceğini bilmiyor muydu?

Tanrı, bu kışkırtmaları yapan, “yalancı ve iftiracı” olduğunu bildiği şeytana, neden bir “Osmanlı tokadı” vurarak onu kovmadı? Veya bu yalancıyı sonsuzlarca tutuklayıp etkisiz duruma getirmedi? Tanrı, şeytan kışkırtmalarının oyuncağı mıdır? Sevgi, anlayış, bilgelik ve merhametin kaynağı olan Tanrı, nasıl oluyor da, şeytanın sadist kışkırtmalarının oyununa gelip, zavallı Eyub’un bu denli işkenceler çekmesine İZİN verebiliyor?

Tanrı, sadık çocuklarına işkence çektirmekten şeref, zevk, onur mu duyuyor? Yüce Tanrı, yalancı şeytana kanıt göstermeğe mecbur mudur? Şeytan Hakim ve Müfettiş; Tanrı ise, Eyub’un sadık olduğuna kanıt arayan Sanık durumuna mı düşmüştür? Düşmanınızın kışkırtmasıyla, SİZ OLSANIZ, çocuğunuza bu denli korkunç işkenceler yapılmasına izin verir misiniz? Yoksa siz Eyup kitabında tanımlanan “tanrıdan” daha akıllı, sevgi dolu ve merhametli misiniz?

TANRI SADİSTLİĞE ALET EDİLEBİLİR Mİ?

Tanrı, düşman şeytanın yalanlarıyla etkilenecek ve sadist kışkırtmalarına alet olacak kadar sevgisiz, bilgesiz, akılsız ve acımasız mıdır? Tanrının karşısında, evrende ufak bir toz gibi olan, yarattığı bir ruh, (yani şeytan); sınırsız ve sonsuz Tanrı’nın nasıl muhatabı, rakibi, kışkırtıcısı veya düşmanı olabilir? Siz, düşmanınızın haince kışkırtmalarına alet olarak, çocuğunuzu sadist bir zebaninin işkencelerine terk eder misiniz? (Eyup 1:6-12. 2:1-6.) Siz, çocuğunuzun sadakatini öğrenmek ve başkalarına da göstermek için, onun her tarafını döverek mos mor eder, kanlar içinde bırakır mısınız?...

Siz çocuğunuzun size olan güven, bağlılık ve sevgisini kazanmak için, onu döve, döve her tarafını mosmor eder, kanlar içinde bırakır, acı çektirir misiniz? Sonra da: “Aferin sana çocuğum! Sana acı verirken sesini bile çıkarmadın! Bana olan güven ve bağlılığını böylece kanıtladın. Ben de seni en iyi ilaçlarla tedavi edeceğim ve ödüllendireceğim” mi dersiniz? Böyle davranmanız aptallık, SADİSTLİK olmaz mı? Yoksa, çocuğunuzun size olan bağlılık, güven ve sevgisini kazanmak için, ona en tatlı sözleri, en bilge eğitimi, sevecenliğinizi ve sevginizi mi kullanırsınız?

NE OLACAĞINI ÖNCEDEN BİLMEYEN BİR TANRI MI VAR?

Bu ne biçim Tanrıdır ki, Adem ve Havva’yı, İbrahim ve Eyub gibi kişileri... denerken, onların nasıl davranacağını önceden bilemiyor. Bağlılık, sadakat, güven ve sevgilerini öğrenmek istiyor. Bunu öğrenmek için de aciz bir insan gibi onları deniyor; öyle deniyor ki, döve, döve her yanlarını mosmor etmekten, kanlar içinde bırakmaktan daha beter ediyor?

İlk insanı denerken, onu yurdundan, yuvasından, HAYATINDAN... mahrum ediyor! Eyub’u denerken, her tarafını korkunç, DERTLİ hastalıklarla doldurarak ona görülmedik işkenceler yapıyor! İbrahim’i denerken, (Yar. 22:1.) Biricik oğlunu kendisine yakılan kurban etmesini emrederek; Baba yüreğini paramparça ediyor! Kan ağlatıyor! Oğlu İshak’ı da ölümün korkunç çukuruna batırıp, batırıp çıkarıyor! İman, güven, bağlılık gibi konularda, öğrenmek, bilmek için denediği her insana da aynı çileyi çektiriyor, aynı işkenceyi yapıyor!... Siz, ebeveyn olarak, çocuklarınıza böyle şeyler yapar mısınız?

“Tanrısal esin” imiş gibi, zaman içinde Kutsal Kitaba sokulan ve “kutsallaştırılarak” yerine oturtulan, uydurma, “mitolojik ve efsane” niteliğindeki bu anlatımlar; asla Tanrısal karakter ve özelliklerle bağdaşmamakta; tam tersine Tanrıyı aşağılamakta ve hakaret etmektedir!

Uydurma masallarla ne zamana dek Tanrı böyle aşağılanacak ve hakaret edilecek? Değerli Kutsal Kitabımız, “Apokriflelerden” arındırıldığı gibi, açıkladığımız olaylardaki hurafe ve uydurma masallardan, ne zaman arındırılacak veya ayıklanacak? Aslında açıkladığımız, Tevrat’ta ortaya çıkan bozukluklar, “Apokriflerden” daha da berbat!

Yüce Tanrıyı bu gibi aşağılayıcı durumlara düşüren çarpık yazılara, yorumlara ve inançlara ne zaman tövbe edilecek? Çarpık yorumlar ve inançlarla, O güzelim Hıristiyanlığı ve Kutsal Kitabımızı lekelemeye ve karalamaya ne zaman son verilecek? O güzelim Kutsal Kitabımızı ve Hıristiyanlığı, bu gibi durumlardan arındırarak; layık olduğu temiz, pak, arzu edilir, yüce konumuna ne zaman getirilecek? Kimler bu gerçekleri anlayabiliyor ve algılayabiliyor? Kimler, çağımızın “reformcuları” olacak? Bu yazılardaki acil uyarılara, “kirli çamaşırlara” yoksa “Laodikya” kilisesi gibi pasif, anlayışsız ve “kör” mü kalınacak?

CALVENİZM İLE ARMİNİANİZM’İN KESİŞTİĞİ EŞİT NOKTA:
“SONSUZ CEHENNEM” KADERCİLİĞİ !
DEFORMELERİN DEVAMI !

Calvenizm’de”: “Tanrı başlangıçta insanları yaratırken; bazılarını cennet, bazılarını da cehennem için belirlediği” “kader” inancı vardır. Onlar da, diğer mezheplerde olduğu gibi; bu kadercilik inançlarını Kutsal Kitap ayetlerine dayandırarak, vicdan dürtüsünden uzak, gönül rahatlığıyla kabul ederler. Oysa bu tür inancı kabul etmeyenler de vardır. Çünkü acımasız, duygu, düşünce, adalet, dürüstlük, sevgi... gibi erdemlerden uzak “sadist bir tanrı” inancı üretildiğini savunurlar. “Sadist” bir tanrıya inanmaktansa, hiç inanmamayı yeğlerler. “Böyle bir inanç, Tanrıyı sadistlikle suçlar; Kutsal Kitap ve Hıristiyanlığı da deforme eder” derler.

Karşıtı olan “Arminianist’ler” ise: 1-. “Tanrı’nın günahı yasaklayarak insanı uyardığı, 2.- İnsana özgür irade ve seçenek verdiği, 3.- İnsan özgür iradesiyle kötüyü seçmesiyle sorumlu ve günahlı olduğu, 4.- Böylece, Tanrısal kader ve belirlemeyle değil; kendi özgür irade ve seçenekleriyle Cehenneme gideceklerine inanırlar.

Yüzeyde, “Arminianist” yorum “Calvenizim” kaderciliğinin karşıtı gibi göründüğü halde; direkt olmasa bile, dolaylı olarak “Calvenizm’deki” aynı kadercilikle eşitleşir! Bu ilginçliği hiç fark ettiniz mi? Yüzeyden baktığımızda, “Arminianist” yorum daha uygar, mantıklı ve daha dürüst gibi görünmektedir. Oysa, biraz daha derine indiğimizde, bu yorumun da, sonuçta “Calvenizm’le” eşitleştiğini; Tanrıyı sadist duruma düşüren, ilkel ve çarpık tarafları ortaya çıkmaktadır. Nasıl mı? İşte Şöyle:

“Arminianizm’in” yorumuna göre, “özgür irade ve seçenekleriyle” iyiliği veya kurtuluşu seçenler kurtulacaklardır. Ama “özgür iradeleriyle” kötülüğü “seçenler” ve kurtuluşu ret edenler kendileri sorumlu olup, cehenneme mahkum olacaklardır. Ancak bu yorumda unutulan, fark edilmeyen, veya fark edildiği halde göz ardı edilen, bir ilkellik ortaya çıkmaktadır. O da şudur:

TANRI HER ŞEYİ ÖNCEDEN AYRINTISIYLA BİLMİYOR MU?

1.- “Arminianist” yoruma göre; Tanrı yarattığı insanların “özgür irade ve seçenekleriyle” “iyiliği mi, yoksa kötülüğü mü? İtaati mi, yoksa itaatsizliği mi seçeceklerini, nasıl karar vereceklerini... önceden bilememektedir. Bu yüzden de “iyiliği ve itaati” seçenleri gördüğü zaman, yani deneme sonlanınca, Tanrı bunu görecek, harekete geçecektir. İyiliği ya da kötülüğü seçecek olanların, hangisini seçeceğini, Tanrı BİLMİYORDUR! (Bana göre, gerçek teolojide, “bilmemek” varlığın Tanrılığını yok eder!

2.- Ayrıca, yine bu inanca yani “Arminianizm’e göre; Tanrı, verdiği “özgür irade, seçenek ve yasak” yoluyla, yarattığı insanları denediği görülmektedir. Bu inançla üretilen “Tanrı kavramında” Tanrı, a).- Yarattığı insanların iyiliği mi yoksa kötülüğü mü seçeceğini; b).- Kurtuluşu kabul mu yoksa ret mi edeceğini; c).- Koyacağı yasağı çiğneyip çiğnemeyeceğini, ç).- İtaat edip etmeyeceğini, önceden bilemediği için onları DENEMEKTEDİR! Ancak insan “özgür seçeneğini” kullanıp DENENMESİ SONUÇLANINCA; Tanrı insanın kararını görebilmekte, anlayabilmekte, öğrenmekte ve buna göre yargılamaktadır.

BİLGELİĞİN KAYNAĞI, AKILSIZ ŞEYLERLE UĞRAŞIR MI?

3.- Siz, sıradan bir insan olarak, koyacağınız yasağın mutlaka çiğneneceğini; sözlerinize itaat edilmeyeceğini; insanlar, “özgür seçeneklerini kötüye kullanacaklarını, kurtuluşu ret edeceklerini...”önceden mutlaka bilirseniz; uğraşacağınız bu şeylerin boş, anlamsız, akılsız ve aptalca olacağını anlamaz mısınız? Ya, Bilgeliğin kaynağı ve doruğu olan Tanrı, bunu nasıl yapabilir?

4.- Bu inanca, Yani “Arminianizm’e” göre, “özgür irade, seçenek, uyarı, yasaklama, ceza...” gibi kavramların; insanda ne etki edeceğini, ne sonuç vereceğini Tanrı önceden bilememektedir. Ancak, bu gibi kavramların nasıl sonuç vereceğini, insanı denedikten sonra bilecek ve ona göre davranacaktır. Oysa önceden “Bilememenin,” Onu Tanrılıktan düşüreceğini akıl edemiyorlar!

Bu durumda, Tanrıyı aşağılayan ilkellik ve çarpıklık, şu noktalar olmaktadır: 1.- Tanrı, insanın, özgür iradesiyle seçiminden önce, ne yönde karar vereceğini bilemiyor! 2.- Koyacağı yasağa itaat edip etmeyeceğini de önceden bilemiyor. Bu “bilemezlik” de Tanrıyı Tanrılıktan düşürüyor.

Yok, Eğer, Tanrı gelişecek sonuçları önceden en ufak ayrıntısına dek, kesinlikle biliyorsa; o zaman ne olur? O zaman başka gerçeklerle karşılaşırız. O zaman A). İnsanın özgür iradesiyle seçeneğini sürekli kötüye kullanacağını; B). yasağı çiğneyeceğini, C). İtaat etmeyeceğini ve Ç). Kurtuluşu da ret edeceğini çok öncesinden layıkıyla biliyordur. O halde şimdi de bu “BİLİYOR”u inceleyelim:

TANRI HER ŞEYİ ÖNCEDEN LAYIKIYLA BİLİYORSA;
AMA ÖNLEM ALMIYOR VE ENGELLEMİYORSA,
“CEHENNEM KADERCİLİĞİ” DOĞUYOR!

Tanrı, insanlara verdiği özgür seçeneği kötüye kullanacaklarını, yasağını çiğneyeceklerini, itaat etmeyeceklerini, kurtuluşu ret edeceklerini ÖNCEDEN KESİNLİKLE BİLİYORSA; bu acı gerçeği BİLE, BİLE onları yine de yaratması ne anlama geliyor? Bunun basit ve açık anlamı: A). Onları mutlaka ebedi Cehenneme atmak için “YARATTIĞININ kaderciliği” ortaya çıkmaktadır! B). Onlara güya “özgür irade ve seçenek” vermenin de, boş, anlamsız, akılsız bir “aldatmaca” olduğu ortaya çıkmaktadır

Eğer Tanrı, insanların, özgür seçenekleriyle kötüyü seçeceklerini; yasağı çiğneyip itaat etmeyeceklerini ve kurtuluşu ret edeceklerini ve sonuç olarak mutlaka ebedi cehenneme gideceklerini, ÖNCEDEN, KESİNLİKLE BİLİYORSA; bu ACI gerçeği BİLMESİNE RAĞMEN; SÜPER GÜCÜYLE hiçbir önlem almıyorsa; Tersine olayların böyle gelişmesine izin veriyorsa; gelecek bu acı olayları BİLE, BİLE onları yine de YARATMASI; “Calvenizm’deki” sadist tanrı inancıyla eşitleşmiyor mu? Yani böylece insan,“ebedi cehennem için yaratılmış” olmuyor mu?

SONUÇ AYNI OLDUĞUNA GÖRE, FARK EDEN NEDİR?

1.- Calvenizm’e göre: İnsanlar “Tanrı’nın kader dayatmasıyla” cehenneme gidiyor.

2.- Arminianizm’e göre ise: Tanrı önceden ne olacağını bildiği halde, önlem almadığı ve olayların öyle gelişmesine izin verdiği için insanlar yine cehenneme gidiyor. Ne fark var ki? Sonuç aynı değil mi?

Tanrı’nın insana verdiği “özgür irade, seçenek, yasak, uyarı, itaat, itaatsızlık...” gibi kavramların; nasıl sonuçlanacağını Tanrı’nın önceden bilmesi, önlem almaması ve izin vermesi: Calvenizm’deki gibi “cehennemle” sonuçlanmakta değil midir?
“Özgür irade, seçenek, yasak, uyarı, itaatsızlık, kurtuluşu ret...” gibi olayları, insanların kötüye kullanacağını; böylece bireylerin cehenneme gideceğini; Tanrı ta başlangıçtan biliyorsa, ONLARI ASLA YARATMAMASI, DAHA İYİ OLMAZ MIYDI? Böyle bir soncu önceden bilerek insanı yaratması; bile, bile onların cehenneme gitmeleri “KADERİNİ” amaçlamıyor mu?

Tanrı, “özgür seçeneğin, yasağın...” sonuçta mutlaka cehennem olacağını önceden bildiğine göre; “Özgür seçenek, yasaklama, uyarı, itaat” gibi, bu uydurma palavra paravanlar, neye yarıyor? Bu, ilkel, düşünemeyen, cahil insan yorumu değil mi?

“ÖZGÜR İRADE VE SEÇENEK” KAVRAMIYLA,
BİR KİŞİ BİLE KURTULMADI!

Yüzyıllarca, tarih boyunca, “özgür seçenek, yasak” kavramları neye yaradı? “Özgür irade ve seçeneğin” gönül rızasıyla, içten gelerek, günahı alt etmekte, kötülük işlememekte ve iyilik etmekte hiç işe yaramadığını yukarıda belirtmiştik. Ama yine de tekrarlayalım:

“Hiç salih (doğru kişi) yok, bir kişi bile yoktur... Hepsi saptılar, birlikte yaramaz oldular... İyilik eden yok, bir kişi bile yoktur... hepsi günah işlediler...” Rom. 3:10-23. “Gerçek, yeryüzünde iyilik edip suç işlemeyen salih (doğru adam) yoktur.” Vaiz. 7:20. “Eğer günah işlemedik dersek, Tanrıyı yalancı ederiz ve bizde Onun sözü olmaz.” 1. Yu. 1:10. “Habeşli kendi derisini veya kaplan beneklerini değiştirebilir mi? Böylece siz de kötülük yapmaktan vazgeçip, iyi olanı yapabilirsiniz.” (Yeremya 13:23-24.)

“Bir zamanlar şeriat yok iken, ben diriydim. Fakat şeriat gelince, günah dirildi ve ben öldüm! Şeriat olmasaydı, ben günahı bilmezdim. Eğer şeriat örneğin: ‘tamah etmeyeceksin’ dememiş olsaydı, ben tamahı da bilmezdim. Fakat günah, şeriat aracılığıyla fırsat bularak bende her tür tamahı hasıl etti...” (Rom. 7:7-9.)

“İstediğim iyi şeyi yapamıyorum, ama istemediğim, nefret ettiğim kötü şeyi yapıyorum! Günah altında satılmışım! Ben değil, bende duran günah onu işliyor. İyilik yapmak isterken, benim için kötülük hazırdır... Üyelerimde fikrimin kanunu ile savaşan başka bir kanun görüyorum: Üyelerimde olan günah kanununu beni ESİR ediyor... Ne zavallı adamım!...” Rom. 7:14-24. “Anam bana günah içinde hamile kaldı ve ben günah içinde doğdum.” Mez. 51:5. Vs.

SİZ BÖYLE YAPAR MIYDINIZ?

Burada belki birileri: “Ama Tanrı kurtulmak için imkan vermiş, insan da onu tepiyor! Tepmeseydi cehenneme gitmezdi...” diye itiraz edebilir. Bu itirazın yanında şu örneğe de lütfen yer verin: Siz, (aynı zamanda ben,) Tanrı gibi sevecen ve sevgi dolu değil, ancak sıradan aciz ebeveynleriz. Daha çocuğunuz rahimde oluşmadan, doğacak olan çocuğunuzun kör, topal, sağır, kolsuz, bacaksız, sakatlıklarla dolu, geri zekalı, vahşi, kendine ve çevresine sürekli büyük zararlar verici, eroinman, esrarkeş...vs. olacağını önceden kesinlikle, mutlaka bilseydiniz; yine de bu durumda o çocuğun hayat bulmasını ve dünyaya gelmesini ister miydiniz? Getirseydiniz, bunu bilenler, sizi nasıl tanımlardı? Size “zır deli, acımasız, sadist bir ebeveyn” demezler miydi?

Siz, sıradan aciz bir ebeveyn olarak, böyle bir şey yapmazsanız, sizden kat, kat üstün sevgiye, sevecenliğe, merhamete, anlayışa, dürüstlüğe, adalete, bilgeliğe... sahip olan “Göksel Baba;” insanın özgür seçeneğini kötüye kullanacağını; yasağı çiğneyeceğini, itaatsizlik edeceğini, kurtuluşu reddedeceğini; böylece de sonunda mutlak cehenneme gideceğini; önceden kesinlikle bildiği halde, böyle bir şeyi nasıl yapabilir? Bu durumda insanı nasıl yaratabilir? Bu, “Calvenizm kaderciliği” gibi, insanı “cehennem için yaratmak” değil midir? Bu sadistlik değil midir?

DOĞMAMAK, CEHENNEMDEN “DAHA İYİ DEĞİL Mİ?”

İncil’de İsa’nın Yahuda için: “o adam doğmasaydı daha iyi olurdu” sözünü hatırlayın! (Mark. 14:21.) Bu gibi olayda, “hiç doğmamış olmak” İsa’ya göre de “daha iyi” oluyor! O halde, “özgür iradeyle seçeneklerini kötüye kullananlar cehenneme gidecektir” inancı, Tanrı’nın ön bilgisi altında, Calvenizm ile eşitleşmiyor mu? Cehenneme gidecek olanları önceden kesinlikle bilen Tanrı, onları hiç YARATMASA “daha iyi” değil mi? Yaratıp da cehenneme göndermesi “daha kötü” değil mi? Bu durumda “cehennem” için yaratmış olması söz konusu değil mi? Tanrı’nın, “daha iyisini” değil de, “daha kötüsünü” yapması, ilkel insanın çarpık yorumundan kaynaklanmıyor mu? İlkel yorumla Yüce Tanrıya neden “kötülük yapma” atfediliyor? Bu haksızlık, saldırı ve deforme değil mi?

TANRI, BOŞ VE ANLAMSIZ KAVRAMLARLA MI UĞRAŞIYOR!

Tanrı, insanın “özgür irade ve seçeneğini” KÖTÜLÜĞE kullanacağını; yasağı çiğneyeceğini, itaat etmeyeceğini, kurtuluşu ret edeceğini... önceden kesinlikle bildiği halde yine de insanı yaratması inancı; cehennem için insan yaratan acımasız, sadist bir tanrı kavramı üretmektedir. Bu olay, ayrıca şu gerçeği de ortaya çıkarmaktadır: “Özgür irade ve seçenek” inancının; boş, anlamsız ve akılsız palavrasıyla uğraşan “aptal” bir tanrı kavramı üretmektedir.

Çünkü bu durumda, “dünyanın büyük çoğunluğu” için “özgür irade ve seçeneğin” sonucu yine cehennem olmaktadır! Şu halde, dünyanın büyük çoğunluğu insan için, “Özgür seçeneğin” faydası nerededir? İnsanları cehennemden kurtarmıyor ki? Tam tersine, dünyanın büyük çoğunluğunu cehenneme atıyor / tıkıyor! Sonucun MUTLAKA “Cehennem” olacağını önceden bildiği halde; yine de “özgür seçenek ve, yasak” kavramlarıyla oynayan “aptal bir tanrı” kavramı üretilmiyor mu? Sonuçta ben dünyanın büyük çoğunluğu gibi; mutlaka cehennemi boylayacaksam, “yasaklar” ve özgür irade benim için ne yazar!

Diğer bir çarpıklık ta şudur: Özgür irade, yasak ve “kurtuluş”gibi şeylerin işe yaramaması sonucu; Tanrının yarattığı insan sonunda mutlaka cehenneme gidecektir! Böylece, insanı yaratmasının ACI BAŞARISIZLIKLA sonuçlanacağını önceden bilemeyen; “ACİZ” bir tanrı kavramı üretilmektedir. Eğer bu sonuçları önceden biliyor idiyse, bu kez de “acizlikle beraber” “SADİST” bir tanrı kavramı üretilmektedir.

“Cehennem” demek; Tanrı için kesin BAŞARISIZLIK VE SADİSTLİK demektir. Eğer tanrıda sadistlik olmasaydı, kötü kişiyi sadece imha ederdi ve ebedi Cehennemi yaratmazdı! Eğer tanrı yarattığı insanlarda, süper gücü, sevgisi, bilgeliği, anlayışı, sevecenliği, merhameti, ikna gücü.... ve tüm erdemleriyle BAŞARILI OLSAYDI, CEHENNEM ASLA DOLU OLMAZDI. Ama cehennem BOM BOŞ OLURDU! Çünkü cehennemden asla çıkış yoktur. Sonsuzlarca işkence çekmek vardır. Bu durumda cehennem bir “ceza yeri” değil, bir sadistlik ve başarısızlık mekanı olmaktadır.

Bu gibi çarpık inançlara yol açan yorumlar orijinal “Tanrı esininden” mi kaynaklanıyor? Yoksa ilkel, kısa düşünceli veya çarpık fikirli insanların ürettiği deformasyonlar mıdır?

SADECE “YASAK” VE “ SÖZLÜ UYARIYLA”
ÜRETİLEN “ZIR DELİ” TANRI KAVRAMI!

“Tanrı ilk insanı günah hakkında uyardığı için günahtan sorumlu değildir. Uyarıyı dinlemeyen, yasağı çiğneyerek itaatsizlik eden ilk insan, günahtan ve hayatından sorumlu ve suçludur” diyorlar. Şimdi de şu örneklere lütfen bakar mısınız? Siz olsanız ne yapardınız?

Evinizde benzin ve kibritle oynayan yetişkin oğlunuza, sadece sözlü uyarı ve yasak koymakla yetinir miydiniz? “Oğlum, lütfen evimde benzin ve kibritle oynama, yangın çıkaracaksın, seni uyarıyor ve bunu yapmanı yasaklıyorum” demekle yetinir miydiniz? Sonra da oğlunuzun uyarınıza ve yasağınıza kulak vermediğini, itaatsizlik ettiğini; hala benzin ve kibritle oynayıp kendini ve evi tutuşturmak üzere olduğunu gördüğünüzde:

“Ben oğluma gereken uyarıyı yaptım. Artık sorumluluk benden gitti. Yapacağı şeylerden oğlum sorumludur. Oğlumun ‘özgür irade ve seçenek’ hakları var. Onu kaba gücümle engelleyemem. Eğer engellersem, özgür iradesine dokunduğumdan oğlumu ‘ROBOTLAŞTIRMIŞ’ olurum...” deyip; çıkan yangını, oğlunuzun ve evinizin yanmasını duygusuzca seyreder miydiniz? Kızgın alevlerle oğlunuzun ve evinizin kavrulmasını seyreder miydiniz? Hangi insan, hangi anne - baba böyle davranır? Böyle davranan vurdumduymazlara: “zır deli” veya “sadist” demezler mi? “Sadece sözlü uyarı yaptığı ve süper natürel gücüyle müdahale etmediği için sorumlu olmayan bir tanrı” kavramıyla, yukarıdaki örneğe göre yine “zır deli” ve “sadist” bir tanrı kavramı üretilmiyor mu?

Diyelim ki yine, yetişkin oğlunuz, eroinman arkadaşlar edinmiş. Oğlunuza sadece “sözlü bir uyarı ve yasakla” yetiniyorsunuz. Oysa oğlunuzu “zehirden” daha beter olan bu maddeden uzaklaştırmak için elinizde pek çok olanaklarınız var. 1.- Eroinle beraber tüm uyuşturucuların varlığını kökünden tamamen ortadan kaldırabilir ve yok edebilirsiniz; 2-. Bağımlı olan oğlunuzu ve kötü arkadaşlarını da – onlar istemeseler bile - bu bağımlılıktan kolaylıkla ve tamamen kurtarabilirsiniz. 3.- Bu kötü ortamı kolayca yok edebilirsiniz, 4.- Uyuşturuculardan tamamen tiksindirebilirsiniz... Bunları yapmaya her tür gücünüz, yetkiniz, olanaklarınız olmasına rağmen; bu olanaklarınızdan hiç birini kullanmıyorsunuz. Sadece sözlü uyarı ve yasakla yetiniyorsunuz!!!

Çünkü bu SÜPER NATÜREL olanaklarınızı kullanırsanız, oğlunuzun “özgürlüğünü, iradesini ve seçeneğini elinden alacağınızı ve onu bir ROBOT durumuna getireceğinizi” düşünüyorsunuz. (?!) Oğlunuz biraz sonra, haliyle arkadaşları gibi “eroinman” oluyor! Uyuşturucu komasına düşüyor... Siz böyle olacağını önceden bildiniz. “Sözlü uyarıdan başka” elinizde olan imkanlarla, gereken hiçbir önlemi almadınız! Hiçbir müdahalede bulunmadınız! Şimdi eroinman oğlunuzun acıklı durumunu gördüğünüzde kendinizi şu sözlerle teselli ediyorsunuz:

“Ne yapalım, ben uyarımı yapmış, yasağımı koymuştum. Benim hiçbir suçum yok! Oğlum söz dinlemediği, itaatsizliği yüzünden sorumludur. Suç onundur. Çilesini çeksin artık! Eroinman oldu ama, özgürlüğünü kaybetmedi, ROBOT olmadı...” diyorsunuz! Böyle bir baba “Haklı” mı? Yoksa “ZIR DELİ” mi? Ya yoksa “SADİST” Mİ?

“Tanrı önceden uyarı yaptığı için sorumlu değildir” diyenler; sanki “Onu korur gibi” görünüyorlar. Oysa Onu “zır deli” ve “Sadist” durumuna düşürüyorlar!

Anlamakta güçlük çekenlere örnekleri artırabiliriz: Diyelim ki, tren raylarına başını koyarak yatan bir adam görüyorsunuz. Biraz sonra trenin oradan geçeceğini ve adamın başını koparacağını biliyorsunuz. Adama birkaç kez uyarı yapıyorsunuz. Fayda etmiyor. Aslında adamı oradan çekip almak, kurtarmak için gücünüz fevkalade yeterli. Siz dünya çapında şampiyon, güçlü bir sportmensiniz. Onu oradan ufak bir topu alır gibi alıp uzaklaştırabilir veya kararından vazgeçirebilecek süper bilgeliğe sahipsiniz. Ama fevkalade etkin olan gücünüzü ve bilgeliğinizi kullanmıyorsunuz!

Çünkü, fevkalade etkin gücünüzü ve bilgeliğinizi eğer kullanırsanız, adamın “özgürlüğünü, seçeneğini”... elinden alıp, onu “ROBOT” edeceğinizden korkuyorsunuz.! (?!) Arkasından da: “Ben uyarımı, görevimi nasıl olsa yaptım... artık ben sorumlu değilim... kendisi bilir, kendisi sorumludur” deyip oradan uzaklaşıyorsunuz. Oysa adam öldüğünde kamu davası açılıyor ve siz de kendinizi savunuyorsunuz!

Bu olaydaki, sadece “sözlü uyarınız,” “kamu davasında” sizi haklı çıkarır mı? Siz o fevkalade, SÜPER, etkin gücünüzle önlem alabilirken, engel olabilirken olmadınız! Yüksek bilgeliğinizle onu ikna edip kurtarabilirken kurtarmadınız! O adamın ölmesine göz yumup, sadece “sözlü uyarıyla”savsakladınız! Elinizden gelen her şeyi yapmadığınız için o adamı ölüme teslim ettiniz. Bu aldırışsızlığınızla, o adamın ölmesini önemsemediniz! Bu vurdumduymaz pasifliğinize, “kamu davasında” size “hoş geldiniz ünlü kahramanımız!” mı diyecekler? Sizi mutlaka suçlu tutacaklardır! Sadece kamu davası Yargıçları değil, vicdanlarımız bile bizi bu durumda suçlu çıkarmaktadır!

ÖZGÜRLÜK VE SEÇENEĞİN” GEREKÇESİ
KÖTÜLÜK EDEBİLMEK Mİ?

Lokantanın birinde büyük harflerle şöyle bir tabela asıldığını düşünün: “Sayın Müşterilerimiz! Lokantamızda etlisiyle, sütlüsüyle, tatlısıyla lezzetli yemeklerimiz var. Ancak siz özgür olasınız, seçenek hakkınız olsun ve robotlar olmayasınız diye, yemeklerimizin arasında zehirlileri de vardır. Başka lokantalara lütfen gitmeyin! Onlarda seçenek hakkınız yok. Bu yüzden de özgür olamaz, ancak robot olursunuz. Çünkü başka lokantalarda bizdeki zehirli yemek seçeneğini bulamazsınız!”

Böyle bir lokanta sahibi ya tımarhaneyi, akıl hastanesini, ya da hapishaneyi boylar, değil mi? Oysa “özgür irade, seçenek, yasaklama ve robot olma” gibi palavra yorumlarla, Yüce Tanrıyı bu lokantacıya benzetiyorlar! Tanrıya bu benzetmeyi yapanlar ise, ne tımarhaneye, ne de hapishaneye gitmiyor! Serbestçe rahatça hala bu safsata inancını sürdürüyor! Hayret Doğrusu!

İnanca bakın: “İnsan eğer kötülüğü bilmezse, seçemezse, işleyemezse; özgürlüğünü ve seçeneğini yitiriyor, robot oluyormuş!” Ne çelişki! Oysa insan, kötülük işleyince “kötülüğün robotu” oluyor ve özgürlüğünü yitiriyor! Kötülük işleyebilmek serbestisi, seçenek ve özgürlük mü, yoksa cehennem mi? Zehirli yemekleri seçmek, özgürlük mü, yoksa ölüm mü?

“Özgürlük, seçenek ve robot olma” inancını sürdürmekte kararlı olanlara bir teklifimiz var: Yukarıdaki örnekte gördüğümüz lokantanın astığı gibi; kilisenizin giriş kapısına bir tabela asar mısınız? Yani şöyle yazan bir tabela:

“Sevgili insanlar! Kilisemizde hem ruhsal hem de maddi yemekler verilmektedir. Özgür olasınız, seçeneğiniz olsun ve ROBOT olmayasınız diye de; ruhsal ve maddi yemeklerimizin arasına zehirlilerini koyduk. Zehirli yemek vermeyen başka kiliselere gitmeyin! Çünkü orada seçeneğiniz ve özgürlüğünüz olmaz.. Ancak robotlaşırsınız. Seçenek ve özgürlük bulmak ve robot olmak istemeyenlerin hepsi bize buyursunlar!” Eğer böyle yapmaktan korkar ve kaçınırsanız, o halde bu korkunç ve saçma inançtan niçin vazgeçmezsiniz?

Cehennem niçin var edildi? “Özgür seçeneklerini kötüye kullananlar ve dinlerdeki kurtuluş çarelerini” ret edenler için mi? Tanrı, ezelden beri yaratılan birçok insanların mutlaka ve kesinlikle böyle yapacaklarını bilmiyor muydu? Biliyor idiyse, onları niye yarattı? Onları yaratmasaydı daha iyi olmaz mıydı? Sonunda, mutlaka cehenneme gideceklerini bile, bile yine de onları yaratmak; acımasızlık, sadistlik, boş emek, aptallık... “Calvenizm” kaderciliği olmaz mı?

Tanrısal Özellikleri tahrip eden; Tanrıyı aşağılayan, hakaret eden, Kutsal Kitabı ve Hıristiyanlığı deforme eden bu gibi düşmanca saldırı inançlarını kimler düzenledi? Kimler “kutsallaştırdı, dokunmazlık verdi” ve yüzyıllarca yerine oturttu acaba?

“EZELDEN BOĞAZLANAN KUZU!”
TANRI HER ŞEYİ EZELDEN BELİRLEMİŞ!

Esinleme 13:8 ve 17:8 de şöyle yazılmıştır: “Dünya kurulalıdan beri boğazlanmış kuzunun hayat kitabında adı yazılmamış olanlar...” Bu ne demektir? “Boğazlanan kuzu” İsa Mesih’tir. O, İncil’e göre yaklaşık iki bin yıl önce “boğazlanmış” yani haça gerilmiştir. Oysa bu ayete göre, “kuzu EZELDEN boğazlamıştır.” Yani, dünyaya kötülük, günah ve acının mutlaka geleceğini; insanların günaha mutlaka yenik düşeceklerini; bu yüzden de, “kuzunun boğazlanması gerektiğini” Tanrı, ta ezeli vakitten tasarlamıştır. Günah sorununu da bu tasarıya göre ayarlamış veya bu yönde belirlemiştir!

Bu ezeli tasarı veya belirleme doğrultusunda, dünyada gelişen her şeye Tanrı izin ve müsaade vermiştir! Yani, bu ezeli bilgi ve belirlemenin gerçekleşmesini sağlayacak, tasarlanmış Tanrısal bir program var! Tanrı, her şeyi bu ezeli bilgi ve programına göre belirlemiş! Her olayı, bu ezeli tasarının gerçekleşmesi için düzenlemiş! Tanrı’nın ta ezelden “hayat kitabına” isimlerini yazdığı ve yazmadığı kişiler var! Yani, “boğazlanan kuzuya” inananlar veya inanmayanlar; kurtulacak ve kurtulmayacak olanlar; cennete veya cehenneme gidecek olanlar ezelden belirlenmiş! Bu AYETİN başka bir alternatifi var mı? Varsa lütfen yanıtlayın!

Tanrı, eğer, “özgür iradeyle” kötüyü seçme, baş kaldırabilme, itaatsizlik edebilme, yasağı çiğneyebilme gibi imkanları veren mekanizmayı; ruhların veya insanların bünyelerine koymuş olmasaydı, onlar bu duruma gelebilirler miydi? Tanrı, ruhlara ve insanlara verdiği “özgür irade ve seçeneği” kötüye kullanacaklarını, baş kaldıracaklarını, itaat etmeyeceklerini, yasağını çiğneyeceklerini... ta başlangıçtan beri biliyordu ve bu da ezeli tasarısının bir parçasıydı!

Bir baş meleğin “şeytan” durumuna düşmesi, İlk insanın itaatsizliği... Tanrı için şaşılacak bir şey, veya bir sürpriz değildi! Tanrı, başlangıçtaki “ezelden boğazlanan kuzu” planının gerçekleşmesi için, dünyada günahın oluşmasına ve insanların günaha düşmesine, izin vermesi veya müsaade etmesi gerekiyordu! Yoksa Tanrı, istemediği kötü şeyleri, ta başlangıçtan engelleyemez ve önlem alamaz mıydı? Başlangıçtan beri kötülüğün nasıl oluşacağını bilen Tanrı; eğer bunların olmasına izin vermeseydi, önceden önlem alamaz ve engelleyemez miydi?

İlk insana da böyle olmadı mı? Tanrı eğer istemeseydi, “kötülüğü bilme” ağacı gibi, oluşacak olan tüm kötülüklerin kökü ve anası olan bir ağacı ve meyvesini, hiç yoktan yaratıp varlık eder miydi? Ama yaratıp varlık etti! Yasakladığı “kötülüğü BİLME” meyvesini daha yaratmadan ve yasaklamadan önce; bu meyve ve yasağı karşısında, insanın nasıl davranacağını Tanrı önceden bilmiyor muydu?

Yasaklanan “kötülüğü bilme” meyvesini yiyerek, yasağı çiğneyeceklerini, lanete ve ölüme maruz kalacaklarını, Tanrı ezelden bilmiyor muydu? Böylece dünyamıza kötülük ve acıların geleceğini, Tanrı en başlangıcından beri biliyordu! Bunların oluşmasını istemeseydi, ta başlangıçtan engelleyebilir ve önlem alabilirdi. Ama almadı. Önlem almayarak da, “kuzunun boğazlanması amacı” için olayların böyle gelişmesini uygun görmüş oldu.

Eğer ilk insan ve bizler, günaha hiç düşmeseydik, sonsuzlarca Tanrıya itaatli olsaydık; “boğazlanan kuzuya,” yani günahlardan kurtaran bir Kurtarıcıya ihtiyacımız olur muydu? Tabii ki olmazdı! O zaman da “ezelden boğazlanan Tanrısal kuzu” tasarısı, nasıl gerçekleşecekti?

Şöyle ki, “ezelden boğazlanan kuzu” tasarısının gerçekleşmesi için: 1.- “İyilik ve kötülüğü bilme” ağacının yaratılmasına; 2.- Bu ağacın meyvesinin cazip, çekici, tahrik edici güzellikte olmasına; 3.- İlk insanın gözlerinin önüne konulmasına; 4.- Şeytanın yılan kılığına girip ilk insanı aldatmasına; 5.- Denenmede ilk insanın günah karşısında kırılgan, zayıf bir iradeye sahip olmasına; 6.- Böylece ilk insanın aldanarak günaha düşmesine GEREK vardı. Bu GEREKLER olmasaydı veya gerçekleşmeseydi, “ezelden boğazlanan kuzu” tasarısı nasıl gerçekleşecekti?

Bu noktada sorabilirsiniz; “Peki bu ‘gereklerin’ mutlaka gerçekleşmesi karşısında, Tanrı bu ‘gereklilikleri’ engellemek için niçin bir de ‘YASAK’ koydu? Koyduğu ‘yasak’ kusursuzca tutulsaydı, Tanrının ‘ezeli tasarısı’ nasıl gerçekleşecekti? Tanrı’nın koyduğu ‘yasak,’ ‘ezeli tasarısıyla’ zıt veya kontra bir durum, aldatmaca ve de çelişki yaratmıyor mu?...” Böyle sormakta haklısınız! Ama maalesef bende yanıt yok! Bu durum da çözümlenmemiş ve çözüme muhtaç çelişkilerden biri!

“DÜNYANIN KURULUŞUNDAN İTİBAREN
KURBAN OLAN KUZU!” (2)

Özet olarak diyebiliriz ki, ( Esin. 13:8.) Bu ayet, kurban olan İsa Mesih’e referans vermektedir. Bu ayette, hiçbir şey yaratılmadan önce, İsa’nın kurban edilişi söz konusudur. Yani, İsa’nın kurban ve Kurtarıcı olmasını, Tanrı ezelden tasarlamıştır.

Şu halde, eğer dünyada “günah ve kötülük” kavramları olmasaydı; insan da bir şekilde günahın içine itilerek “günahkar” olarak damgalanmasaydı; yukarıdaki ayette açıklanan “Tanrı tasarısı” veya “Tanrı programı” nasıl gerçekleşebilirdi? Burada, “günah, kurtuluş, kötülük ve “Kurtarıcı” kavramları, birbirlerini tamamlayan farklı kutuplar olmaktadır. Tıpkı, “erkek ve dişi,” elektriğin “artı ve eksi” kutupları; hastalıklar ve doktor, pislik ve temizlik maddeleri gibi...

Pislik ve kir olmadan, temizleyicilere gerek olmaz! Hastalıklar olmadan, doktora, ilaçlara, hastanelere, eczanelere ihtiyaç olmaz. Kötülük ve günah olmadan da Kurtarıcıya gerek kalmaz!...



Böylece, Tanrı kendisindeki merhamet ve acıma duygularını yaşamda gerçekleştirebilmek için, doğamızda merhamet edilme, acınma ve kurtarılma ortamını var etmiştir.

DÜNYAMIZDA İHTİYAÇLAR NEDEN VAR?
ÇÜNKÜ DÜNYAMIZIN SİSTEMİ, HER ŞEYDE ZIT İKİ KUTUPLU!

Yukarıdaki kaçınılmaz gerçekler, zincirleme olarak bizi başka gerçeklere götürmektedir. Örneğin: Dünyamızda “kirlilik, pislik” denen şey olmasaydı; insanlar, diğer maddeler hiçbir zaman pislenmese, kirlenmeseydi; yıkanmağa, temizlenmeğe, temizlik malzemelerine hiçbir zaman ihtiyaç ve gerek olmayacaktı! Tanrı, hijyenik olmak, yıkanmak, temizlenmek olgusuyla beraber; “kirliliği veya pislik” olgusunu da doğamıza koymuş olmasının amacı bu olmalıdır!

Hastalıklar yapan kötü mikroplar, bakteriler, virüsler... olmasaydı, bizler asla hastalanmazdık. Hastalanmadığımız zaman da, tıbba, doktora, eczaneye, ilaca, hastaneye, çeşitli tıbbi alet ve edevatlara ihtiyaç ve gerek kalmazdı. Tüm bu şeylere ihtiyacımız olsun diye; Tanrı “hastalık mikroplarını” yani hastalığı da doğamıza koymuştur. Eğer bedenimizde midemiz ve midemizde de acıkma ve yeme sistemimiz olmasaydı, yiyeceklere ve de ekip biçmeğe ihtiyacımız olmayacaktı!

“Günah, kötülük, cennet ve cehennem” gibi kavramları Tanrı var etmeseydi; ezeli kurtuluş planına, Kurtarıcıya, kurtuluş müjdesine, müjdeleme faaliyetlerine, günah ve kötülüklerden arınmaya da gerek ve ihtiyaç kalmazdı.

Dünyamızda var olan pislik ve kirlilikler, bizi yıkanmağa, temizlenmeğe, arınmağa, hijyene iter. Bunun gibi de dünyamızda var olan hastalıklar bizi doktora, ilaca, tedaviye iter. Sistemimizde var olan acıkma, yeme ve içme istemi bizi ekmeğe, biçmeğe çalışmağa ittiği gibi; dünyada var olan günah veya kötülük de, bizi kurtuluşa ve Kurtarıcıya itmektedir. 1.- Tanrı’nın günah veya kötülüğü, dünyamızda var etmesinin; 2.- Bizim günaha bulaşmamıza izin vermesinin tek amacı, 3.- Bizi kurtuluşa ve Kurtarıcıya itmek içindir. Bunun başka açıklaması, başka alternatifi var mıdır? 4.- “Ezelden boğazlanan kuzu” tasarısı da bu yüzdendir!

EVRENDE HER ŞEY, TANRI’NIN EGEMENLİĞİ, DENETİMİ,
KONTROLÜ, YÖNETİMİ VE İRADESİ ALTINDA!

Dünyamızda geçmişte neler olduysa, şimdi neler olmaktaysa, ve gelecekte neler olacaksa, hepsi de, en yüce Egemen ve Hakim olan Tanrı’nın denetimi, kontrolü ve iradesi altında olmakta değil mi? Tanrı, Evrenin en üst Hakimi ve Egemeni olarak, olan biten her şeyden haberi olduğunu; olan biten her şeye izin verdiğini veya müsaade ettiğini kabullenmekten başka bir yol, alternatif var mı? Olmasını istemediği, bir olayı, olması için kim Tanrıya dayatabilir? İstemediği bir şeyi, kim baskı yaparak Tanrıya yaptırabilir? Kim, Tanrıyı bir şey yapmaya mecbur edebilir veya zorlayabilir?

Eğer her şey, her olay, Tanrı denetimi, kontrolü, yönetimi ve iradesi altında var oluyor, işliyor ve gelişiyorsa; (hayatımda hiçbir zaman kaderciliği beğenmememe rağmen) yukarıdaki bu kaçınılmaz durum, “KADER” olarak karşımıza çıkmıyor mu? Oluşan tüm kötülüklerin faturasını, yukarıdaki kaçınılmaz durum, “kader” olarak Tanrıya çıkartmakta ise de; (benim gibi kişiler “kader” olgusunu beğenmesek de) her şeyi ezelden bilen; her şeye gücü yeten, her şeyi denetleyen, kontrol eden, Egemen ve Hakim olan Tanrı karşısında, “kader” kavramının başka bir alternatifi, çözüm şekli kalıyor mu?

“ÖZGÜR İRADEMİZ” VE EN YÜCE SENARİST!

İnkar edilemez ve kaçınılamaz bu gerçeklerin ışığı altında; öyle görünüyor ki, Tanrı tüm evrenin en yüce Senaristidir! Bizler de, bu dünyada, başlangıçta Tanrının yazdığı senaryoyu oynayan oyuncularız. Tanrı da, yaratılışın başlangıcından beri, yazdığı senaryosunun değişmez ve şaşmaz bir biçimde gerçekleşmekte olduğunu izliyor!

Hatırla ki, bizim “özgür irademiz ve seçeneğimiz” de, Tanrı’nın Ezeli, Bilgisi, Takdiri, Belirlemesi; Egemenliği, Hakimiyeti, Yönetimi, Denetimi Ve İradesi Altındadır! Özgür irademiz, bu Tanrısal Özelliklere Tabidir! Özgür irademiz, Tanrı’nın iznine bağlı olup; Tanrıya ait bu gibi özelliklerden asla bağımsız, müstakil ve özgür hareket edemez!

Yukarıda “Gelecek tehlikeler bilindiği halde engellenmemesi, eşittir öyle belirlemek” olduğu örneğini gördük. Tanrı, eğer “boğazlanmış kuzuyu” ezelden tasarlamış ve onaylamış ise; Hakim ve Egemen olan Tanrı, dünyada oluşacak olan her şeyi, bu plana göre dizayn etmesi gerekiyor! Dünyada oluşan ve oluşacak olan her şey, eğer Tanrı planına göre gelişiyorsa bu durum, Tanrı’nın dünyamız için çizdiği veya tasarladığı senaryo olmuyor mu?

Filmlerde de olduğu gibi, her senaryo bir kader değil midir? Oyuncular mutlaka senaryoyu yaşamak zorunda değiller mi? Tanrı’nın insana verdiği “özgür irade ve seçme hakkı” dahil her şey, evrenin en üst Hakiminin veya Egemeninin Denetim, Kontrol, Yönetim ve İradesinin dışında tutabilmeye olanak var mı? Yoksa özgürlüğümüz Tanrı’dan daha da üstün; Tanrının da üstündeki bir güç müdür?

BÖLÜM SONU

GELECEK BÖLÜM

TEVRAT TORTULARI, İNCİL’E DE AKTARILDI MI?
DEFORME VE SALDIRILARIN DEVAMI !

TANRI, EBEDİ EGEMENLİĞİNİ VE HAKİMİYETİNİ,
TEKRAR KAZANABİLİR Mİ?

0 yorum:

Yorum Gönder

site map


counter