YASAK BİR FORMALİTE Mİ? YASAĞI GEREKTİREN ŞEYLER NİYE VAR?

15 Ekim 2009 Perşembe

3.BÖLÜM

YASAK: BİR FORMALİTE Mİ?
YASAĞI GEREKTİREN ŞEYLER NİYE VAR?

İNSAN YASAKLARLA NİYE UYUMLU DEĞİL?
“Tanrı yasak koyarak insanı uyardığı için sorumlu değildir” diyenlerin inancını, diğer yönüyle de inceleyelim: Bazı sorular:
1-. Yasaksız bir ortam niye yok?
2-. Yasağı koymanın amacı ne?
3-. Yaşamda neden yasak ve yasağı gerektiren kötü şeyler var?
4-. Yasaksız bir ortamda yaşamak niye mümkün değil?
5-. Tanrı, kendi yasağının tutulmayacağı önceden bilemedi mi?
6-. Bildiyse, cehenneme atmak için yasağı formalite bir “bahane” olarak mı koydu?
7-. İnsanın doğası, yasaklara neden ters düşüyor? Yasaklarla neden uyumlu değil? Sadece yasak koymak yeterli mi? Kaba güçle engelleme, veya yüreği ikna ve razı eden bir müdahale olmazsa, sadece “sözlü uyarı” veya “yasak” neye yarar?
8-. Tanrı, yasaklara karşı ya insanın doğasını; ya da insanın doğasına göre yasak ortamını neden değiştirmez?
9-. İnsanı yasakla cezalandırmak yerine, yasak ortamını değiştirmek daha iyi değil mi?
10-. Cehennem azabı olmaması için, insanın doğasını veya yasak ortamını değiştirmek, Tanrı için mümkün değil mi?
11-. “Yasak psikolojisini” insan bünyesine Tanrı niçin koydu? Tanrı, “yasak” psikolojisini bilmiyor mu?
12-. “Yasaklara karşı insanın belli davranışını yani itaatsizliklerini önceden bilen tanrı; bu mekanizmayı insan bünyesine böylece koyarak; Tanrı, “tavşana kaç, tazıya koş” veya “fareye kaç, kediye koş” şeklinde bir “alicengiz” oyunu mu oynuyor?

Tanrı, yasak koymadan önce, koyacağı yasağın insan tarafından çiğneneceğini önceden bilmiyor muydu? Eğer biliyor idiyse,
1.- Bunun sonucu Cehennem olacağına göre, her şeye kadir gücüyle, bilgeliğiyle, sevgisiyle, tatlılığıyla, insanı değiştirebilme üstünlüğüyle... MUTLAK VE ENGELSİZ KURTULUŞ İÇİN, niçin önlem almadı?
2.- Tanrı, bu gibi özelliklerini devreye sokmayarak, sadece pasif bir “sözlü uyarıyla” yetinmesi, insanları Cehenneme atabilmesi için bir tuzak değil mi?
3.-Böyle bir “yasağın” da, boş, anlamsız ve aptallık olduğunu bilemedi mi?
4.- Koyacağı yasağı insanın çiğneyeceğini önceden bile, bile yine de yasak koymak
A) AKILSIZLIK, B) cehennem olayı bakımından da SADİSTLİK olmaz mı?
Tanrı, ORİJİNAL TANRI olabilmesi için, koyacağı yasağın mutlak çiğneneceğini, kötülükleri mutlak kaldırmayacağını, mutlak bir yarar sağlamayacağını; tersine, yargı ve cehennem gibi ebedi zararlar getireceğini de önceden bilmesi gerekir. O zaman anlamsız, yararsız ve boş; teresine zararlı ve yıkımlı “yasak” koymak yerine; yasak koymağı gerektirmeyecek “yasaksız” bir ortam hazırlamak, kötülükleri yok etmek veya kötülükler karşısında insanı kırlmaz bir bünyeye sahip etmek daha akıllıca, bilgece ve sevgi dolu olmaz mıydı?

YASAKLAMANIN AMACI, “CEHENNEM KADERCİLİĞİ” Mİ?

“KÖTÜLÜK İŞLEMEYEN, İYİLİĞİ SEÇEREK KURTULAN
BİR KİŞİ BİLE YOK!”

İnsan yaratıldığından itibaren, içten gelen isteğiyle ve kendi gücüyle, iyiliği ve itaati seçen; günahı alt eden, kurtarılmaya ihtiyaç duymayan, böylece kendi iyilik çabasıyla cenneti kazanan... BİR KİŞİ BİLE OLMAMIŞTIR! İncil’deki şu sözler boşuna yazılmamıştır!
“Hiç salih (Doğru kişi, günahsız) yok, hepsi de günah işlediler, bir kişi bile yok,.. hepsi günah işlediler...” Bak Rom. 3:9-23. “Gerçek, yeryüzünde iyilik edip suç işlemeyen salih adam yoktur.” Vaiz. 7:20.
“İstediğim iyiliği yapamıyorum...istemediğim kötülüğü yapmağa itiliyorum... Ne zavallı adamım! Bu ölüm bedeninden beni kim kurtaracak?” Rom. 7:24. “Eğer günah işlemedik dersek Tanrıyı yalancı ederiz ve bizde Onun sözü olmaz..” 1. Yu. 1:10. Vesaire.

Yasakların çiğneneceğini, özgür seçeneğin kötüye kullanılacağını, böylece cehennemin kaçınılmaz olacağını bile, bile yine de yasak koymak; cehennemi “kader” haline getiren, SADİST bir uygulama değil mi? Bunun yerine yasakları ve cehennemi gerektirmeyecek temiz, sağlam, kırılmaz, ZAFER DOLU bir insan doğasıyla; günahsız, kötülüksüz, denemesiz, şeytansız, tuzaksız, mükemmel bir insan doğası mı? Hangisi daha dürüst, bilge, akıllı ve sevgi dolu UYGULAMADIR?

Yasakların çiğneneceğini, özgür seçeneğin kötüye kullanılacağını, böylece cehennemin kaçınılmaz olacağını bile, bile yine de yasak koymak; cehennemi “kader” haline getiren, SADİST bir uygulama değil mi? Bunun yerine yasakları ve cehennemi gerektirmeyecek temiz, sağlam, kırılmaz, ZAFER DOLU bir insan doğasıyla; günahsız, kötülüksüz, denemesiz, şeytansız, tuzaksız, mükemmel bir insan doğası mı? Hangisi daha dürüst, bilge, akıllı ve sevgi dolu UYGULAMADIR?
İnsan eğer, günah ve kötülükler karşısında kırılmaz veya zafer dolu, Tanrısal güçlendirmeyle donatılmış bir varlık olsaydı, bazılarının ille de inat ettikleri gibi insan “robot” mu olacaktı??? Hayır! Hayır yine Hayır! Eğer bu sapık “robot olma” masalına inanacak olursak
1.- Tanrı ve İsa , günah ve kötülükler karşısında asla kırılmaz olup, zafer dolu, tertemiz kalmalarıyla Tanrı ve İsa da “robotlar” olacaklardır.
2.- İncil’deki yüksek ruhsal yaşam standardına da bir bakın: “Onda duruyorum diyen, Allah’tan doğan günah işlemez. İşleyemez, çünkü Tanrının tohumu kendisinde kalır ve günah işleyemez.” Bak:.1 Yu. 3:6-9 Günah işlemeyelim veya günaha karşı sürekli zaferde olalım diye “Tanrı tabiatına ortak olduk.” Bak. 2 Pet. 1:4. “Günah işlememek üzere sizi emirlerimde ve kanunlarımda yürüteceğim...diyor Tanrı” Bak. Hezekiel 36:25-27.) vs.
Günaha karşı tam bir zafer kazandıran, günahlardan tümüyle arındıran İncil’in yukarıdaki ve benzer ayetlerdeki kayrası (inayeti) de yukarıdaki SAPIK “robot” iddiasına inanırsak eğer, anlamsız kalacaktır.
Kötülük, tehlike, zarar, yargı ve ceza gibi şeylerin olmadığı; temiz bir doğa, güzel bir yaşam tarzı; günaha karşı kırılmazlık ve sürekli zaferlilik yaşamı hazırlamak daha akıllı ve daha güzel ve daha sevgi dolu değil mi? Çiğneneceğini önceden bile, bile; ille de yasak koymak; sonra da zayıf ve aciz insana mutlak yardım etmemek, sonunda da “bak, koyduğum yasağımı çiğnedin şimdi yargılanıp Cehenneme gideceksin!” demek, akılla, dürüstlükle, bilgelikle, adaletle, sevgiyle, merhametle... örtüşüyor mu?
Elçi Pavlus, bu noktayı şöyle onaylıyor: “Şeriat aracı olmasaydı, GÜNAHI bilmemiş olurdum. Çünkü eğer şeriat ‘Tamah etmeyeceksin’ dememiş olsaydı, ben tamahı asla bilmezdim. Fakat şeriatın YASAKLARI, bende her tür tamahı hasıl etti... Bir zamanlar şeriat yok iken ben diri idim: fakat emir – şeriat - gelince GÜNAH DİRİLDİ, ve ben öldüm...” (Bak. Rom. 7:7-9.)
Elçi Pavlus burada harika bir açıklama yapıyor: “Şeriat, yani Tanrısal yasa, emirler ve yasaklar getirdi. Tanrısal emirler, yasalar ve yasaklar olmadan ben yaşıyordum ve günah ölüydü! Oysa, yasalar ve yasaklar gelince, günah canlandı ve ben de öldüm” diyor. Neden? Çünkü insan bünyesi, yasalar ve yasaklarla uyumlu YARATILMAMIŞ da ondan! Eğer insan bünyesi doğada var olan kötülüklere karşı mükemmel olarak YARATILSAYDI; ne yasalara ne de yasaklara asla gerek olmazdı!

İNSANIN MÜKEMMEL YARATILMAMASI, YASAKLARI MI GETİRDİ?

İnsan, günah karşısında “SERTLEŞTİRİLMİŞ KIRILMAZ ÇELİK” gibi değil; maalesef “KIRILGAN CAM VEYA PORSELEN” gibi malzemelerle yapılmış. Bu yüzden dünya kurulduğundan itibaren günah insana hakimdir ve insan da kırılgandır. Tıpkı, bencil bina yapıcılarının depreme dayanıklı malzeme kullanmadıkları gibi; günah depremine dayanamaz nitelikte malzemeyle de insan yaratılmıştır.
Mantık şudur: Ya doğaya deprem felaketini hiç koyma; deprem felaketi hiç olmasın; ya da eğer deprem felaketini koyacaksan, depreme dayanıklı konut yap! Günah karşısında yerle bir olmayacak türden malzeme kullanarak insanı yarat! Günah depremi karşısında, yerle bir olacak çürük malzemeyle insanı asla YARATMA!

Bu sözler yanlış anlaşılmasın! Bu sözlerle asla Orijinal Tanrıya baş kaldırmıyorum! Haşalar olsun! Yüzeyde böyle görünebilir ama, öyle değil! Burada, “Tanrı, Yaratma, Günah ve Ölüm” gibi kavramları, mantıksızca yorumlarıyla insanları aldatmaya çalışan mantıksız insanlara aslında sesleniyorum...

İnsan bünyesi mükemmel olarak yaratılmaması sonucu, yasaları ve yasakları gerektirmiştir. Oysa, yasalar veya yasaklar, mükemmel olmayan insan bünyesini iyileştirmemiş, tersine daha da kötüleştirmiştir. Mükemmel bünye mekanizmasına sahip olmayarak tasarlanan ve yaratılan insan; yasalar ve yasaklar karşısında doğal olarak itaatsizlik, yasayı çiğneme, suçluluk, günah, kötülük, yargı, ceza ve cehenneme maruz kalmıştır.
Cehennemi oluşturan tek kaynak: 1-. İnsanın mükemmel olmayan bozuk bir bünye mekanizmasıyla yaratılması; 2-. Bunun yanında da, Tanrısal yasalar, yasaklar ve yargının olmasıdır.
KURTULUŞ MÜJDESİ VE KURTARMA ÇABALARI!

Dinlerdeki “kurtarma” veya “günahlardan arındırma çare ve çabaları” yukarıdaki iki bozuk nokta yüzünden oluşmuştur. “İnsanın seçme şansı olsun ve robot olmasın...” şeklinde bir inanç üretilmiştir. İnsanın sürekli kötüyü seçmesi sonucu “Cehennem” yargısını getirmiştir. “Özgür seçme şansını” kötüye kullanma yüzünden Cehenneme gitmek; bence “robot” olmaktan çok, çok daha beterdir...
Ayrıca, “kurtuluş müjdesi ve kurtarma çabaları” da yüzde yüz olumlu sonuç vermemektedir. Nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:
1.- İsa’dan önce ve sonra, “Cristof Colomb” gibi kaşifler henüz gelmeden; ulaşım, teknoloji ve haberleşmenin çok ilkel olduğu zamanlarda; Amerika, Afrika, Avustralya, Asya’nın büyük bir kısmı, Kutuplar, Grönland... gibi kıtalarda binlerce yıl yaşayan, milyarlarca insanlara “KURTULUŞ MÜJDESİ” doğal olarak haliyle ulaştırılamadı. Kurtuluş Müjdesinin ulaştırılamadığı milyarlarca insanlar, kurtuluştan MAHRUM KALDILAR!
2.- Bu “modern çağda” bile hala ulaşılmayan yerler var. 3.- Ulaşılan çok yerlerdeyse, “kurtuluş müjdesi” inandırıcı veya ikna edici olamamıştır. Çünkü
A.) Bu müjdeyi ulaştıranlardan çoğu kendileri günah içinde yüzmüşlerdir ve yüzmekteler. Başları kel olanlar, başkalarına kel ilacı ikram etmektedir...
B.) Yüreği ikna edici bilgelikle değil, tepeden inme, mekanik, uzman olmayan kişilerin etkisizliği, para ile satın alma ... gibi nedenlerle, “kurtarma çabaları” maalesef pek başarılı olamamıştır. Bu gibi insanlar, karanlık vicdanlarıyla ve inançlarıyla baş başa, totemleriyle, tütsüleriyle, büyücüleriyle, “kafa dersi yüzmekle” daha güçlü olacakları inançlarıyla yaşamak zorunda kalmışlardır!
Tanrı’nın kurtarmak için “sevdiği dünya” sadece orta doğunun, küçücük bir parçası olmamalıydı. Kurtuluş müjdesinden yararlanan kişiler de, küçücük “Orta doğuda” yaşadıkları için torpilli, sadece bir avuç insanlar olmamalıydı...

DEVLETLERİN YASA VE YASAKLARI OLUMLUDUR!

Devletlerin güvenlik güçleri, polisler, jandarmalar, savcılar ve yargıçlar... maalesef insanın kötü doğasını değiştiremiyor. Dünyadaki kötülükleri, tehlikeli ve zararlı şeyleri, tümüyle yok etmeye de güçleri yetmiyor. Çünkü insandırlar. Bu yüzden koydukları yasaları ve yasakları, kaba güçle kontrol ediyorlar. Kötülüğü, tehlikeli ve zararlı şeyleri ellerinden geldiğince engellemeğe çalışıyorlar. Oysa Tanrı, kötü olan insan doğasını tümüyle değiştirebilir ve yok edebilir. Hem de, dünyadaki kötü, tehlikeli ve zararlı şeyleri çok kolayca yok edebilir. Hele, hele, eğer var olmasını istemeseydi; Şeytanı, kötülükleri, günahı, tehlikeli ve zararlı şeyleri... başlangıçta hiç var etmez ve hiçbir zaman da doğamıza koymazdı.

DİNSEL İNANÇLARIN BOZUKLUĞU TANRIYA MAL EDİLMEMELİ

Burada yine “Tanrıya akıl öğretmeğe çalıştığımızı” kimse düşünmesin! Ancak “Tanrı adına konuşulan” veya “Tanrıya mal edilen” dinsel inançların bozuklukları açıklanmaya çalışılıyor. Eğer Tanrı’nın koyduğu yasaklar çiğnenerek yarar sağlamayacaksa; tersine, itaatsizlik, günah, yargı, ceza veya cehennem gibi korkunç zararlar getirecekse; yapılacak daha akıllıca bir şey var: Yasak koymağı gerektiren insanın kötü doğasını; doğadaki tehlikeli, kötü ve zararlı şeyleri, kötülüğün tüm kavramlarını, dünyadan kaldırmak ve yok etmek gerekirdi!

Böylece ne yasa ne de yasak koymağa hiç gerek kalmayacak; yasaklar çiğnenmeyecek, İtaatsizlik, günaha itilme, denenme, tuzağa düşürülme, suçluluk, haçta işkence ve acı çekerek kurtarma çabaları, yargı ve cehenneme de hiç gerek kalmayacaktı!

Bu konularda “Tanrı sözcüsü” olduklarını iddia ederek Tanrı hakkında yanlış yorumda bulunanlar şunları hatırlamalıdırlar: 1.- Yasağı gerektiren kötü, tehlikeli ve zararlı şeyleri, Tanrı ille de doğaya koyacaksa; 2.- Tanrı koyacağı yasağın çiğneneceği önceden bildiği halde yine de yasak koyacaksa; 3.- Tehlikeli, kötü ve zararlı şeyleri doğada ortadan kaldırmak Tanrı için çok kolay olduğu halde onları kaldırmıyorsa; bunların gerisinde mutlaka şu altı neden bulunuyordur:

1.- Sürekli çiğnenecek “yasak” koyarak, boş, anlamsız ve akılsız formaliteyle uğraşan bir tanrı;
2.- Koyacağı yasağı insanın tutup tutmayacağını önceden bilemeyen bir tanrı;
3.- Koyacağı yasakla insanın nasıl davranacağını önceden bilemeyen ve, “acaba itaat edecek mi yoksa etmeyecek mi?” diye bilmek, öğrenmek üzere insanı deneyen bir tanrı; (Önceden bilemeyen ve deneyerek öğrenim, bilgi kazanan bir varlık asla Tanrı olamaz!)

4.- Yasak koymağı gerektiren kötü, tehlikeli ve zararlı şeyleri yok etme gücüne sahip olmayan bir tanrı;
5.- Ya da bu güce sahip iken, önce kötü şeylerin var olmasını sağlayarak; sonra da engellemeyerek veya önlem almayarak, kötü, tehlikeli ve zararlı şeylerin işlemesini isteyen bir tanrı;
6.- Kötü, tehlikeli ve zararlı şeylerin var olmasını ve işlemesini istediği veya izin verdiği halde, bunları yapanları cezalandıran, cehenneme atan, haksız, adaletsiz, merhametsiz, sadist, akılsız... tanrı kavramlarıyla karşılaşırız!.
BU TÜR İNANÇLARIN ÜRETTİĞİ SONUÇLAR:
1.- Yasak koymağı gerektiren kötü şeylerin doğada var olmasını tasarlayan; bunları dünyaya ve insan bünyesine koyan bir tanrı;
2.- Koyacağı yasağın bozulacağını önceden bildiği halde, yine de boş ve anlamsız yasaklarla uğraşan akılsız bir tanrı;
3.- İnsana verdiği “özgür seçeneğin” kötüye kullanılacağını önceden bildiği halde; yine de “özgür seçeneğin” boşluğu, anlamsızlığı ve akılsızlığıyla uğraşan bir tanrı;
4.- “Özgür seçenek ve yasak” gibi kavramlarla insanın ne yapacağını önceden bilemeyip, bunu öğrenmeğe çalışan ve bu yüzden de insanı deneyen bir tanrı;
5.- Yasağın gerektirdiği kötü şeyleri yok etmeğe gücü yettiği halde onları yok etmek istemediğinden; böylece “formalite icabı” yasak koyan bir tanrı;

6.- Tutulmayan “yasak” yüzünden, yasağın gerektirdiği kötü şeylerin işlemesine izin veren bir tanrı;
7.- Kötü şeylerin var olmasına ve işlemesine izin vererek; insanların kötülüklere bulaşmasına engel olmayan, sadece pasif sözlü bir uyarıdan başka, süper natürel gücüyle önlem almayan bir tanrı;
8.- Koyduğu yasakla insanı kurtaran değil, sadece tuzağa ve günaha düşüren bir tanrı;
9.- İnsanların kötülüklere bulaşmasına engel olmayıp izin verdiği halde; adaletsizce onları yargılayan, suçlayan bir tanrı;
10-. Suçladıklarını, kan dökme, kurban sunma gibi, kana susamış... işkence ve zulüm dolu “kurtarma çabalarıyla” uğraşan bir tanrı;
11.- Kurtarmakta ikna etme yeteneği olmayan; insanın kurtulmasını mutlak başaramayan, bu yüzden de cehennem “azabı” üreten sadist bir tanrı;
12.- Böylece insanları cehenneme atmaya sanki can atan haksız, sadist bir tanrı kavramından başka bir açıklaması olabilir mi?

TANRI, CEHENNEMLİKLERİ EZELDEN Mİ TASARLADI?

Eğer Tanrı, insanları cehenneme atmayı önceden planlamadı ise; daha insanı yaratmadan önce, günah olgusunu dünyamızda neden yaratmıştır? Ayrıca, insanın tüm günah işleyebilme olanağını, yani, kötülüğe giden arzuyu, meyili ve eğilimlerini, insan mekanizmasına neden koymuştur? İnsan, kendi doğasında var olan bu kötü mekanizmayı, nereden bulmuş ve almıştır? Bünyesindeki kırılgan mekanizmasını, insan kendisi mi yapmış, kendisi mi yaratmıştır? İnsanın kendisi için böyle bir mekanizma yaratabilir mi? İnsan yoktan bir şey yaratabilir mi?

Değilse: A). Gerek koyacağı yasağın çiğneneceğini; B). Gerek vereceği özgür seçeneğin, kötüye kullanılacağını ve C). Gerekse de, kurtarma çabalarını insanın ret edeceğini, önceden bilmesine rağmen, bu tanrı hangi akla hizmet ederek hem günaha düşecek insanı hem de cehennemi yaratmıştır?

Burada “insan eğer kötülüğü bilmez ve seçemezse ‘robot’ olur” tehlikesinden çok daha büyük bir tehlike, yani Cehennem tehlikesi söz konusudur! “Cehennem olgusu” karşısında derim ki: “Keşke insan iyilik robotu olsaydı da asla ebedi cehennem robotu olmasaydı! Ya da hiç var olmasaydı da, ebedi azaba gitmeseydi!”

“Tanrı sözcüsü” olduklarını iddia edenlerin yanlış inanç ve yorumlarına göre değil de; Orijinal Tanrı’nın sevgisi, şefkati, dürüstlüğü, anlayışı, bilgeliği de böyle iyimser davranır diye düşünüyorum. İnsanın bu tür aptalca, ve merhametsizce yanlış yorumlarıyla haksızlıklara, tuzaklara, kötülüklere ve cezaya maruz kalmasını, sevgi olan orijinal Tanrı istemez diye düşünüyorum! Ya siz ne dersiniz?

Eğer insanın, koyulacak yasağı çiğneyeceğini, özgür seçeneğini kötüye kullanacağını ve kurtarma çabalarını ret edeceğini veya kurtarma çabalarının akim kalacağını, yani başarılı sonuç vermeyeceğini Tanrı önceden mutlaka biliyorsa, o zaman insanı yaratmasının ne anlamı olur ki? Bunun tek bir anlamı olur: O da cehenneme gitmesi için yaratmak! Öyle değil mi?

Tanrısal sevgi, dürüstlük ve bilgelik bu mudur! Eğer insan yasakla, özgür seçenekle, kurtuluş çağrılarıyla, tanrı tarafından denenecekse; bu denemelerde de mutlaka yenik düşeceğini Tanrı önceden biliyorsa; böyle bir insanı cehennem için yaratmak yerine hiç yaratmaması daha iyi olmaz mı? O zaman ne yasağa, ne özgür seçeneğe, ne robot olup olmamağa, ne işkence dolu kurtarma çabalarına, ne yargıya, ne de ebedi cehenneme gerek kalır mı?

Bu bilinçle insanı yaratmak, “Cehennem kaderciliği” değil midir?
Bu gibi inançları orijinal Tanrı mı verdi? Yoksa, ilkel ve cahil insanların çarpık, deforme ve düşmanca saldırı yorumları, dine, mezheplere mi sokuldu?
İnsana yasak konulmasının, özgür seçenek verilmelisinin, “robotluğunun”... Tanrısal bilgelikle asla bağlantısı olamaz! Çünkü insanın yasağı çiğneyeceğini, özgür seçeneğini kötüye kullanacağını ve yarar yerine zarar getireceğini, Orijinal
Tanrı zaten önceden bilmektedir. Önceden her şeyi bilen, sevginin, anlayışın, bilgeliğin ve dürüstlüğün doruğundaki bir Tanrı, bu tür akılsızlıkları yapabilir mi? Cehenneme gideceğini önceden bildiği insanı hiç yaratır mı?
TANRI’NIN HER ŞEYİ ÖNCEDEN BİLMESİ,
SAPIK İNANÇLARI MEYDANA ÇIKARIYOR!

Açıkça görülüyor ki, “Özgür seçenek, yasak, deneme, itaatsizlik, günah, yargılama, suçlama, tüm insanlara ulaşamayan ve tüm insalığı kapsamayan başarısız kurtarma çabaları, ceza ve cehennem” gibi; tüm marjinal inançları asılsız ve iptal eden kaçınılmaz gerçek: Tanrı’nın her şeyi önceden bilmesidir!

Tıpkı, güneşin balçıkla sıvanamayacağı gibi, bu açıklamalarımızla orijinal Tanrıyı asla suçlamak amacında değiliz! Bilgeliğin, gücün ve sevginin doruğundaki bir Varlığa, böyle akılsızlıklar yüklemeğe kimsenin hakkı yok! Burada:
1.- Sözde “Tanrı sözcülerinin” “Tanrısal esin” yerine koydukları bozuk, çarpık, ilkel inanç ve yorumları;
2.- “Tanrısal esin” saydıkları sahte ayetlerin bozuk tercümeleri;
3.- İlkel ve çarpık insan yorumlarının “kutsal” ilan edilerek dine girmesi ve deformesi;
4.- Bunların eleştirisi ve uyarısı söz konusudur.
“ALLAH DÜNYAYI ÖYLE SEVDİ Kİ,
BİRİCİK OĞLUNU FEDA ETTİ!”

Bazıları, şu klasik, şu ünlü ayetle itiraz edebilirler: “Ama, Tanrı dünyayı öyle sevdi ki, insanların kurtulmaları için biricik Oğlunu feda etti...” diyebilirler. Ben de radikal gerçeklerin bana verdiği rahatlıkla: ‘hangi dünyayı?’ diye sorarım! Sadece Orta doğudan İspanya’ya kadar uzanan, sadece Asya’nın küçücük bir parçası olan ‘dünyayı mı sevdi Tanrı?”

İsa’dan önce ve sonra çeşitli kıtalarda yaşayan milyarlarca insanları; Cristof Kolomb zamanına dek çeşitli kıtalarda, Amerika’da, Avustralya’da, Afrika’da, Avrupa’da, Asya’nın diğer kısmında, Kutuplarda, Grönland’da... yaşayan milyarlarca insanların ‘dünyaları ve sevilmeleri’ ne olacak? Tanrı onları nasıl sevdi? Kurtuluş müjdesini onlara nasıl ulaştırdı? Ulaşım ve haberleşmenin çok sınırlı olduğu eski çağlarda, Tanrı KURTULUŞ HABERİNİ ve SEVGİSİNİ onlara ulaştırabildi mi?

“Tanrı onları da vicdanlarına göre yargılayacak” diyecekler. Peki, ben de yine soracağım: “Vicdansal yargılama yoluyla Kurtuluş geliyor mu? Eğer vicdansal yargılama yoluyla Kurtuluş sağlanabiliyorsa; o zaman Kurtarmak için bu denli çile, acı, aşağılanma ve işkence çeken İsa Mesih’e yazık olmadı mı?”

A.) İsa’dan binlerce yıl önce çeşitli kıtalarda yaşayan milyarlarca insana; kurtuluş müjdesi niye ulaştırılamadı?
B.) İsa’dan yüzlerce yıl sonra, yaklaşık İsa’dan sonra 1600 lü yıllarda, Orta çağa dek, Cristof Kolomb’un Amerika’yı keşfetmesine dek, diğer kıtalarda yaşayan; Amerika’da, Afrika’da, Avrupa’da, Avustralya’da, Grönland’da... Asya’nın diğer kısmında, Uzak doğuda yaşayan milyarlarca insanlar, “kurtuluş müjdesinden” niye yoksun bırakıldı?
Sadece Ortadoğu’da yaşayan bir avuç insanlar, kurtuluş müjdesi ve Tanrı sevgisini anlamak bakımından torpilliler miydi? Yoksa, Tanrı’nın sevgisini ve kurtarışını artıran ve yayan şey modern teknoloji mi oldu? Modern teknolojiyle Tanrı’nın sevgisi ve kurtarışı, daha fazla mı değer kazanıyor? Daha fazla mı iş görüyor? Ulaşım ve haberleşme teknolojisi Tanrı sevgisinden ve gücünden daha mı üstün?
TEVRAT TANRISINA SESLENİŞ!

Ey Tevrat tanrısı, yaratacağın insanların, ilerde
1.- Kötülük işleyeceklerini,
2.- Yasağını çiğneyeceklerini,
3.- Özgür seçeneklerini kötüye kullanacaklarını,
4.- İtaat etmeyeceklerini,
5.- Kurtuluş müjdesini herkese ulaştıramayacağını,
6.- Ulaştırdıkların ise, çokları tarafından ret edileceğini... önceden bile, bile, o insanları neden yarattın? Cehennemin boş kalmasın diye mi yarattın?”
“Hem kötülüğü, hem kötülük karşısında kırılgan zayıf insanı, hem insanın kötüye meyil etmesini, kötüyü arzulamasını onun içine, mekanizmasına niye koydun? Hem de Cehennemi neden yarattın? Öncesinden her şeyi bile, bile, neden cehennemi ebediyen çığlıklar atılan, feryatlar edilen, işkence ve azap çekilen yeri zavallılarla dolduracaksın? Bu hoşuna mı gidiyor? Onların sonsuz feryat ve çığlıklarıyla, işkencelerinin azaplarının inlemeleriyle, tahtında nasıl rahat edebileceksin?
İnsanların cehennemdeki sonsuz çileleri sana zevk mi verecek? Tıpkı gangsterlerin ve katillerin, istemedikleri adama tetiği çekerken söyledikleri gibi:
‘Canın Cehenneme’ demek sana da mı keyif veriyor...?
Yoksa sen bunlardan tamamen münezzeh olup, yozlaşmış dincilik ve mezhepçiliğin sana yüklemeğe çalıştığı aşağılamalar mıdır? ”

“ÖZGÜR İRADE, ÖZGÜR SEÇİM
“TANRI İSTİYOR AMA İNSAN İSTEMİYOR!”

Böyle bir noktada, kendi doktrinlerini iddia edenlerin başka bir itirazları belirebilir: “Tanrı bütün insanların kurtulmalarını istiyor, ama insanlar istemiyor...” derler. Bu iddialarıyla da, güya iyimser olarak, Tanrıyı “tüm insanların kurtulmalarını istediğini” söyleyerek, Tanrının sanki “sevgi dolu” olduğunu göstererek Tanrıyı koruduklarını zannederler!
Oysa bu iddialarıyla Tanrıyı daha da beter acizlik batağına batırırlar! Böyle bir iddia, insanın istememesini, Tanrı’nın istemesinden daha güçlü eder! Aciz insanı, Tanrı’dan daha da güçlü pozisyona koyarak Tanrıyı aşağılar ve hakaret eder.

Tanrı tüm insanların kurtulmalarını istiyor ama maalesef insan istemiyor” şeklinde itiraz edenlerin iddiaları, gerekçeleri her ne olursa olsun iki büyük fahiş hata ediyorlar.
1.- İnsanın istemini, Tanrı’nın isteminden daha güçlü duruma sokmağa çalışıyorlar.
2.- “İstem gücünde” insanın Tanrıyı alt edebileceğini zannediyorlar!

3.- Tanrıyı, insanları Cennetine almak için mecbur etmeyen, zorlamayan bir pasiflik içinde tanımlarken; Cehenneme atmak için ise sanki can atan, mecbur eden, zorlayan bir aktiflik içinde tanımlıyorlar! Yani, cennetine almakta zorlamayan pasiflik içinde bir tanrı; ama cehenneme atmak için sadistçe, zebanice zorlayan zorba birine benzetmek istiyorlar. Nasıl mı? Açıklayalım:

İnsanın istemi, Tanrı’nın isteminden daha güçlü müdür? İnsanın istemi, Tanrı’nın istem gücünü alt edebilir veya bağlayabilir mi? Tanrı bir şeyi YAPMAK İSTER DE kim, hangi güç, Ona engel olabilir veya durdurabilir? İnsanın istem gücü karşısında, isteminde yenik düşen ZAVALLI, ACİZ bir tanı üretildiğinin farkında mısınız?

CENNETE ALMAK İÇİN ZORLAMAYAN;
CEHENNEME ATMAK İÇİN İSE, ZORLAYAN BİR TANRI MI VAR?

“Tanrı insanları cennetine zorla alan bir diktatör değildir” diye itiraz edenler var! Peki, Tanrı insanları ZORLA cennetine alması “diktatörlük” oluyorsa; ZORLA cehenneme atması diktatörlük olmuyor mu? Cennet “zoraki bir mecburiyet” değilse, Cehennem niye “zoraki bir mecburiyet” oluyor? Bu dengesizlik nerden kaynaklanıyor? İnsanların akılsızlığından, bencilliğinden, ilkelliğinden, cahilliğinden değil mi?

İnsanlar: “Ben cennete gitmek istemiyorum! Günahı, itaatsizliği, imansızlığı seçiyorum...” dediği zaman; Tanrı eğer o kişiyi zorlamadan: “Peki sen bilirsin, özgür seçeneğini bu yönde kullanıyorsan, seni cennetime almam... defol git” deyip, cennet dışı serbest bırakabiliyorsa; öbür tarafta başka biri: “Ben cehenneme gitmek istemiyorum, beni serbest bırak! Özgürlüğüme ve seçeneğime saygı göster! Beni zorla cehenneme atamazsın, buna hakkın yok...” diyenlere, niçin aynı serbestliği vermiyor ve zoraki tutup cehenneme atıyor?

Tanrı, Cennete gitmek istemeyen insanları, pasif bir uyarıdan sonra serbest bıraktığı, zorlamadığı gibi; Cehenneme gitmek istemeyenlere de niçin aynı pasifliğini kullanmıyor ve serbest bırakmıyor? Cennetine zorla almak bakımından “sevgi zorlamasını” kullanmazken; Cehennemine atmak için, niçin güya “adalet veya kutsallık” (!?) zorlamasını kullanabiliyor? Buradaki uyuşmazlık çelişkisi neredendir? Tanrıdan mı, yoksa düşünce acizliğinden mi?

Cennetine almakta sevgi zorlamasında pasif bir tanrı; ama Cehennemine atmakta güya kutsallık veya adalet zorlamasında aktif ve güçlü bir tanrı! Bu inançla, sadist bir tanrı kavramı üretildiğinin acaba farkında mısınız?

Siz sıradan basit anne ve babalar olarak, çocuğunuzun ateşe doğru gittiğini gördüğünüzde, sadece basit bir uyarıyla yetinir misiniz? Çocuğunuzun sizin isteminizi ret etmesi karşısında, ateşe düşmesine, yanmasına, kavrulmasına... izin verir misiniz? Yoksa, çocuğunuzun istememesine, karşı koymasına rağmen; tüm gücünüzle çocuğunuzu ateşe gitmekten engeller misiniz? “Çocuğum, seni seviyorum! Benim istemimi ret etmene rağmen, bedenimi çiğnemeden, beni öldürmeden, ateşe gitmene izin vermeyeceğim...” diye haykırmaz mısınız?

“SEVGİ ZORLAYICIDIR!”
Pavlus: “Mesih’in sevgisi bizi zorluyor” diyor. (Bak. 2. Kor. 5:14.) Bu sevgi zorlaması, vuran, kıran, döken... bir zorlama değildir. Tersine, şefkatle, merhametle dolu, bilgelikle dolu, insan yüreğini tümüyle ikna, razı etme ve değiştirmeye gücü yeten bir sevgidir. Sevgi, sadece basit, pasif bir uyarı, basit bir müjdeleme değildir!

Gerçek sevgi zorlayıcıdır! Sevgi ne denli güçlü olursa, zorlama da o denli güçlü olur. Zorlama ne denli güçlü olursa, karşı koyma tehlikesi de o denli azalır ve yok olur! Zorlama, sadece basit bir “bağırma” da değildir. Zorlama, eldeki tüm güçleri, tüm olanakları, Tanrısal bilgelikle sonuna dek kullanma demektir. Kötü istekleri, karşı koymaları, isyanları, baş kaldırmaları... eldeki tüm güçleri bilgece kullanarak bastırmaktır. “Ben uyarımı yaptım, gerisi kendine kalmış” deyip, öz çocuklarının ateşe gitmelerini ve yanmalarını seyretmek, sevgi değildir!

Böyle pasiflik, hiçbir anne babaya yakışmadığı gibi, komşuluk, vatandaşlık veya insanlığa bile yakışmaz! İntihar etmek isteyenleri hatırlayın..., Hiç tanımadıkları halde, çeşitli vaatler, sevgi ve güven dolu diller dökerek, onları intihardan kaparak uzaklaştıran, sıradan basit insanların sevgilerini hatırlayın...

Çocuğumuz, uyarımızı ret edip, ateşe doğru giderken; “aman robot olmasın” diye ateşe gitmesine müdahale etmememiz, ama izin vermemiz; çocuğumuza “özgür irade ve seçenek” vermenin “iyiliği” midir? Yoksa vurdumduymazlığımızın, sevgisizliğimizin, ilgisizliğimizin ve kötülüğümüzün göstergesi midir?
“SEVGİ ZORLAYICIDIR!”

Tanrı’nın isteyip de yapamadığı şey var mıdır? Tanrı’nın yapmak istediği hangi şeyi insan veya başka bir yaratık engelleyebilir? Tanrı insanı kurtarmak isterken, insanın kurtulmak istememesi, Tanrı’yı engelleyebilir mi? Durdurabilir mi? Vazgeçirebilir mi? İnsanın İSTEMEMESİ, Tanrı’nın İSTEMESİNDEN bu denli güçlü müdür?
Tanrı’nın kurtarmak istemesi sevgisinden gelir. Sevgi ise zorlayıcıdır. Sevgi ne denli güçlü ise, zorlama da o denli güçlü olur. Zorlama ne denli güçlü olursa, karşı koyma tehlikesi de o denli yok olur!

Şimdi tekrar düşünün: Tanrı’nın en görkemli, en doruk, en yüce sevgisinden gelen; Tanrı’nın en güçlü zorlamasını hangi güç, engelleyebilir? “Tanrı istiyor ama insan istemiyor” safsatası da, Tanrı özellikleriyle bağdaşmayan, Tanrı özelliklerini tahrip eden ve Tanrıyı aşağılayan deforme inançlardan biri değil midir?

Lütfen söyleyin bana: Hangi evlat üzerine benzin dökerek kendini yakmak isterken; babası: “Ben oğlumu kurtarmak istiyorum ama, oğlum kurtarılmak istemiyor! Ne yapayım? Elimden bir şey gelmez...” diyerek sadece seyirci kalır ve oğlunun cayır, cayır yanmasını seyreder? Üstelik, elinde güçlü yangın söndürücüler; artı, babanın çok güçlü, atletik ve şampiyon kolları varken... Eğer bu baba, acımasız, tımarhanelik akıl hastası değilse, nasıl oğlunun kendini yakmasına seyirci kalır? Normal bir baba, kendini yakmak isteyen oğlunu engellemek için onunla boğuşmaz mı?! Eğer gücü yetmiyorsa, kendisi ölüme gitmeden, oğlunun kendisini yakmasına asla seyirci kalamaz!
Cehenneme giderek orada ebediyen yanmak üzere karar veren birini, “Tanrı onu kurtarmak istedi ama insan istemedi” diyenler; Tanrıyı, “ben oğlumu kurtarmak istiyorum ama, ne yapayım oğlum istemiyor, elimden de bir şey gelmez...” diyebilen acımasız, akıl hastası, tımarhanelik bir babaya benzetenler; Tanrı’ya bu denli korkunç hakaret ve küfür ettiklerini acaba fark ediyorlar mı?

SADECE “SÖZLÜ UYARI” VE “YASAK” YETERLİ Mİ?
Dünyada hangi baba, evde benzin ve ateşle oynayan oğlunu sadece sözlü bir uyarıyla ikaz eder, yasak koyar ve sonra da başka hiçbir şey yapmaz, üstün gücüyle müdahalede bulunmaz? Dünyada hangi baba, oğlunun eroinman arkadaşlar edinmesini, sadece uyarmakla veya yasaklamakla yetinir?

Oğlunuz yasağınızı tutmazsa, sözlü uyarınıza itaat etmezse, evde yangın çıkarması veya kendini yakması kaçınılmaz olursa, “Ne yapayım? Ben görevimi yaptım. Onu uyardığım ve yasakladığım için artık sorumlu değilim. Onun da özgür iradesi ve seçeneği var. Eğer yangın çıkarırsa, kendini yakarsa, müdahalem yanlış olur. Onu robot durumuna düşürmüş olurum. Özgürdür, seçeneğini kullansın. Yangın çıkarırsa, evimle beraber o da yanarsa yansın ve cezasını alsın...” diyebilen, dünyada hangi baba vardır?

Bir baba olarak, yoksa oğlunuzun evde yangın çıkaracağını önceden bildiğinizden, başlangıçtan evinize benzini hiç sokmaz mısınız? Veya, benzini soksanız bile, ne yapıp eder, elinizden gelen tüm çabaları harcar, oğlunuzun evde yangın çıkarmasına ve kendini yakmasına engel mi olursunuz? Tabii güçlü yangın söndürücüleriniz varsa, gücünüz de yetiyorsa! Gücünüz yetmiyorsa o başka!
Oğlunuzun eroinman arkadaşlar edineceğini önceden bilirseniz, bu arkadaşlarla tanışmaması için önlem almaz mısınız? Veya böyle arkadaşlar edindiği haberi size gelince; sadece sözlü bir uyarı veya yasakla yetinir misiniz? Sonra da: “Ne yapayım, ben elimden geleni yaptım. Onu uyardım, yasakladım. Gerisi kendisine kalır. Benim sorumluluğum artık yok...” mu dersiniz?

Dünyadaki hangi baba, böyle trajik durumlarda sadece sözlü bir uyarıyla, bir yasakla yetinir? Oğlunuzun evinizde yangın çıkarmaması için tüm gücünüzle gereken önlemleri almaz mısınız? Oğlunuzun bir esrarkeş, bir eroinman olmaması için elinizden gelen tüm çabaları göstermez, tüm gücünüzü kullanmaz mısınız?

Oğlunuzun güya “özgür seçeneğini” (?!) engellememek için, “eroinman” olmaya mı terk edersiniz? Eroinman olmaya terk edince, şimdi daha ziyade “özgür” olduğunu mu düşünürsünüz? Siz, oğlunuzu tüm gücünüzle engelleyip kurtardığınızda, oğlunuzun “özgürlük ve seçeneğini” yok edip, onu “robot” ettiğiniz için üzülür müsünüz?

Hangi baba, “eğer oğlumun eroinman olmasını engellersem “oğlumu robot etmiş olurum” düşüncesiyle serbest bırakır? Hangi baba, oğlunun evde yangın çıkarmasını sadece sözlü bir uyarıyla yasaklar, ama gereken tüm güçlerini kullanmaz? Hangi baba oğlunun evde yangın çıkarmasını güçleriyle engellediğinde, oğlunu “robot durumuna soktuğunu” düşünür?

Yangın çıkarmayı engellemek, iyilik midir? Kötülük müdür? Eroinman olmayı önlemek, iyilik midir? Kötülük müdür? “Özgür irade, seçenek ve robot olmak” kavramlarını, aptal bir iddia olarak kullanmak, yapılan akılsız kötülüğü örtebilir mi? “İnsan, özgürlüğünü ve seçeneğini eğer kullanamazsa “robot olur” düşüncesiyle; insanların kötülüklerine müdahale edemeyen Tevrat tanrısı, sıradan basit babalar kadar bile düşünemiyor, sevemiyor ve önlem alamıyor mu?

Gerçek sevgi ZORLAYICIDIR, demiştik! Yineliyorum: Çünkü çok önemli! Sevgi ne denli güçlü ise, zorlama da o denli güçlü olur. Zorlama ne denli güçlü olursa, karşı koymalar, kötülükler, tehlikeler, zararlar ve riskler de o denli yok olur. Tabii bizler dünyasal aciz babalar olarak imkanlarımız sınırlıdır, kısıtlıdır. Ama göksel “Babanın” imkanları bizler gibi sınırlı değildir. O halde yine soruyoruz:
“Tevrat tanrısı” ilk insana neden sadece sözlü bir uyarı yaptı ve orada kaldı? Neden sadece formalite icabı bir yasak koydu ve orada kaldı? Tevrat tanrısının sevgisinin engelleyici güçlü ZORLAMASI nerede idi?

Tevrat tanrısının imkanları bizler gibi sınırlı mıydı? Elinden başka şeyler gelmiyor muydu? Yoksa sözde “özgür seçeneklerini yitirmemeleri ve robot olmamaları için,” insanların cehennemde sonsuzlarca azap çekmeleri, tanrıya daha iyi, daha güzel mi gelmekteydi? Bu “tanrı’nın” terazisine göre: İnsanın özgür seçeneği kullanamayarak robot olması; Cehennemde sonsuz azap çekmekten daha ağır mı basıyordu? Daha mı kötü geliyordu? Yoksa bu tanrı, çiğneneceğini önceden bile, bile yasak koyarak; insanı tuzağa düşürmeğe, günaha bulaştırmağa ve böylece cehennemde sonsuzlarca işkence çektirmeye can mı atmaktaydı?
“YARATILIŞ” KİTABI TEKRAR MERCEK ALTINDA ANALİZ EDİLİYOR!
TANRI, ŞEYTANIN “ BAHÇEYE” GİRMESİNİ ENGELLEMİYOR!
ÇÜNKÜ TÜM KAPILARI ARDINA DEK AÇMIŞ!
Şimdi tekrar o ilginç hikayeye, (masala) “Aden cennet bahçesine” dönelim: Tevrat tanrısının “ateş alevli kılıçları” olan, güçlü koruyucu bekçileri, yani baş melekleri olan “Kerubileri” var. (Bak. Yaratılış 3:24.) Buna rağmen, şimdi İblis şeytan yılan kılığına bürünmüş, ilk insanı aldatmak için cennet bahçesine yaklaşıyor.
Yaklaşırken kaygı içinde: “Kapılardan acaba nasıl geçeceğim? Baş melekleri nasıl etkisiz edebilirim? Tanrı beni, ellerindeki ateşli kılıçlarla donatılmış Baş Melekleriyle engellerse ne yapacağım...?” gibi kuruntularla bahçenin kapılarına geldiğinde bir de ne görsün? Bir sürpriz! Tevrat tanrısı, Şeytan için sevinçli bir bayram havası estiriyor!

Çünkü her şey tam istediği gibi! Özgür, serbest bir manzara ile karşılaşıyor! Çünkü Tevrat tanrısı, aldatmaya, ilk ruhsal atom bombasını patlatmaya giden Şeytana, tüm kapıları ardına dek açmış! Bir tek bile, koruyucu “Kerubi” Meleği ortada yok! Nöbetçi, kılıçlı melek, engel, mengel hiç kimseler yok! Şeytana, içeri girmek tamamen serbest! İlk insana kolayca yaklaşabilir. İstediği yalanı, taktiği ve kışkırtmayı uygulayabilir ve ilk ruhsal atom bombasının patlatılmasını sağlayabilir...!
Karşı koyacak kimse yok! Sanki şeytanın bahçeden içeri girmesi ve ilk insan çiftini aldatması bekleniyormuş gibi Tevrat tanrısı hazırlık yapmış! Sanki Tevrat tanrısı Şeytana: “Buyur, Şeytancığım! İçeri gir ve işini gönül rahatlığıyla yap” der gibi bir manzara ile karşı karşıya!
DÜNYAMIZDA İLK RUHSAL ATOM BOMBASI PATLIYOR!

Şimdi Şeytan ilk insanın yanına kolayca ulaşmış!! Olanca kurnazlığıyla ilk insanı ikna etmeyi ve aldatmayı başarıyor. Öyle ki, ilk insan, güzel, cazibeli süslerle kamufle edilmiş çok tehlikeli “ruhsal atom bombasını” yani “günahı bilme meyvesini” kopartmağa elini uzatıyor. “Günahı bilme meyvesinin” kopartılarak yenmesi; yani ruhsal atom bombasının patlatılması an meselesi!

“Hirojima ve Nagazaki’de ilk kez patlatılan “Atom” bombasından çok daha feci ve korkunç sonuçlar doğuracak olan “ruhsal bir BOMBA” patlatılmak üzere! Ama maalesef, “Tevrat tanrısı” yani SEVGİ DOLU GÖKSEL BABA, (!?) bu korkunç tehlikeyi gördüğü ve müdahale edebileceği veya engelleyebileceği halde, hala sessiz ve hareketsiz! Hiçbir müdahaleye gerek görmüyor! Duygusuca ve vurdum duymazlıkla, neler olacağını çok iyi bildiği halde, (belki de bilmediği halde ?!) bu korkunç olayı sadece seyre dalıyor! İlk insana düzenlediği ve amaçladığı tuzağa düşmelerini merakla gözetliyor!

Hz. İbrahim’in oğlu İshak’ı kurban edeceği zamanda yaptığı gibi müdahale etmiyor: O zamanda İbrahim’e: “Şimdi ne yapacağını kesinlikle gördüm, anladım, “bildim. Sakın Oğluna dokunma” diyerek müdahale etmişti. (Bak. Yar 22:12.)
Burada da Adem ve Havva’ya: “Şimdi artık ne yapacağınızı iyice anladım, bildim gördüm! Sakın elinizi uzatıp o meyveyi kopartmayın” demiyor! Tersine, sesini çıkarmayarak, vurdum duymazlıkla, insanı o ilk günaha düşürme tasarısının gerçekleşmesine izin veriyor!

Tekvin tanrısı, ruhsal “bombanın patlatılması,” yani, yangının başlaması, yani ilk günahın oluşması; yani önceden kurduğu tuzağın başarıyla sonuçlanması için kılını bile kıpırdatmadan, bu trajik olayı müdahalesizce seyrediyor! HAYRET DOĞRUSU! Şu sevgiye, ilgiye ve merhamete bir bak! Şu Babalığa, kutsallığa, dürüstlüğe, adalete bir bak! Şu bilgeliğe, iyiliğe, yardım severliğe bir bak! Doğrusu burada, sevginin doruğundaki, sevecen “Baba” olan tanrı, ne harika örnekler sergiliyor! (?!) Öyle bir sevgi ki, dünyasal, aklını yitirmiş, üvey babalar bile asla yapmaz! Yapamazlar, çünkü vicdanları onları zorlar!

Siz olsaydınız, bu yalancı ve mahvedici “yılanı” yani şeytan olan düşmanı evinizden, “bahçenizden” kovmaz mıydınız? Onu hapsetmez, zindana atmaz mıydınız? İtaatsızlıkları için de, evladınızın da ya eline, ya poposuna okkalı birer “Osmanlı” tokadı vurarak bu korkunç tehlikeyi engellemez miydiniz? Tanrısal Özelliklerin zedelendiği ve Tanrı’nın aşağılandığı bu anlatımlar; Kutsal Kitaba yapılan saldırı deformeleri değildir de nedir?

TEVRAT TANRISININ KARAKTERİYLE,
İSA MESİH KARAKTERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI.

İncil’in temel öğretisinde gerçek “tövbe” vardır. Vaftizci Yahya, İsa Mesih, Elçiler, ilk kiliseler, insanlara daima “tövbe” kapısını açtılar. Günah işleyenleri tepeden inme fanatiklikle veya despot bağnazlıkla yargılayıp dışlamadılar ve öldürmediler. Ama tam tersine, tövbe, özür dileme, af, bağışlama, eğitme, yenileme, güçlendirme, değiştirme, ıslah etme, rehabilite, topluma veya kiliseye yeniden kazandırma... gibi harika erdemleri kullandılar. Oysa “Tevrat tanrısı” ilk insana, bu güzel erdemlerden hiç birini kullanmadı! Çünkü BİLMİYOR ki kullansın!
Belki de bunları bilmesi, akıllanması, despotluktan kurtularak uygarlaşması için, belki de uygar çağların gelebilmesi için, yüzyılların geçmesi gerekiyordu!!! Veya, bir Tevrat tanrısı, bir de ayrı İncil Tanrısı vardı! Ve bu iki Tanrılar arasında yüzde yüz karakter farklılıkları vardı!
HAYRAN OLUNACAK HARİKA BİR “İSA MESİH!”
İncil’de bir kadın vardı ki günahı, ilk insanın günahına hiç benzemiyordu. Defalarca daha ağır bir günah işlemişti! İlk insan günahını bilinçsizce işlemişti. Ama bu kadın günahını tam anlamıyla bilinçlice işlemişti. İlk insan, günah bilincine vakıf olmadan “kötülüğün ne olduğunu BİLMEDEN,” Tevrat tanrısının tuzağıyla günaha düşürülmüştü! Oysa bu kadın, zina ederek günahı bilinçli olarak işlemiş, ve şeriatın vahşi “taşlama ölümünü” hak etmişti. Yahudilerin din adamları, bu kadını yakalayıp, güya İsa’yı tuzağa düşürmek amacıyla Ona götürdüler. İsa bu kadına nasıl davrandı? İsa Mesih, Tevrat tanrısının acımasız, vahşi Şeriatının, “taşlama ölümüne” KARŞI ÇIKTI! İsa, açıkça şeriatı DELİYORDU!!!
“Tevrat tanrısının” VAHŞİ ŞERİATI, bu kadının taşlanarak öldürülmesini emrediyordu. (Bak. Tesniye 22:21-24.) Oysa İsa, BİLGELİK DOLU TANRISAL BİR SEVGİYLE, buna karşı koydu ve engelledi!
Çünkü İsa günahlının dostuydu!
Çünkü insanı çok seviyordu!
Çünkü İsa sevgi doluydu!
Canım İsa Mesih! Canını seve, seve verir ama bir tek izleyicisinin helak olmasını istemezdi! Günah veya şeytan, şeriatçı veya fanatik bağnazlar...; günahlı bir insanı Onun elinden alması ve yargılayıp öldürmesi için; Önce İsa Mesih’in cesedini çiğnemesi gerekirdi! Çünkü İsa’nın karakteri böyleydi! Sevgi doluydu!
Benim hayranı olduğum harika İsa’m, bu zavallı kadını, taşlama ölümünün VAHŞETİNDEN kurtardı. Af etti! Bağışladı! Yeniledi, güçlendirdi, hayata tekrar kazandırdı. İnanırım ki, bu kadın İsa’nın en sadık, en içten bağlısı, İsa hayranı, minnettar, en sadık izleyicilerinden biri oldu. Ömrünün sonuna dek sevinç ve adanmışlıkla İsa’ ya hizmet etti... (Bak. Yu. 8:3-11.)
“TEVRAT TANRISIYLA” “İSA” ARASINDAKİ
180 DERECELİK FARK!
Şimdi soruyorum: Tevrat tanrısıyla, İsa Mesih arasındaki 180 derecelik farkı veya uçurumu görebiliyor musunuz? Bir tarafta, daha henüz günah bilincine sahip olmayan ilk insan var. Günahı bilerek işlemiyor. Çünkü henüz kötülüğün ne olduğunu “BİLMİYOR!” Sadece itaatsiz olup yasaklanan “meyveyi” yediği zaman, kötülüğün veya günahın ne olduğu “bilgisine” varacak. Yani, ancak günah işleyince günahın ne olduğunu bilecek. Günahın ne demek olduğunu bilmeyen bu ilk insan; Tevrat tanrısı tarafından günah tuzağına düşmesi için itiliyor.

Böyle daha henüz hiçbir “günah” deneyimi olmayan bu insanı, daha İLK GÜNAHDA, Tevrat tanrısı, aşağılıyor, lanetliyor, kovuyor, trajedilere, elemlere, streslere, hastalıklara, dertlere, ÖLÜME mahkum ediyor! Tövbe, özür dileme şansı, af, bağışlama, öğüt verme, yenileme, güçlendirme... şansını ve imkanlarını ASLA vermiyor! Burada acımasızlığın, merhametsizliğin, adaletsizliğin, sevgisizliğin, despotluğun, anlayışsızlığın, haksızlığın... en güzel tablosunu görüyoruz!
Öbür taraftaysa bilinçli olarak, defalarca işlediği “zina” günahının farkında olan bir kadın var. Böyle kişileri Tevrat tanrısı, şeriatında VAHŞİ biçimde “taşlama ölümüne” mahkum ediyor. Oysa İsa, “Tevrat tanrısının” bu vahşi Şeriatına karşı çıkıyor! Şeriatı bozuyor! Şeriatı UYGULAMIYOR VE UYGULATMIYOR!
Böylece, “Tevrat şeriatını veren tanrı” karakteriyle, Kendi karakteri arasında taban tabana zıt, 180 derecelik karakter farkını gösteriyor. Bu kadını af ediyor. Bağışlıyor. Özgür bırakıyor! Yeniliyor, tazeliyor, güçlendiriyor, ıslah ediyor. Bir fırsat, bir şans daha veriyor. Topluma tekrar kazandırıyor! Bu günahlı kadın da, yaşamının sonuna dek, İsa hayranı ve en sadık izleyicisi oluyor.

İSA MESİH, NEDEN “TEVRAT TANRISINDAN”
TAM 180 DERECE FARKLIDIR?
İsa Mesih, “Tevrat tanrısından” niye tam tersini davranıyor? İnsan hayatını neden bu denli üstün tutuyor ve değer veriyor? Hatta İsa, insan hayatını Kendi Canından bile neden daha üstün ve değerli tutuyor? Bir tek koyununu yitirmemek için, neden hayatını bile veriyor? Onları “avucuna resmediyor, çiziyor, avuç içi güvenliğiyle onları koruyor: Yu. 10:11-29. Yeşaya 49:6. Tövbe ve yenilenme fırsatı veriyor: 1. Yu. 1:9 Günahı bilinçlice, kasten yapsalar bile yargılayıp ÖLDÜRMÜYOR! Tam tersine onları Cennete tekrar kazandırıyor: Yu. 8:11.vb.
“Yaratılış” kitabının tanrısı gibi, yarattığı “kamışın” ezilmesine ve “tüten fitilin söndürülmesine” izin vermiyor. Ama tam tersine “ezilmiş kamışı kırmıyor ve tüten fitili söndürmüyor!” Yeşeya 42:3. Tam tersine, “yepyeni” yapıyor. Kullanılır, iş görür duruma getiriyor! 2.Kor. 5:17. Rom. 6:4-6.

Günah işleyemeyen kendi Tanrısal “DOĞASINA ORTAK” ediyor!: 2.Pet.1:4. Günah “işleyemeyen” “yeni bir doğa” veriyor!: 1. Yu. 5:18. 3:6-9. Kutsal Ruhunun tüm gücü ve donanımıyla “emirlerine ve kanunlarına kusursuzca, mutlak itaat ettiriyor!”:... Hez. 36:25-27. vb. “Tevrat” kitabının tanrısında bu harika olanaklar yok mu? Yoksa daha sonra akıllandı, uygarlık ve sevgiyle mi doldu? Yoksa buradaki Tanrılar farklı ve karakterleri de farklı mı?
Çünkü İsa: “ezilmiş kamışı kırmayan ve tüten fitili söndürmeyen,” ama onları tekrar yaşatan karaktere sahiptir. (Bak Yeş. 42:3.) Oysa Tevrat tanrısı, ilk insana yaptığı gibi, tam tersine, canlı kamışı ezen ve yanan fitili söndürüp çöpe atan bir karaktere sahip! Tevrat tanrısının sözlüğünde “tövbe, özür dileme, af, bağışlama, öğüt, eğitim, yenileme, güçlendirme, bir fırsat daha verme...” niye yok acaba?
Çünkü, ilkel bir adam, böyle bir tanrı üretmiş ve sahte bir “esin” olarak Kutsal Kitaba da sokabilmiş!
Günahı, bilinçsizce işleyen ilk insanın, İLK GÜNAHI için, “Tevrat tanrısı” tepeden inme bir bağnazlıkla, küplere binmiş, lanetlemiş, kovmuş, trajedilere ve ölüme mahkum etmiştir. Bir “TÖVBE” fırsatı bile vermemiştir. Eğer bile, bile defalarca günah işleyen bu kadını “İsa yerine” “Tevrat tanrısı” yargılasaydı acaba ne ederdi? Nasıl küplere binerdi? Acaba o önemli, despot “kutsallığından dolayı” çıldırır mıydı? Tabii, o zavallı kadını, vahşi, çılgın, acımasız, ilkel... taş ölümüne mahkum ederdi. Çoklarını ettiği gibi...
Bunu biliyoruz ama, öbür dünyada acaba ne yapardı? Cehenneminin tam ortasına mı atardı? Orada da sonsuzluklar boyunca çığlıklar atarak azap çekmesinden hoşnutluk ve kahramanlık mı duyardı? Yoksa, Tevrat tanrısı, İncil döneminde, vahşetinden ve ilkelliğinden uygarlaştı, akıllandı ve sevginin daha güzel olduğunu mu öğrendi? Tanrı gelişmezse, bu karakter çelişkileri neden var? Bunlar, Kutsal Kitaba yapılan saldırıların deformeleri değil mi?
Bazıları Tevrat tanrısını haklı çıkarmak için şöyle itiraz ederler: “Tanrı kutsaldır! Günaha asla bakamaz ve adaleti günahı asla cezasız bırakamaz...” Ben de derim ki, eğer Tevrat tanrısının bu akıl almaz yaptıkları “kutsallık ve adaletse, bu kutsallığı ve adaleti uygulamayan, uygulatmayan ve karşı koyan İsa, sözün tam anlamıyla “sapık bir hergele” olmalıdır! İsteyerek bu ağır argo kelimeyi kullanıyorum, çünkü bu tür “kutsallık ve adalet manyaklarının” başka türlü lisanı anlayamayacaklarından korkuyorum!
“ŞERİAT VE İNAYET” DÖNEMLERİ İTİRAZI!
Bu önemli çelişkiyi güya çözümlemek için zoraki yorum kullananlar var: “Efendim, Tanrı’nın ‘şeriat ve inayet’ olarak farklı dönemleri var. Burada karakter çelişkisi yok. Tevrat şeriat dönemidir, İncil de inayet dönemidir...” diyenler var. Oysa kıvırdıklarını, palavra attıklarını kendileri de biliyorlar. Çünkü, onlar da iyi biliyorlar ki, “şeriat” ve “inayet” Tanrısal özelliklerin uygulamalardır. Tanrısal özelliklerin, hiçbir zaman ayrı dönemleri olamaz, artmaz, eksilmez, gelişmez ve değişikliğe uğramaz. (Bak. Mal. 3:6.)
Bu yüzden, Tanrı’nın inayeti de şeriatı da dönemden döneme artmaz, eksilmez, gelişmez ve değişmez! Her iki kavrama da her zamanda eşit ihtiyaç vardır. Yasa ve inayeti eşitçe kullanmadan dünyayı yönetmek mümkün değildir. Yoksa Tanrı da “ayrımcılık ve torpilcilik” yapmış olur. Tanrı, “yağmurunu ve güneşini eşitçe insanlara verdiği gibi...” Şeriat ve inayetini de eşitçe uygulamaktadır. (Bak. Mat. 5:45-48.)
Tanrı, bunun gibi de, şeriat ve inayetini her dönemde, duruma göre eşitçe uygulamaktadır. Eğer Kutsal Kitabı bu yönden incelerseniz: ”Şeriat dönemi” denilen zamanda birçok “inayetler” bulmak; ve “İnayet dönemi” denilen zamanda da birçok “şeriatlar” bulmak mümkündür. Şeriat ve inayet gerçek hukukun parçalarıdırlar. Her dönemde onlara eşitçe ihtiyaç vardır. Kimse kendisini aldatmasın!
ÖLDÜRMEK BİR CEZA MI? YOKSA YOK ETMEK Mİ?
“Tevrat tanrısı,” hem günahın ilk olgusu olan “kötülüğü bilme meyvesini” yoktan yaratıyor; hem cazibeli ve tahrik edici süslerle donatıp ilk insanın gözlerinin önüne koyuyor; (Bak. 2:9 ve 3:6.) hem de cazibelerle süslediği meyveden yememeleri için yasak koyuyor. Bu ne çelişki? “Madem yemesini yasaklayacaktın; niye yaratıp süsleyerek gözlerinin önüne koydun? Deneyerek öğrenmen için mi? Deneyerek öğrenen biri nasıl “TANRI” olabilir? Madem yasağını çiğneyince ÖLÜM verecektin; meyveyi yemeleri için, NİÇİN tahrik ve teşvik edici, çekici, güzel cazibelerle süsledin? Amacın onları ölüm tuzağına düşürmek miydi?”
“Yasağını çiğneyeceklerini, özgür seçeneklerini kötüye kullanacaklarını, itaat etmeyeceklerini, madem çok önceden biliyordun; neden onları yarattın? Neden ölüm cezası koydun? Yoksa başlangıçtaki amacın, yarattıktan sonra onları lanetlemek, trajedilere sürüklemek, öldürmek ve cehenneme mi atmaktı?” İnsan kendi elleriyle yarattıklarına karşı böyle gaddar ve acımasız olabilir mi?
“Tesniye 22:21-24.de, “Öldüreceksin ve kötülüğü aranızdan kaldıracaksın” diyorsun. Bu ne çelişki? Eğer kötülüğü ortadan kaldırmak için “öldürmek” gerekiyorsa; o zaman “kötülüğü bilme ağacını” başlangıçta SEN neden yoktan yarattın? Şimdi de yoktan var ettiğin, yarattığın “kötülüğü” kaldırmak için öldürmeyi mi emrediyorsun? Kötülüğü eğer yok etmek istiyorsan, onu neden ilk önce sen yarattın?”
“Kötülüğü neden cazibeli ve çekici süslerle donatılmış bir meyve olarak önlerine koydun? Kötülüğü kolayca bulmaları ve cazibesine kapılarak kullanmaları, kötülük işlemeleri ve birbirlerini öldürmeleri için mi? Yoksa olayların böyle gelişeceğini, özgür seçeneğin sürekli kötüye kullanılacağını, yasağın çiğneneceğini, itaatsizlik edileceğini... önceden bilmiyor muydun? Eğer böyleyse, sen ne biçim bir tanrısın?” Sen nasıl “Tanrı” olabilirsin?
Ayrıca: “Öldürmek” bir çare, bir çözüm mü? “Öldürmek” gerçekten de dünyadan kötülükleri kaldırabilmiş mi? Tarih boyunca, yıllardan beri insanlar öldürüldükleri halde, dünyamızda hala kötülükler neden var? Öldürmek neyi halletmiş ki? Öldürmek, insanı ıslah eden, düzelten, yenileyen, pişman eden, değiştiren, vazgeçiren bir ceza mıdır? Öldürmek aslında bir ceza mı? Öldürmek, yok etmek, ortadan kaldırmak değil mi? Ceza, kişiyi pişman etmek, vazgeçirmek, ıslah etmek, değiştirmek, yenilemek, topluma tekrar kazandırmak için verilmeli değil mi? Oysa birey öldürüldüğü zaman, tüm bu güzel erdemler, yaşamsal olarak yitirilmekte değil mi?
İnsanlar uygarlaştıkça, öldürme şekillerini de uygarlaştırdılar. Önceleri Tanrı’nın verdiği zannedilen, oysa ilkel insanın ürettiği dinsel öldürme şekilleri vardı: 1.- Taşlayarak vahşice öldürme. 2.- Haça gererek işkenceli öldürme. 3.- Kılıçla öldürülme, 4.- Giyotin. 5.- İpe asmak. 6.- Gaz odası, 7.- Elektrikli sandalye. 8.- Zehirli İğne, 9.- Elektroşokla öldürme... gibi bir çok evrelerden geçti. Ama bugün en uygar ülkeler, öldürmeyi, yani idamı, yasalarından çıkardılar. Çünkü öldürmenin bir ceza değil, yok etmek olduğunu fark ettiler. Kişiyi öldürerek, eğitemez, pişman edemez, yenileyemez... ve topluma tekrar kazandıramazsınız!
NELER, HANGİ KOŞULLARDA ÖLDÜRÜLEBİLİR ?
Hastalık virüsü taşıyan sivrisinekler eğitilerek kötü doğalarından kurtarılamaz. Aynen zehirli yılanlar, akrepler, vahşi timsahlar, yırtıcı et oburlar, haşaratlar, böcekler... eğitilerek değiştirilemez ve ıslah edilemezler. Onların zarar vermelerini eğiterek, ceza vererek engelleyemediğimiz için onları öldürürüz! Ama insan zamanla eğitilebilen bir varlıktır. Uzun vadede pişman ve ıslah edilmesi, topluma tekrar kazandırılması söz konusudur.
İnsanı öldürenler, onu yukarıdaki eğitilmesi olanaksız olan vahşi hayvanların yerine koymaktadırlar. Bu yüzden, yasalarından idamı, öldürmeyi silen ve idam yerine müebbet hapis cezasını koyan uygar Avrupa’yı ve de Türkiye’mizi kutlamak gerekir. Harika İsa Mesih’in, 2 bin yıl önce uyguladığı o uygarlık örneğini (zinalı kadını af etmesini) bugün uyguladıkları için onları tebrik etmek gerekir!
Oysa “Tevrat tanrısı,” maalesef Avrupa uygarlığı kadar bile düşünemiyor! İnsanı eğiterek tekrar kazanmak yerine, tıpkı eğitilmesi imkansız o vahşi yaratıklarla veya haşaratlarla eşdeğer tutuyor! Sonra da bir böcek öldürür gibi ayağıyla çiğneyiveriyor!

LANET, TRAJEDİ, KOVULMA...
VE ŞİMDİ TÜM KAPILAR KORUMA ALTINDA!
“Aden Cennet bahçesinden” lanetlenerek dışarı kovulan ilk insan, her halde neye uğradığını şaşırmış olmalı! “Ne için yaratıldık? Bize ne oldu böyle? Bunun için mi var edilmişiz? Değerimiz bu kadar mı imiş? Bir ‘meyve,’ Tanrıya bizden daha mı değerli imiş! Yaratıcımızın yanında, bir meyve kadar bile değerimiz yok mu imiş! Eğer meyvesi bizden daha değerli bile olsa; bizi neden “kırılgan” bir karakterle yarattı? Neden Yaratıcımız bizi yalnız ve yardımsız bıraktı? Neden tuzağa düşmemize izin verdi? Neden bize zafer kazandırmadı? Neden bizi bu denli zayıf yapmış acaba?...”

“Acaba bizi denedi mi? Ama bu da olamaz! Çünkü bizim her şeyimizi o yarattı. Atacağımız tüm adımlarımızı, niyetlerimizi, kararlarımızı, irademizi, eğilimlerimizi, meyil ve arzularımızı... önceden O layıkıyla bilir! Peki, amacı bizi tuzağa mı düşürmekti? Bundan zevk mi alıyor acaba? Yaratıcımız bize neden zafer sevinci vermedi? Hayatımızın sonuna dek böyle lanet altında mı yaşayacağız? Trajediler, stresler, elemler, hastalıklar, dertler, göz yaşları, acı ve ölüm, kaderimiz mi?...” İlk insan her halde bu gibi şeyleri düşünmüş ve içini acı, acı çekmiş olmalı! Çünkü biz torunları, bunları sorgulayabiliyoruz!

TANRI ARTIK AKILLANIYOR !
ŞİMDİ KAPILARI SIMSIKI KAPATIYOR !
Cennet bahçesinden kovulan ilk insan “belki bir af, bir merhamet, bir şefkat... buluruz ve tekrar güzel yurdumuza döneriz” diye, kapılara doğru geri dönmüş olabilirler. Ama bir de ne görsünler? Tanrı o muazzam gücüyle artık kapıları kapatmış! Kapıların her birinin önüne de, dev gibi baş melekler koymuş. “Aaaa, o da nesi? Meleklerin ellerinde şimdiye dek hiç görmediğimiz ve adını ve ne olduğunu da hiç bilmediğimiz bir şey var, alevli bir şey! Acaba o nedir? Neye yarar? Baş melekler bizi asla içeri bırakmayacağa benziyorlar... Ne yazık! Bu güzel cennet bahçe, bu harika yurdumuz, bu güzel ortam artık bitti! Artık içeri giremeyiz! Yoluna git Adem ve Havva! Yabana, ormana, kırlara, çöllere! Kaderine, ÖLÜME!...”

“Eh! Ne yapalım Havvacığım! Kaderimiz buymuş! Başa gelen çekilir! Gökten ne yağmış da yer kabul etmemiş! Sevgili Havva, acaba önceden yılan bizi aldatmaya geldiğinde, kapılarda nöbet tutan o baş melekler neredeydiler? Yılan bizi aldatmaya geldiğinde, şimdi yaptıkları gibi neden kapılarımızda nöbet tutup da bizi korumadılar? Bizi aldatan yılanın içeri girmesini, tanrımız neden engellemedi de şimdi bizim içeri girmemizi engelliyor? Bizi aldatan yılan, önceden nasıl yanımıza girebildi?”
“Acaba tanrımız, şeytan bizi aldatmaya gelirken, kapılara nöbetçi koymağı önceden akıl edemedi mi? Acaba kapıları korumayı bizi kovduktan sonra mı akıl etti? Acaba yılan bizden daha mı değerli, sevgili Havva? Yılanın bahçeye girmesine engel koymadı da, bizim bahçeye geri dönmemize neden engel koydu?
Yoksa, tanrımızın amacı bizi dışarı kovmak, dehşetlere, yalnızlıklara, trajedilere, zorluklara... ÖLÜME maruz bırakmak mı...?” Havva: “Adem, sevgili kocacığım! Şimdi bırak bu soruları... Bak gün batıyor, hava kararıyor, karanlık basıyor. Şimdi, biz yapayalnız yabanda ve dışarıdayız! Karanlık basmadan yiyecek bir şey ve başımızı sokacak bir yer, mağara gibi bir şey bulsak iyi olur....”

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM SONU
GELECEK BÖLÜMDE
CİNSEL SAPIKLIK : “İNCİR YAPRAĞI VE DERİ ELBİSE”



0 yorum:

Yorum Gönder

site map


counter